- 662 Okunma
- 0 Yorum
- 0 Beğeni
Sevgilinin doyumsuz acılanmaları ile düşmek üzere olan alnımız…1
An gelir kendine rağmen, her kes gibi bir yerlere veya düşlediği bir yere gitmek ister insan…
Kaybettikleri ile kaybetmek istemedikleri arasında kendine göre an an karşı çıksa da bu kararsızlıktan kurtulup ait olduğunu hissettiği bir yere veya birinin yanına gitmek ister insan…
Aslında beklenmedik kararsızlıklarla kendine isyanla çekip gitmem lazım bu sıra dışı yaşamın içinde nefeslenip kendi kendini oyalama düşleri kurarak basıp gaz pedalına, sinsi bir gülümseme ile içine düşen serinlikle bir başka sahile kapak atmak ister aslında…
Yerinde duralı uzun bir zaman gibi bir vakit geçmişti…
Muhteşem sahil görüntülerinden elde ettiği fotoğraflara bakıp, ruhsal bir dinginliğe ulaşıp, ruhunun sakinleşmesini bekleyecekti…
Farklı yerdeki denizin, karaya burnunu sokarcasına meydana gelmiş gölgelikli koylar bir birinden güzellik yarışındaki gülümsemeler gibi, ayrılamayacak gülümsemelerde sanki…
Her koyun kendine has kokusu ve ışıklanması ile denizin gururlu duruşu ve kendine has dalga süzülmelerinin insan yüreğindeki sevme duygusu ile kapışmıştı sanki…
Ve yalnızlık. Her yalnızlık zamanlarının kendine ait bir gülümsemesi vardı bazı yerlerde sinsi gülüşlerde, bazı ye3rlerde de albenisi yüksek bir duruşu vardı koyun ve denizin…
Böğürtlenler ve kızarmış kara üzümlerin yalnızlığı ile kendi kendime konuşur gibi her şeyin sonu olduğu gibi bu yaz da alımlı, salınımlı uzaklaşıyordu yaşamımdan…
Aslında yalnızlığımı yapıştırmak istediğim bir meyve düşünmüyordum kendime özel, kendimle barışık ve dıştan bakılınca sanki zavallılık gibi görünen yalnızlık duruşum aslında kendi kendimle kendi ruhum ile çatışma halindeydim…
Doyumsuz zaman tüketmesiydi aslında bu davranış ama sanki biri ile yarışır gibi kendi kendime yol haritaları çizip belki de kendimden kaçıyordum belki de ama imkânsızdı kaçıp kaçıp yaşamımdaki yol izlerini çoğaltıp sen sevgili belki de gezginlik yalnızlığımda senden geride kalmıyordum…
Senin uzun uzun denizi seyrettiğin ve üst üste birkaç sigarayı bitirmeden can sıkıntısı hali gibi kızgınlıkla yeni yakılmış sigarayı küllüğe bastırıp, belinden bükerek söndürüşün geldi şu an aklıma…
Ne garip bir duygu diyordum. Kendi kendime kızgınlıkla olmadık cümlelerin ardından
Derin derin nefes alıyordum…
Tükürmek gerek bu anlamsız düşüncelere ve artık sebebini bilmediğim düşüncelerin içinde dolaşmamak gerekiyordu…
Yıllar, yıllar sonra izinden gitmek ne alakasız bir tavır ve hareket düşüncesi…
Kime karşı bu acımasız düşünce tavrı?
Kime küskünlük ve kime karşı merak duygusu ile izinden gitmek veya daha önceleri gittiğim yerlere tekrar gitmek.
Aslında mantıken kendime acınılası bir davranış bozukluğu sanki…
Geçmişte yaşanmış yerleri tekrar görüp orada nefes alırken hissettiğim duygulardı aslında…
Senli gittiğim çok yeri, tekrar gidersem sana karşı olan öfkem ve kinim geçecek miydi?
İşte sorun burada idi, göstermelik bir ayrılık acısı ve yalnızlaşma duygularını yaşarken, tekrar o yerlerde canlanan anıları kontrol edebilecek miydim veya kendi irademle oralara gidildi, yaşandı ve bitti deyip seni kendime efsaneleştirip, ömür boyu bu kıskaca tutsak mı olacaktım…
Yaptığım, bu yaz tüm yalnızımsı gezilerimde seni gıdım gıdım tüketiyordum aslında…
Artık hiçbir senli yere tekrar gidişimle oralarda ağlamayışlarımdı veya ağlayamamışlıklarımdı…
Tıpkı senin yaptığını defalarca yaptım bu sene, senin benim bulunduğum kumsala bana yaklaşırcasına göz göze gelişimizden sonra, dönüp gittiğin gibi…
Sen tüketemedin beni kendinden…
Önceleri yazdıklarını derleyip, bohçalayıp, yavaş yavaş yaşamak istediğin
benim yazmalarım gibi, bunların hepsi boş uğraşlar ve içimizde tüketmeye çalıştığımız sevgi gibi masumluğunu yitirecek cümlelerin gölgelerine sığınmak gibi boş yaşam boşluğu bunlar…
Ne yazık ki sevdik birbirimizi ve sen beni ben seni anlatırken birçok kitap yazdık birbirimiz için…
Ben bu yazdıklarımı yayınlarken, hafifliyorum, sense kitaplarınla ölümsüzlüğe ulaşacaksın ama bir de kendi ismini kullansan…
Evet sevgili, yaşamdaki çok sevmenin ezikliğinde yaşıyoruz ikimizde…
Ama onur ve utku bizim sadece kurtuluşumuz…
Sadece güven ve sessizliğe gereksinimiz var…
Sen şehrini terk ederek bir bataklıktan çıkar gibi girdin yeni yaşantındaki kimliğine, ama kimse kimseye ben eskiden kahramandım diyemiyor, senin bana “sen benim kahramanımsın” dediğin günlerin hatırına artık hayatıma iz bırakmaktan vazgeç ve ben de senin izinin peşinde olmaktan kurtulayım…
İkimiz de onur savaşı verdik birbirimize ve bu savaşın kahramanları artık hatıraları ile dar nefesler alıyor…
Hiçbir sonsuza ulaşmıyordu bitti dediğimiz her şey, yavaş yavaş sona ulaşıyordu
bizim yaşamımıza dahil…
Çok sevdim cümlesi de değişime uğrayıp “sevdim” kelimesinden cümleden kelime olgusuna düşüyordu…
Evet ben de seni, senin dediğin gibi benim de hislerim doruk noktasında iken, büyük bir onurla “ben de çok sevdim seni” diyordum haz alarak…
Ama yıllar bu yanılgıya dönüştükçe, sadece kendime acılanıyorum ve bağrınıyorum sessiz seslerle boşuna bu acılanmalar ve boşuna bu yanılgılarla bağrınmalar…
Yavaş yavaş sona yaklaşıyordu bu bitmez denilen duygularım…
Dokuz kapı, dört duvar, aralara doluşmuş pencerelerden ve ömrümün uzun bir kısmı içine sığınmış bir barınak…
Tüm düşlerim, sıkıntılarım, sevinçlerim ve sen sevgili, yaşamımda dar zamanlar dediğim ruhsal yapımla bana omuz vermiş, tüm düşünceleri birkaç yere sığdırmışken yaşamıma yeterli olmamasına rağmen, o zamanlarda biraz serinlik vermiş olan sen…
Şimdilerde yaşamıma köstek atarak, tüm ömrüme daldırdığın mızraklarla içimi parçalayan sen ve yarınlara acımasız acıları da ilave edendin…
Artık yaşamımın içinde olmamana rağmen, süregelen dokunuşlarınla ruhsal acılanmalarıma sebep olan yine sendin…
Süregelen acılanmalarımı bu günlere de sendin, ulaştırandın...
Bunun sebeplerine gelince de sadece senin bildiğin haklılıkların da olabilirdi ama hak etmediğin yoğrulmalara beni sokmanın da anlamı yoktu…
Yaşam sevmelerin yanında bana sunduğu acılanmaları da kabullenmekten başka bir seçenek de sunmadı bana senle beraber…
Ve zaman hak edenlere hak ettiğini vermekte de çok başarılı idi…
Toparlanıp gidiyoruz işte, arkamızda kalan dünler, dünlerin ardında ise yaşam, yaşamın içinde ise sevgili gülüşü, sonra da sevgilinin çatık kaşları, insanın içini yırtan sözleri, acılanmaları ve de sevgilinin ağlama sesleri işte…
Toparlanıyoruz şimdilerde, elimizde avucumuz açık kalmışken içine acılar doluşmuş, imkânsızlıklar tepinmekte…
Sonra hızlı hızlı çarpan yüreğimdeki anlamsız düşüncelerle doluşmuş titremeler yaratan acılanmalara koşan özlem…
Ve sevgilinin doyumsuz acılanmaları ile düşmek üzere olan alnımız…
Sonra seni sevdim de ne oldu başım göğe kalktı ve sevgili bundan sonra yaşam hep çakıllı yolarda geçecek eminim, derken alnımı yerde gördüm de ne oldu sanki…
Karanlıkta yolda durmayıp, devam etmekten başka çaresi olmayan bedenin tüm öfke kontrolünü yaparak, yola devam etmekten başka çaresi olmayanların yaptığı gibi, sessiz ve korkusuz devam etmekti yaşama…
Başka bir yol işareti aramadan, sevgiye köle olmadan yaşama boyun etmek gerekti…
Ve yalnızlık, tüm yaşamın nirengi noktası haline gelmişken, kendime karşı verdiğim sözlerle denizin derinine baktığımda, diplerde yaşayan yüzgeçleri parlayan veya dip deniz rengini kendine kamuflaj yapmış yaşamın içinde olanlarla eşleştirdim kendimi ve dedim ki diplerde bile olsan yaşamın içindesin ve yalnızlık artık benim sembolümdü…
Artık derin denizlerdi yolculuğumun kalan gizemli yaşamımın arda kalanları…
Rüzgâr benden yanaydı tek hareket ve tek haykırış gerekliydi artık, “fora yelken” derken ardıma bakmamayı da sinsice kendime ihtar ediyordum…
Mustafa yılmaz
YORUMLAR
Henüz yorum yapılmamış.