Kızıldağ'da -1
Anlat dedim. Bir çırpıda anlatırsa sanki rahatça dökecekti içini. Bir saniye durdu. Duvara baktı. Kırklık sarı bir ampulün odayı aydınlatışını düşündü yine biliyorum. Hala bir mağara adamı gibi şaşırıyordu. On beş yıldır duvarda asılı duran o çirkin tablo, koltukların ahşap ayakları, sarı yeşil dikdörtgen üzeri hafif gölge desenli bu berbat parkeler beyninde dönüyordu. Hepsi bu kadar güçsüz bir ışıkla sonsuzca belirginken ışık söndüğünde yoktan farksız olduğunu düşünüyordu şu küçücük bir saniyede.
“Ben ve Muharrem”. dedi. Şaşırmadım ama şaşırmış gibi yapmak geldi içimden.
Çünkü Muharrem ta kendisiydi. Cümleyi kesebileceğimi düşündü ve kendisi kesip, “Benden de öteki olan Muharrem” dedi ve devam etti:
“Denizde yürüyebiliyorduk. Fakat benden öte olan Muharrem denizin altında baş aşağı yürüyordu. Benim adımlarıma basaraktan.
“Basmasa?” Dedim.
“O ya da ben fark etmez basmazsak ikimizden biri bu lütuftan azat olacaktık. Ayrılmayı denedik. Düşüyorduk. Yıllarca yürüdük bu şekilde ve biz bazen birbirimizin yaşantısını merak ediyorduk. O omzuma konan her kuş için bir göz yaşı döküyordu. Ben onu takip eden her balık adına bir hastalıkla savaşıyordum.
“Kara yok muydu?”
“Kara yoktu, Üstü tuzlu su ile kaplı bir çöl. Bazen derin, çoğu zaman derin. Çünkü sığ yerlerde benden öte Muharrem iki büklüm oluyordu.
“Kimse yok muydu?”
“Benden öte Muharrem ile biz birbirimize yetiyorduk. O balıkça öğrendi. Ben bulutça, kuşça. Geceleri yıldızca. Şimdi bitti hepsi. Biliyor musun Evin? Biz hiç karanlıkta kalmadık. Bu odalar, duvarlar gömüyor insanı karanlığa. Gece hapis değil. Gecenin bir sözlüğü var. Görmesini bilene bir aydınlığı var. Bu oda gibi değil.
“Şimdi Muharrem nerede?”
“Hangimiz?”
“Senden öte olan?”
“İçeride çağırayım mı?”
Şaşırdım. Çünkü bu diyaloğun gerçekleştiği o dört saniyede o kadar rahat ve sadeydi ki… Sanki yıllardır içeride uyuyormuş da birisi ona bu teklifi yapsa da uyandırsaymış gibi hevesli fakat olağan bir ses tonu ve mimikle beni anlattığı belki yüzüncü enteresan ve abuk hikayeye rağmen yine şaşırtabilmişti. Muharrem’e baktığınızda o sadece Muharremdi. Basit işler yapan, sade yaşayan… Tek başına kendine basitçe yetebilen bir erkek. Yani çok fazla ya da eksik değil. Canı çektiğinde güzel bir pirinç pilavını yapabilen fakat gayet olağan bir şekilde mantı açmayan bir adam. Kızıldağ’ın herhangi bir sakininden farksız. Hatta normal bir insandan farksız. Sadece genç yaşına rağmen uzun yıllardır yalnız başına yaşamaktaydı. İnsanları reddetmiyordu ama çağırmıyordu da. İnsan beyninin sınırlarını zorlayarak kendi içinde yaratabildiği dünyaların ona fazlası ile yetebileceğine inanmış bir adam. Hasta demek ona hakaret olur. Ne kendine ne bir canlıya zararı vardı Muharrem’in. Daima nazik duruşu, misafirperverliği, çevredekilere yardım edişi ve soru sorulmadıkça bir şeyden bahsetmeyişi ile bilinirdi. Sorulduğunda ise çoğu zaman anlattıklarından ötürü deli gözü ile bakılırdı. Bu bakış onu rahatsız etmezdi çünkü bünyesi dışında vuku bulan herhangi bir maddeye karşı bir sevgi ya da bağlılık barındırmıyordu. Bu benim için ilginç derecede rahatsız edici. Aynı zamanda da ilgi çekici. Bu adam bende her saniye daha fazla merak uyandırıyordu.
YORUMLAR
Beni bende demem, bende değilim,
Bir ben vardır bende, benden içeri. Yunus Emrenin bu mısralarını hatırlattı bana yazınız...
İzole ama mutlu yaşam Muharremin hayatı... Tebrikler arkadaşım..