- 515 Okunma
- 3 Yorum
- 0 Beğeni
Çocuğunu seven kucağına almaz!
Basında,birkaç gündür Gaziantep’teki bir okulda öğrencilerin temizlik işlerinde özellikle tuvalet temizliğinde çalıştırıldığına dair haberler yer almıştı.
Ancak burada bir olaya “dikkat” çekmekten ziyade,siyaseten “vurma” pozisyonu öne çıkmaktaydı.
Oysa bu olaya farklı /başka türlü de bakmak mümkündür:
Öğrencilerin,yaş ve özelliklerine uygun “işlerde” okullarda çalışmalarının ben daha doğru olacağını düşünmekteyim.
Ta Japonya’dan İrlanda’ya kadar bunun örnekleri de yok değil.
Sadece niyetin samimi olması gerekir.
Anadolu’nun değişik yer ve yörelerinde uzun yıllar çalıştım;en beğendiğim sözlerden biri de şu olmuştu:
-Çocuğunu seven kucağına almaz!
İlk duyduğumda “olur mu öyle şey “diyecek oldum ki,baktım burada bir ironi ve bir derinlik var!Kelimelerin “dar “anlamıyla değil,biraz “geniş açıdan” bakarsak yepyeni bir gerçekliğe varacağımıza dair “uyarı” var.
Kucağa alınan çocuk,”el bebek gül bebek “misali ne düşmekte,ne de tay dururken zorlanmaktadır.Her şeyi nasıl olsa “büyükleri” yapmakta,çocuğa da yapacak bir şey kalmamaktadır.
Oysa çocuklar,düşe kalka da olsa yürümeyi öğrenmeliler,yani tecrübe etmelidirler.Kendi “yaşantıları” önemlidir denilmek istenmektedir.
Zamanla bu sözdeki “derinliği” çok daha iyi kavradım diyebilirim.
Kaldı ki hem “eğitim tarihi”nde hem de sosyolojide/psikolojide şöyle toparlanan bir anlatım vardır:
-İçgüdüler genlerle,değerler geleneklerle,anlamlar ise kişisel keşif ya da yaşantılar yoluyla elde edilirler.
Bırakalım “çocuklarımız” düşsün,çorabı yırtılsın.Ki hayat da böyle değil mi?
Deneme-yanılmalar değil midir bizi daha “kuvvetli” ve “özgüvenli” kılan şeyler!
Okullarda,yönetim,okul-aile birlikleri,anne-babalar ve çocuk gelişimi “uzmanlarının” katılımıyla yapılacak “programlar çerçevesinde”,öğrencilerin okul temizliğinde görev ve rol almaları bence önemli bir yaşam tecrübesi onlara sunacaktır.
Çocuklarımızı bu “deneyimden” mahrum bırakmak,onlara iyilik etmek olamaz.Ayrıca,okula bir katkı sunan çocuk /öğrenci bu yolla da okulunun “misafiri” değil,”sahibi” olacaktır diye düşünmekteyim.
Denemeye değer bence.
YORUMLAR
Elbetteki çocuğun Öz güvenini geliştirmenin çok çeşitli yolları var .
Bunlardan biri iş dağlımı ve sorumluluk edinmesi amaçlı küçük görevler verilmesi ve akabinde Çocuğu başarısından dolayı ödüllendirmek ..
Fakat vereceğimiz iş görevi Çocuğun yaşına ve bedensel gücüne göre olmalı ve tabi benliğini i zedeleyici kendini kötü hissedeceği bir ortamda yada pozisyonda olmamak kaydıyla ..
Şimdi düşünün kendi evinizde Tuvaletlerin temizliğini çocuğunuzun görevleri arasında iş dağılımı olarak verdiniz.
Ki. Okul gibi kalabalık bir ortamdaki lavaboların durumunu düşünemiyorum bile. hep Psikolojik hem Sağılık ve Hijyen bakımından ne kadar Doğru bir davranış olur sizce..
Günümüzde ki bir çok işleyiş gibi , ' bu da bana göre son derece yanlış ve tehlikeli bir davranış ..
Zaten Okullardaki yetersiz Eğitim ve her gün 'İmam Hatip' leştirililen Fiziki ve Görünüm ve Müfredat yeterince abese işgal zaten ..
Bence Çocuğunu Seven Kucağına almalı' Ve sımsıkı bastırmalı göğsüne ..
Saygılarımla..
sabri ayçiçek
Zaten sözü "derinlemesine" düşünürseniz,mesaj tam da buydu.
Ama farklı düşünme hakkınız tabi ki var.Ve "tartışarak" doğruya ulaşmak en güzeli...
Değerli kalem siz belki buna sorumluluk bilinci diyorsunuz,haklılığına yarı yarıya katılabildiğim bir yazı maalesef...
Beden eğitimi dersinin haftada bir ders,müzik dersinin haftada bir ders olarak okutulduğu,sanat ve sanatsal hiç bir öğretinin uygulanmadığı,bu da yetmiyormuş gibi bir çok okulu imam hatibe çevirip din olgusuyla kapalı bir toplum yaratma derdinde olan milli eğitim sisteminde aman da ne güzel çocuklar bulundukları okulda aidiyet kavramını öğrenerek okuyorlar diye düşünmek abesle iştigaldir... Bu kavramlar illaki tatbiki olarak öğretilmez ve hiç bir veli çocuğunu tuvalet temizlesin de sorumluluk öğrensin diye okula göndermez..
Japonyanın eğitim sistemine baktığınızda bu işi daha ciddiyetle ele aldıklarını görüyoruz...
1. Eğitim sistemi çalışkanlık, bireyin kendisini sorgulaması ve düzenli çalışma alışkanlıklarının edinilmesinin gerekliliği üzerine kurulmuştur.
Öğrencilerin okul hayatının büyük bir kısmı dolaylı ya da dolaysız olarak ahlaki davranışların ve karakter gelişiminin öğrenilmesi sürecidir. Okul müfredatları Japon toplumunun ve kültürünün temel değerlerinin öğretilmesine adanmıştır. Aynı zamanda Japon öğrencilerin akademik başarıları uluslar arası standartların çok üzerindedir.
2. Japonya’da ulusal bütçenin %12’si eğitime ayrılırken %7,7’si askeri harcamalara ayrılmaktadır.
Japonya’da okur-yazarlık oranı % 99’dur. İlkokul düzeyinde bir öğretmene ortalama 25 öğrenci, orta öğretimde 18 öğrenci, yüksek öğretimde 11 öğrenci düşmektedir.
3,Japonya’da 6 yaşını dolduran her çocuk 6 yıl süren ilkokula başlar.
İlkokul zorunlu ve parasızdır. İlkokulun amacı, işbirliği ruhunu, bölgesel ve ulusal gelenek bilgisini, uluslararası anlayış ruhunu, matematik, dil ve bilim yeteneğini, müzik, sanat ve edebiyata olan ilgiyi geliştirmek ve kazandırmaktır.
4.ilkokulların %98’inde devletin finanse ettiği öğle yemeği verilmektedir.
5. Okulların % 90’ında jimnastik salonu, % 75’inde yüzme havuzu bulunmaktadır.
Bütün okullarda eğitim amaçlı Japon Televizyon Kurumu (Nippon Hosa Kyokai) tarafından mükemmel bir şekilde hazırlanmış radyo ve televizyon sistemi mevcuttur.
6. Japon okullarında müstahdem veya hizmetli yoktur.
Bunun yerine okulun tüm işlerini öğrenciler ve öğretmenler işbirliği içerisinde yapar. Japon okullarında yer paspaslayan öğrenci, cam silen öğretmen görmek şaşırtıcı değildir. Hatta ve hatta tuvalet temizliğini bile öğrenciler yapar. Bu sebepledir ki öğrenciler okulu temiz tutmaya özen gösterir, nihayetinde kirletseler de temizleyecek olanın kendileri olacağını iyi bilirler.
7."Sasumata" gerçeği ve okul güvenliği.
Japonya gibi son derece güvenilir bir ülkede dahi okullar baskınlara, izinsiz girişlere, kavgalara, vs. karşı kendini korumak zorundadır. Bu amaçla Japonya'daki her okulda eski bir samuray silahından devşirilmiş, alüminyum bir boru ucundaki kıvrık kancadan ibaret sasumata bulunur. Okula yabancı birinin izinsiz girmesi halinde öğretmenler, müdür, veli, güvenlik hatta büyük öğrenciler el birliğiyle bu aparatı kullanarak kişiyi etkisiz hale getirir. Silah taşımaktan daha akıllıca olduğu kesin.
8.Öğle yemeği birlik ve beraberliğin simgesi.
9 yıllık eğitim süresi boyunca Japonya'daki tüm okullarda, öğrencilere devlet tarafından belirlenen ve okulda hazırlanan aynı öğle yemeği verilir. Öğretmenler ve öğrenciler aynı yemeği yemek zorundadır ve bunun için bir yemekhane bulunmaz, öğrenciler öğle yemeklerini kendi sınıflarında kendi sıralarında yer. Öğrenciler tabaklarında yemek bırakmamaya teşvik edilir hepsi "Temiz Tabak Kulübünün" doğal üyesidir.
ŞİMDİ AFFINIZA SIĞINARAK SORUYORUM !
BİZİM NEYİMİZ EKSİK...... İnsan böyle yetişir böyle eğitilmelidir bence ... Çok uzun yorum yaptığım için özür dilerim ama iki kız çocuğu okutuyorum ve bir idareci öğretmen eşiyim ve tüm çarpıklıkları çok rahat gözlemledim bugüne değin... Onun için bana Japon eğitim sisteminin öğrenciye verdiği değerle gelin... Selam ve sevgilerimle
Dilek USTA tarafından 10/15/2016 1:05:32 PM zamanında düzenlenmiştir.
Dilek USTA tarafından 10/15/2016 1:06:44 PM zamanında düzenlenmiştir.
Destina
Ülkemizdeki eğitim tama da Japonluk hani.. İlim Çin de olsa gidip alınız.. ! bir koşu gitsek mi acaba..
Hoş görü ve sevgiyle.
sabri ayçiçek
Olaya biraz daha "yukarıdan" bakmak ve temelde şu soruya cevap aramak zorundayız demek idterim:
Devlet,öğrencilere "ne düşüneceğini mi" öğretmeli,yoksa nasıl düşüneceğimi öğretmeli esas konu olmaldır.
Bu tartışılmadıkça havanda su döver dururuz.
Tıpkı 70'li yıllarda tartışılan "7 nin çengeli" konusu gibi.Yedilere "çengel" konur mu,konulmaz mı konusunu neredeyse iki yıl "konuşmuştuk.
Kanımca esasen "eğitimin ideojisine" bakmak gerek.
Bir görüşe mi yaslanmalı bu,yoksa insanlığın uzun tarihi birikimine mi?Temel yanılgı budur ve maalesef hiç konuşulmamaktadır.Daha uzun olmasın ve selamlarımla diyeyim.
Değerli Hocam.
Bahsettiğiniz şu olayı ben görev yaptığım her okulda yaşadım. Yani öğrencilerime okulda çok işler yaptırdım. Hatta Batman gibi bir yerde Batman Lisesinde sınıflarını badana ettiler, Pencerelerin ahhşap çerçevelerini yağlı boya ile boyadılar.
İzmitte 60 ton odunu okulun kömürlüğüne taşıdılar. Tüm okul binasını baştan aşağı yıkadılar, tuvaletleri temizlediler, cam sildiler.
Tek bir husus önemliydi onlar için: 1- Gönüllülük esası 2- Öğretmenin de bizzat bir hizmetli gibi bu faaliyetin içinde olması.
Eğer benim elimde badana fırçası görmeselerdi okulu badana etmezlerdi. Etseler bile angarya kabul ederlerdi.
Eğer benim ayağımda lastik çizme, elimde hortumu görmeselerdi hiç bir kız öğrenci eline bez alıp cam silmezdi ya da angarya kabul ederdi yaptığı işi.
Ama hiç biri angarya olarak görmedi yaptığı bu işleri. Aynen dediğiniz gibi '' Burası bizim. Temizliği, bakımı da bize düşer'' Diye kabul ettiler.
Evet. Çok haklısınız. Öğrenciler okulun sahibi olduklarını hissetmek için - sürekli olmamak kaydıyla- bu tecrübeyi yaşamalıdır. Tabii ki emirle değil, gönülle. Bunun için de öğretmenlerini yanlarında görmeleri şarttır diye düşünüyorum.
Selam ve sevgilerimle
sabri ayçiçek
Sağlık dileğimle.
sami biberoğulları
İki kişi arasındaki konuşmaya üçüncü bir kişi olarak duhul etmeyi son derece saygısız bir davranış olarak gördüğümden yukarıdaki yorumlara direkt müdahale etmedim. Ama okuyunca bir hususu çok net anladım.
Bu gün bir taraftan kağıt mendil satıp bir taraftan da okumaya çalışan bir kız çocuğu yarın bir gün kendi gayretleri ile bir yerlere gelse, sonra yine kaderin acı tokadını yiyip sokaklarda mendil satma durumuna düşse onun için hayat zor olmayacaktır. Çünkü o hayatın acılarını yaşayarak görmüş ne o acıların içinden nasıl sıyrılacağını biliyor.
Oysa sizin bahsettiğiniz, analarının kucaklarından inmeyen, bir yumurtayı kırmasına bile '' Aman kızım, sen okuyacaksın, yumurta kırmak senin işin değil '' Diye izin verilmeyen kız çocuğu Allah muhafaza kaderin tokadını yiyip de kağıt mendil satma durumuna düşse yaşayamayacaktır. Çünkü öyle bir hayatın nasıl bir şey olduğu ya da olabileceğini bırakın yaşamı düşünmemiştir bile.
Bu gün kızlarımızın büyük bir kısmının bir makarna bile pişirmekten aciz olmasının...Yok cümleyi tamamlamayayım. Makarna pişirmek niçin kızların görevi olsun ki? değil mi?
Dilerim ve umarım ki hiç bir kızımız evinde makarna pişirmek zorunda kalmaz. Bir telefon, sipariş pat ayağında bir hayat yaşar.
Tekrar selam ve sevgilerimle.