- 1513 Okunma
- 12 Yorum
- 4 Beğeni
KUAFÖR SALONU…
Okuduğunuz yazı Günün Yazısı olarak seçilmiştir.
“Sıradan bir kuaför salonuydu” denilince gözünüzün önünde nasıl bir kuaför salonu canlanıyorsa, aynısıyla tıpkısı, öyle bir kuaför salonuydu.
Sıradan bir kuaför salonunun kazancıyla patronluk taslayamazdınız. Sabah kepenkleri kaldırıp kapıyı kendiniz açmak, dükkanın temizliğini kendiniz yapmak, müşterilere kendiniz hizmet etmek, akşama da kapıyı kilitleyip kepenkleri kendiniz indirmek zorundaydınız. Bu konuda Akop azıcık şanslı sayılabilirdi, kuaför salonunu karısıyla birlikte işletiyorlardı. İşlerin bir ucundan karısının tuttuğu da oluyordu.
Akop işinin erbabıydı. Ermenistan’dan gelmeden önce kuaförlük üzerine sanat okulunda okumuş, Ermenistan’dan geldikten sonra lüks bir otelin kuaför salonunda çalışmış, vatandaşlığa geçer geçmez de bu küçük dükkanını açmıştı. Gençti, bekardı, şimdiki karısını o zamanlar yanına kalfa olarak almıştı. Ateşle barut bir arada durmazdı. On dokuz yaşında bıngır bıngır fingirdek bir Türk kızıyla evlenmek Akop için piyangodan büyük ikramiye kazanmak gibi olmuştu. Bu uğurda sünnet bile olmuştu. Gelgelelim, evliliğin daha birinci yılı dolmadan Akop kalfa, karısı patron olmuştu. Yani olan olmuştu işte, şimdi de çekiyordu biçare. Efendi adamdı Akop, karı dırdırı çekmesi kibarlığındandı. Karısı kuaför değildi ama, kendine biraz yaptığı işle, biraz da zorlamayla ‘güzellik uzmanı’ dedirtmeyi başarabilmişti. Çin malı ucuz kozmetiklerle ve yine Çin malı bir kaç alet, edevatla cilt bakımı, maske, masaj, makyaj, epilasyon, manikür, pedikür yapıyordu. Yani… İşinde dört dörtlük ehil olduğu söylenemezse de, ehil olduğu bir konu vardı ki, müşterilerinin yüzde doksan dokuz nokta dokuzu onun için geliyordu: Dedikodu!...
Benim o gün kuaför salonuna gidişim kesinlikle dedikodu dinlemek için değildi. Dedikodu yapanlardan da, yapmaktan da oldum olasıya nefret etmişimdir. Akşama Songül Açar’ın kızının düğün davetine gidebilmek için saçlarımı yaptırmam gerekiyordu. Onun için gelmiştim.
Evlenecek kız… Yok, yok, evlenecek kadın… Hay Allah! Bak şimdi! Kız mı, kadın mı, ne diyeceğimi de bilemedim. Kız desem kız oğlan kızlara haksızlık edeceğim. Kadın desem, şunun şurasında komşuyuz, ayıbını suratına vurmuş gibi olacağım. Kırk yaşına gelene kadar kırk tane adamın koynuna girip kırk kere kürtaj olduğunu bir ben biliyorum. Kırk birinciyi nasıl kafa kola aldıysa nikah masasına oturtmaya ikna etti de, canım ciğerim, kuzu sarması komşucuğum Songül’cüğüm yok canından kürtaj parası yetiştirmek için yırtınmaktan kurtulmuş oldu. Aslında bulduğu adama da pek matah bir şey demiyorlar ya, olsun varsın; bu kartoloza nikah kıyacak kadar saftorik olması yeter de artar bile! Ay! Kartoloz demiyeyim şuna, ne de olsa elimde büyümüş sayılır; adı Şengül… Elimde büyümüş sayılmaz, resmen elimde büyüdü ayol! Eline ilk alan Ebe Huriye abla oldu, ikinciye de ben oldum. Songül bile benden sonra aldı; ne zaman temizleyip paklayarak kundakladım, öyle verdim kucağına. Hatta adını koyarken ‘seninkiyle kafiyeli olsun, Şengül olsun’ diyerek adını bile ben koydum.
Kırk yıl, dile kolay! Her çıktığı oğlanla, ‘inşallah bu defa kendini kakalar bu oğlana da evde kalmaktan kurtulur,’ diye dualar ede ede geçti aylar, yıllar ve o güzelim genç kızlığı havailikle yok oluverdi; yüzü buruşmaya yüz tutmuşken nasıl bulduysa bu kocayı, buldu da Songül’cüğüm kurtuldu. Otuz dokuzuna kadar, hep ‘otuz’ la başlayan rakamlar telaffuz edildiği için kendini hala genç sanarken, ‘otuz’ la alakası kesildikten sonra ‘eyvah!’ deyip paçaları tutuşunca, iyi kötü birini bulup nikah kıymaya razı etti. Neyse… Buna da şükür!
Neredeyse bir saattir sıramın gelmesini bekliyordum. Orta sehpası üzerinde karıştırmadığım dergi, gazete kalmamıştı. Kıçım, terden oturduğum koltuğun muşambasına yapışmıştı. Sıkıntıdan ha patladım, ha patlayacaktım!
Görüp duruyordum önündeki karının saçlarıyla didinip durduğunu ya, yine de laf olsun diye, “Akop efendi! Sıram gelmedi mi daha?” diye sordum.
Garibim hala tam telaffuz edemediği Türkçe kelimeleri evire çevire, “hanfendiyi hallediyorum hanfendi, az kaldı,” dedi.
Güleceğim tuttu ya, tuttum kendimi, gülmedim. Hallettiği kadın da ‘halledilecek’ bir şey olsa bari; ahı gitmiş, vahı kalmış kokananın teki…
Akop’un karısı, -adını duymuştum ya, unutmuşum; bir türlü aklıma gelmedi- benim ‘sıram gelmedi mi daha’ diye soruşumu fırsat sayıp hemen bir fıkra anlattı. Sonra da anlattıklarına kendi güldü. Neymiş, efendim, berberin birine bir müşteri gelip ‘bana ne zaman sıra gelir’ demiş. Berber de, ‘iki saat sonra’ demiş. Müşteri çıkmış gitmiş. Üç gün sonra aynı müşteri gelip, yine, ‘bana ne zaman sıra gelir’ demiş, berber de ‘bir buçuk saat sonra’ demiş; adam yine çıkıp gitmiş. Bir hafta sonra yine aynı şey olup da, adam, ‘bana ne zaman sıra gelir’ deyip ‘bir saat sonra’ cevabını alıp gidince, berber, çırağını, ‘takip et şu adamı, bakalım nereye gidiyor,’ diyerek adamın peşinden yollamış. Bir süre sonra çırak dönünce berber, ‘öğrendin mi, nereye gidiyormuş’ diye sorunca, çırak, “öğrendim usta, sizin eve gidiyor,” demiş… Aman ne komik! Adamın, dükkanında olacağı süreyi garantiledikten sonra berberin evine karısıyla düşüp kalkmaya gittiğine getiriyor lafı aklınca. Dedim ya, bu kadının işi gücü dedikodu. Ya berberin karısının dedikodusunu yapacak, ya başkasının kocasını. Huy işte!
“Çimnaz’ın başına gelenleri duydu muydun Gülriz hanımcığım?”
Gülriz hanımcığım dediği saçlarını yaptıran kokana. O da, “hayırdır Dilberan’cığım? İlişki durumları mı yine?” diye karşılık verince Akop’un karısının adının Dilberan olduğunu hatırlayıverdim.
“Yok kız, bu defa kırığından değil başına gelen felaket, başına gelen felaketten…”
“Ayol onun başına gelen her felaket kırıklarından dolayı olurdu. Başka ne oldu ki?”
“Ne olacak? Ona müstahak! Elli kere dedim, o Hurşid’e gidip saç yaptırma, benim kocam o işin piri, gel bize yaptır diye…”
“Ay kız, meraklandırma adamı, nolmuş anlat!”
“Nolacak ayol, Kuaför Hurşid denilen acemiye permanant yaptırırken, herif voltajı ayarlayamamış, kökünden yakmış kadıncazın saçlarını! Kafasında saç kalmamış…”
Gülriz kokanasının duyduklarından yüreği hopladı. “Ay!... Doğru mu bu kız? Vah vah vah!... Olacak şey mi bu ayol... Vallahi yürekler acısı... Ee, sonra?...”
“Sonrası, Çimnaz hanımı doğru hastaneye yatırmışlar. Taksim’in orada var ya, Alaman hastanesi, oraya…”
“E-ee?...”
“E’si hala tedvi sürüyormuş. Hastane deyip geçme, bedava değil elbet. Her günü dünyanın parası. Doktor parası, ilaç parası… Saçına mı yansın, oluk oluk giden paraya mı yansın?”
“Allah yazdıysa bozsun...”
“Elini tahtaya vur Gülriz hanımcığım!”
“Vurdum kız…Peki ya, Kuaför Hurşid’e bir şey yapmamışlar mı? Yaptığı yanına kar mı kalacak?..”
“Olur mu öyle şey? Çimnaz hanımın kocası vermiş hemen şikayet dilekçesini. Avukatını da tutmuş. Hurşid’den elli bin lira tazminat istiyorlarmış, diye duydum.”
Akop, anlatılanları dinlerken tutamadı kendini, “Kuaför dükkanını devretse etmezdir o kadar para…” diye lafa karıştı.
Karısı Dilberan karşı çıktı hemen. “Dükkanı yetmezse, evi var, onu da satarlar!”
“Akop, her zamanki empati alışkanlığıyla, “yasııık…” diye mırıldandı. “Kolay bişemidir tükkan, ev, cook yasık!”
Bu defa ona itirazı Gülriz hanım yaptı. “Aman Akop efendi, ona yazık, buna yazık. Çimnaz hanıma yazık değil mi? Aşıklarıyla da kırıştıramaz artık…” Bu son kurduğu cümleyle keyiflenip bir kahkaha koyuverdi. “Ha ha ha…”
Akop ısrarcıydı. “Bir kasadır olmuş hanımefendicim. Allah korusun, kasadır, ne zamanm olacaktır, belli olmazdır. Ben şindi bu baslıkı basınıza geçirip de yapalsam bir kasa…”
Akop bu lafı ettiğine de, edeceğine de pişman oldu ya, iş işten geçti bir kere.
Önce Gülriz olacak kokana, “A-aa! Delinin zoruna bak. Sen de benim saçları mı yakacaksın!” diye söylenerek permanant kaskını koydurmadı başına, çıktı, gitti.
Sonra karısı Dilberan aldı sazı eline, başladı söylenmeye. “A benim öküz kocam! Ben Hurşid’in salonuna gitmesinler diye onun sakarlıklarını anlatıyorum millete. Sen kalkıyorsun, ben de sakarım, ben de yaparım demeye getiriyorsun! Müşterileri kaçırtıyorsun…”
Tabii ki, bu durumda benim de acil bir karar vermem gerekti. Kendi kendime, “altmış yaşından sonra saç yaptırmak da neymiş! İki tarak vururum, olur biter,” diye düşündükten sonra ben de, oradan son hızla kaçıp, uzaklaştım.
YORUMLAR
Çok güzel kaleme alınmış ... Akıcı ve sıkılmadan okunacak yazı. Hayatların akışı ve insanların o hayatlar içinden nasıl geçtiği, duyguların nasıl değiştiği, insanın yaşamı bir başkasını nasılda meraklandırdığı... Hepimiz meraklıyız, hepimizde istemeden dedi/kodu yapanlardanız..
Tebrikler..
Kuaför salonlarını çoğu hanım deşarj olma yeridir bir nevi...
Onları bir hayli körükleyerek, mutlu etmeyi de iyi bilir eli taraklı, makaslı görevliler...
İkramlar da çabası....
Ama ben sevmem kimse hakkında konuşulmasını veya şahit olmayı bu tarz konuşmalara..
Zira konuşursan bil ki konuşulacaktır senin de hakkında. Okuyacak bir şey bulurum, konusu hoşuma gitmese de
miş gibi yaparım işim bitene kadar.. :)
:)
ONDAN SONRA
Kutluyorum değerli hocam.
Akıcı bir dil ile ne güzel resmetmişsiniz iç dünyalarını ki eşlik eden de nüktedan bir sesleniş idi.
Hep inanmışımdır: Yüreğin gücüdür hayatı idame ettirdiğimize vesile olan.
Kuaför salonlarını oldum olası sevmemişimdir ki mecburiyetten ara sıra düşüyor yolum aslında en nefret ettiğim o sömürüsüdür yine insanın insana ettiği: ÖN YARGI YÜKLÜ KELAMI İNSANOĞLUNUN VE HER EDİME KULP GEÇİREN...VE NE ÇOK SIFAT.
Dedikodudan yaka silken biri olarak her ne kadar tasvip etmesem de alçaltıcı söz öbeklerini insanların birbiri aleyhine sarf ettiği, siz o kadar güçlü bir tasvirle dile getirmişsiniz ki bu bağlamda kaleminizi alkışlıyorum efendim.
Saygılar, sevgiler efendim...
ONDAN SONRA
NURTEN HANIM; Gözlemlerinizin bize aktarılması harikaydı, Doğallığın ı bozmadan anlatmanız biz okuyucuları çok mutlu etti, Sanki Agop'un dükkanında hemen kapının arkasında hissettik kendimizi. Emeğinize ve yüreğinize sağlık.