Kızıldağ'da -3 Küçük Oğul
Okuduğunuz yazı Günün Yazısı olarak seçilmiştir.
3.
Kızıldağ. Tan ağrırken sanki Dünya üzerinde değilmiş gibi sessizdir. Tek bir hayvan dahi ses çıkarmaz. Herkes, her şey için aydınlığı bekler. Burada geceyi seven bir tek Muharrem.
Güneş bazı zamanlarda ufukta öylesine bir kızıllıkla doğar ki, bulutların ardında kanlı bir savaşın izleri siliniyor sanarsınız. Muharrem ile yeni tanıştığımız zamanlarda Güneş’in doğuşunu onunla beraber izlemek için demli çay dolu bir termos ile kapısına gittim. Beş dakikalık kısa ve sisli yürüyüşümde Kızıldağ, sabahın soğuğunu giyinmişti ve eski bir bar müzikçaları gibi içine para atılıp çalınacakmışcasına Güneş’in doğuşu için sabırla bekliyordu. Nihayetinde Muharrem’in kapısına vardım. Bugüne kadar Muharrem’in kapısını hiç çalma fırsatım olmamıştı. Sanki bütün gün o küçücük evin camında bekliyormuşçasına kapısına gelenlere kapıyı daima çalınmadan açardı. Benden öte diye bahsettiği Muharrem’in insani izleri yer yer gözüküyordu. Sanki öteki Muharrem belli başlı özgürlükleri olan zorunlu bir hapsi kabullenmiş gibiydi. Kapıda belirdiğimde Muharrem’e davetimi belirttim ve üzerine kabanını alıp benimle yürümeye başladı. Güneş’in doğuşunu izleyebileceğimiz iyi bir yere gidene kadar bana bir anısını anlatmasını istedim.
“Benden öte Muharrem, beni uzak bir ülkenin yakın çağdaki bir medeniyetine götürdü. Giyinişlerimiz ilginç. Hiç buralara göre değil. Beni buraya getiren benden öte Muharrem olduğundan insani bir yerdi. Ne olursa olsun benim için anlamlı ya da anlamsız fark etmez keşfetmek istiyordum. Birbirine bakan ahşap iki katlı yapılar tozlu bir toprağın üstüne inşa edilmiş küçük bir caddeyi oluşturuyordu. Bulunduğumuz yer şu anda haritadaki Amerika ülkesinin yakın tarihteki geçmişinde bulunan bir yere çok benziyordu. Sanırım öteki Muharrem burayı televizyonda görmüştü ve bu yüzden buradaydık. Etrafı keşfe çıktım. Kimse aldırış etmiyordu. Herkes para ve toprak peşindeydi ve bu arzu nihayetinde ardından kanı sürüklüyordu. Bulunduğumuz yerde bir araba tamircisi bize acıdı ve yanında çalışmamızı istedi. Gün başlar başlamaz hiç rahat olmayan tamircide uyanıyor. Biraz mısır ve yulaf ile kahvaltı ediyorduk. Kısa sürede işi kavradım. Gelen arabalar çoğu zaman tekerlerindeki kırıklar için uğruyordu. Bir gün elli yaşlarında çatal dilli ve iyi giyimli bir adam arabasını tamirciye bıraktı. İş esnasında beni izliyordu. Burada çok kazanıp kazanmadığımı sordu. Basit kelimelerle durumumu anlattım ve bana büyük bir kafile ile buradan daha zengin topraklara gidileceğini, yeni bir yerleşim kuracaklarını, bu uzun ve zorlu yolda bir araba tamircisinin işe yarayabileceğini söyleyerek ücretsiz bir şekilde bu kafileye katılmamı teklif etti. Benden öte Muharrem çocukça bir hevesle bu maceraya katılmak istedi. Toparlandık ve işverenimize teşekkürlerimizi bırakıp yola çıkacak kafile ile bir araya geldik. Bir hayalin peşinden çocuklu aileler, eski askerler, rahipler, zanaatçılar bir araya gelerek yaklaşık yirmi altı arabalık bir konvoy oluşturmuştuk. Yazın ortasında yola çıktık ve pek bir sorun yoktu. Uzun saatler boyunca yol alıyor, geceleri at arabalarından bir çember oluşturuyorduk. Müzisyenler bir araya gelip dev ateşlerin etrafında şarkılarını çalıyor ve insanlar da onlara danslarıyla eşlik ediyordu. Nereye gittiğimizi ve neden gittiğimizi bilmiyorduk. Ne zenginlik ne de hayalin peşindeydik. Sadece bir çocuğun rüyasını yaşıyorduk. Neredeyse bir ay olmuştu yola çıkalı. Kimisi artık bu yorucu duruma katlanamıyordu. Aileler kendi aralarında kavgalar ediyordu. Güneş, toprak, ağaçlar kimi zaman bir akarsu kenarı… Yol alabildiğine bu şekildeydi. Birkaç gün geçmemişti ki kafile içinde hastalık olduğu konuşulmaya başlandı. Kafile hastalığı taşıyanın ve ailesinin konvoydan gönderilmesi konusunda karar kılmıştı. Henüz gencecik olan bu çift ve bebekleri ıssızlığın ortasında arabalarıyla ve biraz erzak ile terkedilmişti. Biz ise yolumuza devam ettik. Tüm gün hayalet gibi geziyor, bana verilen angaryaları hallediyor, bozulan arabalarla ilgileniyordum. Çatal dilli yaşlı adamdan başka kimse benimle konuşmuyor fakat herkes buraya çok yabancı olduğumu biliyordu. Siyah renkli insanlar hor görülüyordu. Kızıl tenli insanlardan korkuluyordu. Ben ise daha önce görülmemiş bir tiptim. Çatal dilli adam içinde benim de bulunduğum on beş kişiyi topladı ve bu toprakların güvenli olmadığını, kızıl renkli ilkel bir topluluğun kafileye saldırabileceğini ve eğer kafileyi korursak daha iyi beslenebileceğimizi ve çoğu angaryadan kurtulabileceğimizi söyledi. Herkes kabul etti. İnsanlar bize saygı gösteriyordu. Benim gibi kafile içinde resmi olarak silahlandırılanlardan bazıları bunu kötüye kullanmaya başlamıştı. Siyahi ailelere çirkin davranışlarda bulunuyor, güzel kızları rahatsız ediyorlardı. Yol artık herkes için çekilemez hale gelmişti. Eli silahlılardan birisi bir gece o kadar alkol aldı ki rasgele olarak havaya ateş açmaya başladı. Ona durmasını söyleyen yaşlı bir kadını gözünü kırpmadan öldürdü ve anında o da tam elmacık kemiğine gelen bir mermi ile yere yığıldı. Cesetlerin üzeri örtüldü ve güneş doğar doğmaz bir mezar kazılarak rahipler eşliğinde cesetler gömüldüler. Kafileyi hüzün boğmuştu. Fakat çatal dilli adamın daha büyük korkuları vardı. Silah seslerinin duyulması çevredeki tehlikeleri buraya çekecekti, biliyordu. Durumu insanlara anlattı ve yolun uzatılması gerektiğini söyledi. Artık takati kalmayan insanlar durumun ciddiyetini fark edemediklerinden çatal dilli adama karşı koydular. Eli silahlı olanlar bir araya gelerek kafiledeki güçlerini öne sürdüler ve artık çatal dilli adamı kimse dinlemiyordu. Her şey eli silahlıların istediği şekilde gerçekleşiyordu.”
Muharrem birkaç saniye durdu ve tam ufka baktı. “İşte” dedi. “ En küçük oğlum uyanıyor”.
Biz hiçbir şey söylemedik ve o tekrar hikayeyi anlatmaya devam etti:
“Havanın çok sıcak olduğu bir öğlen vaktinde elleri baltalı ve oklu yarı çıplak adamlar kafileye büyük bir hışımla saldırdılar. Farklı şekilde bağırıyor ve çok iyi savaşıyorlardı. Gözlerini kan bürümüş ve intikamın esiri olmuş gibiydiler. İnsanların etten bedenlerini parçalarcasına saldırıyorlardı. Herkes çığlık çığlığa kaçışırken biz elimizdeki tabancayı kullanmaktan oldukça çekindik. İşler bu kadar çirkinleştikten sonra öteki Muharrem artık gitmemiz gerektiğini ve bu kadarın yeterli olduğunu söyledi. Kabul etmedim ve sonunu görmek istedim. Bir çocuğun korkmuş ve arabalardan birinin altına saklanmış olduğunu gördük. Ailesi ölmüştü. Kıyametin ortasında onun elinden tuttuk ve koşmaya başladık. Oradan uzaklaştığımızı düşündüğümüz bir anda omzuma, omurgama ve kalçama gelen üç oku hissettim. Büyük bir acı bizi sarsmıştı. Acıyı istemiyorduk. Kimse bana benim evrenimde acı çektiremezdi. Hiçbir şey olmamış gibi kalktığımı gören o adamlar. Peşimden gelip beni yakaladılar fakat bana inanılmaz saygılı davrandılar. Onları anlamıyordum. Çocuğu ve bizi götürmek istediklerini anlamıştım. Bu savaşçılar bizi kendi yaşadıkları yere götürdüler. Bozkırın ortasında çadırlarda yaşayan bu halk benim kutsal ve değerli olduğumu düşünüyordu. Kendi aralarında saygı duydukları ihtiyar bir adam olan Wakan Tanka okları bedenimden çıkardığında derimin kendini tamir edişini izliyordu. Aylar geçtikçe onların parçası olmaya başladık. At biniyor, bizon avlıyor, şarkılar söylüyorduk. Wakan Tanka ile konuşuyorduk. Yaşanan her şeyin kafamda olduğunu onlara anlatamazdım. Anlatsam da inanmazlardı. Fakat beynimin içinde Muharrem’in beni getirdiği bu yer bana çok şey öğretti. Nihayetinde artık gitme kararı aldık. Dersimizi özümsedik. Wakan Tanka bana gitmeden şu cümleyi kurdu:
“Doğuştan gelen hediyelerini isteyecekler. Gerekirse uçurumdan atla! Ama asla hediyelerini verme! Eğer hak ediyorsan bir kartal seni sırtına alacaktır.””
Muharrem hikayesini tamamlamış, Güneş hayli yükselmişti ve ayrılmıştık. İşte Muharrem’deki derinliği bana hissettiren ilk hikayesi buydu. Şimdi yine sabahın buz gibi soğuğunda ama ilk defa asıl Muharrem ile konuşmak için aynı kapıyı çalmaya gidiyorum.
Yazarın Notu: Sevgili okurlarım. Hikaye ile ilgili güzel yorumlarınız üzerine ben de hikayeye derinlik getirdim. Sizin yorumlarınız beni teşvik ediyor. Lütfen yorum bırakmaktan çekinmeyin. Aynı zamanda yazıyı eleştirerek hikayenin daha iyi olmasını sağlayabilirsiniz. Hatalarımı bana söyleyebilirsiniz. Teşekkürler.
YORUMLAR
Müthiş bir hayal gücüyle yazılmış,gittikçe ilginç hikayelere yol alan bir üslubunuz var..
Okurken hikayenin içindeydim sanki,bir solukta bitirdim ve bende Muharremin kişiliğini çözmek ve onu tanımak için
devamını beklicem...
Eleştirim ise şu yönde olacak arkadaşım bazı aralarda boşluk bırakmalısın ve isim tekrarı çok sık olmamalı... Ben bu konuda bilir kişi değilim lakin gözüme takılanları söylemek istedim... Yazınız bittikten sonra defalarca tekrar tekrar okuyunuz o zaman fark edeceksiniz bazı küçük hataları.... Onun dışında yine mükemmeldi.... Yüreğinize kaleminize sağlık... Huzurlu akşamlar...
Dilek USTA tarafından 10/13/2016 9:19:04 PM zamanında düzenlenmiştir.
drathan
Billur T. Phelps
Minik bir eleştiri ise satır başlarını bu kadar uzun tutmayın derim..
Zira gözü yoruyor okurken. Çoğu zaman ziyaret ettiğim sayfalarda
böyle bir yazı gördüğüm zaman okumadan gidiyorum sırf bu yüzden...
Sevgiler ve kutlarım kırmızı kurdele nizi