- 771 Okunma
- 0 Yorum
- 0 Beğeni
BİR SEVDADIR MEZOPOTOMYA/ İBRAHİM ERYİĞİT
Mezopotamya’nın, diğer adıyla Beyt Nahrin’in iki nehir arasında kalan bölge olduğunu bilmeyenimiz yoktur. Mezopotamya, güneyde Basra Körfezi, kuzeyde Güneydoğu Toros Dağları, doğuda Zağros Dağları, batıda Suriye Çölü ve Arabistan Çölü ile çevrilidir. Doğu Anadolu’daki karlı dağlardan doğan ve Güneydoğu Toroslardaki kar ve yağmur sularıyla güçlenen Dicle ve Fırat, Bağdat yakınlarında birbirlerine çok yaklaşır ve Kurna şehrinde birleşirler. Birleştikten sonra Şattü’l Arap ismini alan nehir, Basra Körfezi’nden denize dökülür. Dicle ve Fırat’ın sürükleyip getirdiği topraklar Mezopotamya’nın güneyinin çok verimli olmasına neden olmuştur. Dümdüz uzanan ova, Mezopotamya’nın kuzeyinde oldukça bereketli ve daha ılıman iklimli bir yaylaya dönüşür. Büyük bölümü bugünkü Irak’ın sınırları içinde kalan bölge, tarihte birçok medeniyete ev sahipliği yapmıştır. Mezopotamya, bazı kaynaklarda medeniyetlerin beşiği olarak adlandırılır. Bereketli toprakları ve uygun iklim şartları nedeniyle çok eski zamanlardan beri yerleşmeye sahne olmuş ve birçok istilaya uğramıştır. Bilinen ilk okur-yazar toplulukların yaşadığı bölgede birçok medeniyet gelişmiştir.
Mezopotamya Sümer, Babil, Asur, Akad ve Elam gibi en eski ve büyük medeniyetlerin doğduğu ve geliştiği yerdir.
Mezopotamya tarih boyunca farklı kavimlerin bir arada yaşadığı bir bölge olmuştur. Bölgeye uzun süre devam eden sürekli göçler, hem siyasi iktidarın belirli bir çizgi izlemesini engellemiş hem de kültürel ve teknolojik anlamda şehir ve toplumların gelişimini hızlandırmıştır.
Güneydoğu Anadolu’da Çayönü (Diyarbakır) ve Göbekli Tepe (Şanlıurfa) gibi yerleşim yerleri Neolitik dönemde Mezopotamya’daki göze çarpan yerleşim bölgeleridir. Bunlara kuzey Irak’taki Cermo da eklenebilir. Bu yerleşimler dönemin kültürel ve teknolojik gelişimini anlamak için önemlidirler.
Tarım gelişimi ve köy yaşamının başlangıcından yazının ortaya çıkışına kadarki dönemin ünlü yerleşim bölgelerine örnek olarak Samarra, Tell Halaf ve Hasuna verilebilir. Bu dönemde her kent aynı zamanda ayrı bir kültürel tarz ortaya sunmaktaydı. Bu kentlerin ortak yönü konutların ortaya çıkışıdır. Yine de konutların mimari tarzı kentten kente değişiklik gösterir. MÖ 5500-MÖ 5000 dolaylarında Mezopotamya’da öne çıkan iki kültür kuzeyde Halaf Kültürü ve güneyde Ubaid (Obeyd) kültürleridir.
Bölgenin bir sonraki evresi Uruk dönemi (MÖ 4000-MÖ 3100) olarak anılabilir. Bu dönemde güneydeki kentler büyük oranda gelişmiştir. Bu gelişmeler sadece kültürel yönde değil aynı zamanda teknolojik yöndedir de. Uruk kenti, dönemi tam olarak yansıtan bir şehir olarak, çok önemli bir konumdadır. Sulu tarımın geliştiği bu dönemde, madencilik ve teknoloji alanlarında da ortaya çıkan gelişmeler kentlerin genel durumunu yükseltmiştir. Uruk kentinin ünlü Mezopotamya kahramanı Gılgamış’ın evi olduğu da sözlü kültür kaynaklarında yer alır. Bu dönemde ticaret büyük oranda gelişmiş ve Mezopotamya’nın o dönemde bilinen sınırları içerisinde yoğun bir ticaret ağı oluşmuştur. Ayrıca, Anadolu ile yapılan ticaret, Anadolu halklarının kültürünü de sınırlı anlamda da olsa taşımıştır. Bu dönemin sonlarında yazı geliştirilmiş ve kayıt tutulmaya da başlanmıştır. Bu dönemlerde ve daha sonra bir süre güneydeki gelişimlerin kuzeye geçmesi uzun zaman almıştır.
Sözün burasında, Sümerlerden bahsetmemek olmaz tabi. Mezopotamya’da yaşayan birçok farklı kavimden ilk öne çıkan ve daha sonraki medeni oluşumların temelini atan Sümerlerdir. Gerek yazı, dil, tıp, astronomi, matematik gerekse din, fal, büyü ve mitoloji gibi alanlarda ilk öne çıkan ve bilinen toplumdur Sümerler. Sümer döneminde Mezopotamya’da 18’i büyük olan, yaklaşık 35 şehir ve kasaba vardı. Bu şehirlere örnek olarak, Kiş, Nippur, Zabalam, Umma, Lagaş, Eridu, Uruk ve Ur söylenebilinir.
MÖ 2400-2350 yıllarında Sümerler düşüşe geçerken, Akadlar yükselişe geçmiştir. Akadlar Sami kökenli bir topluluktur. Sümerler döneminde Mezopotamya’ya göçen bu topluluk Sümer kültürünü benimsemiştir. Sümerler sonrasında Mezopotamya’nın lideri konumuna gelen halk, Mezopotamya’daki medeni gelişimin öncüsü Akadlar olmuştur. Ayrıca, Akadlar daha sonra Mezopotamya’da güçlü konuma ulaşarak, yine Sami kökenli Asur ve Babil halklarına da öncülük etmişlerdir. Zafer Anıtı’nı inşa etmişlerdir. Çok tanrılı dinlere inanmışlardır. Akadlar, Sümerlerden farklı olarak şehir krallıklarından çok, Evren veya Dünya krallığı kavramını Mezopotamya’ya getirmiştir. Bölgenin merkezi bir idare eline geçmesi de ilk kez Akadlar döneminde olmuştur. MÖ 2150’de tekrar güçlenen Sümerliler bu devleti yıkmışlardır. Daha sonra Sümer kökenli olmayan kavim ve sülaleler egemen olmuşlardır. Yine de bu dönem kültürel, dini ve mimari açıdan medeni gelişimi büyük oranda etkilemiştir.
Daha sonraları, kuzeyde büyük bir siyasi güç olarak Asur, güneyde ise din ve kültür merkezi olarak Babil öne çıkmıştır. Milattan önce iki bin yılın başlarında yükselen kavimlerden biri Asurlardır. Özellikle oluşturdukları geniş ticaret ağı onların Mezopotamya kültürünü farklı bölgelere yaymasına ve farklı kültürleri de Mezopotamya’ya taşımasına neden olmuştur. Anadolu’ya yazının gelmesi de yine bu dönemdeki Asurlu tüccarlar sayesinde olmuştur.
Diğer yükselen kavim ise güneyli Babil’dir. Amurru kökenli olan Eski Babil sülalesi, 5. kral Hammurabi ile dönemin diğer krallıkları üzerinde egemenlik kurmuştur. Bu sıralarda Anadolu’da Eski Hitit Devleti fetihlere başlamış ve sonunda Hitit Kralı I. Murşili MÖ 1595 yılında Babil’i alarak Babilin egemenliğine son vermiştir.
Yeni Asur Krallığı sonrası dönemde Babil yükselişe geçmiş ve Yeni Babil olarak anılan bir dönem başlamıştır. Yeni Babil, Asur’un bütün topraklarına egemen olduğu gibi çevre krallıklara birçok sefer düzenlemiştirler. Bu sıralarda Medler Urartu devletine son vermiştirler. MÖ 539 yılında Perslerin Babil’i ele geçirmesiyle Yeni Babil son bulmuştur. Bu dönem ve sonrasında Persler bütün Mezopotamya’yı egemenlikleri altına almışlardır.
Mezopotamya Büyük İskender’in Persleri egemenliği altına alışına kadar Perslerin egemenliği altında olmuştur. Daha sonra bir süre Pers imparatorluklarının egemenliği altında kalmış, daha sonra Romalılar kuzeybatı bölümünü egemenlikleri altına almışlardır. Pers Sasani İmparatorluğu döneminde egemenlikleri altındaki Mezopotamya’nın büyük kısmı Del-i Iranşahr, yani, İran’ın Kalbi olarak anılmaya başlanır ve başkent Mezopotamya’da yer alır. M.S. 7. yüzyılın erken dönemlerinde Arap halifeleri Şam’ı kontrol altına alır ve zaman içinde Mezopotamya Arapların egemenliği altında tekrar birleşir. Yine de bu dönemde iki vilayet şeklinde idare edilir: kuzeyde Musul başkent, güneyde Bağdat başkenttir ki Bağdat daha sonra hilafetin de başkenti olur ve 1258 yılına kadar böyle kalır.1508-1534 arasında Safaviler kısa bir dönem için Mezopotamya’yı kontrolleri altına alsalar da 1535’te Osmanlı Devleti Bağdat’ı fetheder. Osmanlı Devleti’nin egemenliği sırasında Mezopotamya üç vilayete ayrılarak idare edilir: Musul, Bağdat ve Basra. I. Dünya Savaşı’nın sonunda Mezopotamya kısa bir süre için İngilizlerin yönetimine geçer ve İngilizler bugünkü Suriye ve Irak’ı bir Haşimi yöneticiye bağlı bir devlet olarak kurar. 1920’de İngilizler tarafından Irak ulus devleti kurulur ki bugünkü Irak sınırlarının yanı sıra, bugünkü Kuveyt de sınırlara dâhildir. Daha sonra 1961 yılında Kuveyt bağımsızlığını ilan eder.
Bu tarihi bilgilerden sonra, Mezopotamya doğan ve gelişen eğitim ve bilimi anmadan geçmek olmaz. İlk yazı denemeleri piktogramlardan geliştirilmiştir. Bunlar hikâyeleri, tarihi ve bazı olayları anlatan tabletlere çizilmiş resimlerdir. Daha sonraları farklı harfler için farklı işaretler geliştirmeye başlarlar ki buna çivi yazısı denmiştir. Bu yeni yazı türü kısa sürede yaygınlaşır ve piktogramlardan daha fazla kullanılmaya başlanır. Harfler, kil tabletler üzerine çizilir ve pişirilirdi. Mezopotamyalılar iki sayı sistemine sahipti. Sümerler, zamanı altmış dakikalık saatlerde ölçen ilk insanlardır ve haftada yedi günlük bir takvim de oluşturmuşlardır. Babilli astronomlar gündönümü ve tutulmaları hesaplayabiliyorlardı. Astronominin gelişimi din ve mitoloji ile iç içedir zira insanlar astronominin bir amacı olduğuna inanıyorlar ve ona bazı dini veya mistik unsurlar yüklüyorlardı. Örneğin ay ve güneş tutulmaları kötü yorumlanıyordu. Her ne kadar anatomi ve tıp konusunda bilgileri olmasa da tıbbi tanı listeleri oluşturmuşlar, hastalıkları gözlemlemişlerdir.
Yukarıda da belirttiğimiz gibi, Mezopotamya büyük oranda göç almış, birçok kavime ev sahipliği yapmıştır. Fakat göç eden toplulukların çoğu var olan Mezopotamya kültürünü benimsemiş, ayrı bir kültür veya dil olarak barınamamıştır. Bu nedenle, Mezopotamya’da yaşamış çoğu halkın yazılı kayıtlar sayesinde sadece isimleri bilinmektedir. Bugüne ulaşan çivi yazılı kayıtlar, tabletler sayesinde Mezopotamya’nın en yaygın dillerinin Sümerce ve Akadca olduğu söylenebilir. Bu dillerden Sümerce, Türkçeyle büyük benzerlikler göstermektedir.
Bunların dışında Hurrilerin Mezopotamya’ya girişi ve daha sonra Mitannilerin liderliğinde önemli bir siyasi konuma gelmeleriyle Hurrice de, en azından bir dönem için, Mezopotamya’nın önemli dillerinden biri sayılmıştır. Hurriceye dair pek bilgi yoktur, fakat yapılan araştırmalar Hurricenin Kuzeydoğu Kafkas Dil Ailesine yakınlık gösterdiğini ortaya çıkarmıştır. Urartuca da yine aynı dil ailesine yakınlık göstermektedir. Sümerce gibi diğer dillerden farklı özellikler taşıyan bir Mezopotamya dili de Elamca’dır.
Her ne kadar bir önsöz yazısının sınırlarını aşacağının farkında olsak ta eski Mezopotomya’da yürürlükte olan hukuktan, destanlardan ve Zigguratlardan da bahsetmek istiyoruz. Hammurabi kendi yasaları ile ünlü kraldır, Hammurabi kanunları (MÖ 1780) bulunmuş en eski kanunlar olup, Eski Mezopotamya’dan günümüze en iyi korunarak gelebilmiş eserdir. Kanunlar 282 adet yasa içerir. Hukukun temeli atılan Mezopotamya’da Hammurabi kanunlarında yer alan, evlilikle ilgili kurallar da medeni hukukunun temelini oluşturmuştur. Destanlar çoğu zaman hem tarihi, hem de dini/mitolojik öğeler taşımaktaydı. Yine tarihi kayıtlarda da dini ve mitolojik unsurlara rastlanır. Örneğin kral listelerinde mitolojik unsurlarla gerçekler karışık biçimdedir. Daha sonraları ortaya çıkan birçok dinde de geçen ve araştırmacılarca Mezopotamya kaynaklı olduğu düşünülen anlatılara "Tufan" ve "Yaratılış" örnek olarak verilebilir. Zigguratlar Mezopotamya’da Kil ve balçıktan yapılan tapınaklardır. Zigguratlar yedi katlı olup üç ana bölümden oluşur. İlk katlar erzak deposu, orta katlar okul ve tapınak, son katlar ise rasathane olarak kullanılmıştır.
YORUMLAR
Henüz yorum yapılmamış.