Kuşlar, köpekler ve dilenciler
Kuşlar, köpekler ve dilenciler
Bütün köpekleri vurdular buralarda. Bir dilenciler kaldı, bir de cevaplanmadık sorular. Hiçbirine mecbur değildik aslında. Hayatta, hayata dair mecbur olduğumuz ne varsa, başlığını koymaktan çekinmiştik. Ertelemiştik çocukça. Hızla geçiyordu zaman. Biz erteleme alışkanlığına tutunarak tüketiyorduk ömrümüzü. Ömrümüz! Ah o çocuksu oyun. O tutsaklık. Kendini bilmezliğin en bildik metodu.
Nasıl da alışıyor insan bu garip oyuna. Bırakmak nasıl da zor geliyordu çoğumuza. Ve çoğumuz nasıl da azınlıktık aslında. Ve tıpkı diğer azınlıklar gibi hiçe sayılıyordu haklarımız. Talep ettiğimiz şeyler acınasıydı. Ve belki de hepimizin toplamından bile daha azınlıktaydı. Aldırmıyor, sorgulamıyor, savunmuyorduk. Kimse aldırmıyor, sorgulamıyor ve savunmuyordu çünkü. Bizler de erk sahiplerinin uslu çocukları olarak çekiliyorduk köşemize. Köşemiz! Nasıl da dar ve basıktı. Duramıyorduk, kıpırdayamıyorduk da. Cendere gibi bir şeydi buralar. Kat kat sürülmüş boyalarla çıkıyorduk her sabah evlerimizden. Oysa aynalara kimse bakmıyordu. Bizi zihnimiz boyuyordu ustalıkla. Şaşıramıyorduk bile durumumuza. Alışmıştık bir kez. Ve vazgeçemiyorduk hiçbirimiz. Bilmece bildirmece tabut üstü koşturmacaydı hayat. Biz, bize düşeni, üzerimize düşürüleni, ezilişimizi yaşıyorduk oradan oraya koşup dururken. Dinlenmek nedir bilmiyorduk. Öğretmenlerimiz öğretmemişlerdi çünkü. Çünkü onlar da bilemiyordu aslına bakmanın ne demek olduğunu, ortada duran bir işin.
Öylece akıyordu zaman. Biz sadece peşi sıra gitmeyi biliyorduk. Durmadan boş gözlerle bakıyorduk. Görmek ayıp sayılıyordu. Görenler suçlu… ve suçlamak için ne kadar çok insan sıradaydı. Şaşırmamak olanaksızdı. Ama biz şaşıramıyorduk. Çünkü şaşırmak görmek sayılırdı. Ve sayamıyorduk suçları, suçluları, ama en çok da suçlayanları. Sonunda “unut gitsin”in büyülü tadı çalınıyordu damaklarımıza. Dilimiz lal, gözümüz kör, devam ediyorduk koşmaya.
Ve bu yüzden acılarımız kısa sürüyordu. Borçluyduk hayata. En azından bize acıları, kötülükleri çarçabuk unutturacak sihre sahip olduğu için. Ayrıca acılar, başımıza gelmemesi gereken şeylerdi. Gelirse de çabucak geçip gitmeliydi. Benim de yakamdan tutuyordu zaman zaman acı denen o amansız zorba. O yüzden, işte sırf o yüzden borçlanıp duruyordum ben de hayata. Sözün kısası, bir teşekkür borçluydum bende hayata. Bozdurup “sorular” aldım karşılığında. Ardı arkası kesilmedi hiçbirinin. Ve cevapları hiçbir zaman tam olarak ödenemedi.
Bütün köpekleri vurdular buralarda. Bütün kuşlar ölü. Bir dilenciler kaldı, bir de cevaplanmadık sorular. Hiçbirimiz meçhule mecbur değildik aslında.
YORUMLAR
Bütün köpekleri vurdular buralarda. Bütün kuşlar ölü. Bir dilenciler kaldı, bir de cevaplanmadık sorular. Hiçbirimiz meçhule mecbur değildik aslında
canım sıkıldı dedim eskicide birşeyler vardır
şiirleri silmişsin buraya geldim
harika bir çalışmaydı
çok büyük haz duydum okuaktan
sevgilerimle kardeşim
sağol
bana göre hayat bize borçlu...sevgiyi sunduk karşılıksız ve koşulsuz...emeği sunduk karşılıksız ve koşulsuz...bunları borç verdik O 'na...birilerine vermiş olduğumuzu zannetsek te O ' na verdik...evren denen araziye ektik...ve şimdi biçme zamanı...kalpler ve cepler hazır olsun...açık olsun...verdiğimiz sevgiler ve emekler yolda...az kaldı bize ulaşmasına...bir el açıp istemek kadar yakınlar bize...
dilenciler bana hep bunu hatırlatmıştır ve onlara da hep bunu söylerim...O 'ndan isteyin...ellerinizi O 'na açın...dilenciler de ölmeden bunu görüp öğrenmeli...
cevaplara gelince onlar soruların içinde...
meçhul...yani bilinmez...bilinmezin de kendine ait bir düzeni vardır...bilmeyen biziz...O bilir...bilinmeze güvenmek gerekir...