- 571 Okunma
- 0 Yorum
- 0 Beğeni
MEKTUBU BİTİRMEK
Hayat, silgi kullanmadan resim çizme sanatıdır. John Chirstion
Mektup! Günümüzde anlamını yitirmış olsa da, yakın geçmişte yaşamımızda çok, ama çok önemli bir yere sahipti. Telefon, internet gibi haberleşme aletlerinin olmadığı dönemlerde, haberleşmemizin hemen hemen tek aracı, mektup olurdu. Önümüze bir beyaz kâğıt alıp, bir süre bu boş kağıda bakıp, düşüncelerimize odaklandıktan sonra, elimizdeki kalem ile, gönlümüzden geçenlerin titreşimini, kelime kelime yazdığımız mektup. Her cümlede durup düşünerek, kelimeleri tartarak, bazen elimiz titreyerek yazdıklarımız: Yazarız, yazarız,yazarız…En sonunda imzamızı attığımız ve gönderdiğimiz mektup. Yani bizi yansıtan bir belge. Bizim yaşam öykümüz de bir mektuba benzemiyor mu? Gelin okumaya çalışalım bu yaşam mektubunu.
Dolmakalem kullanarak yazdığımız mektupta, yazdıklarımızı düşünerek, tartarak yazmak zorundayız. Çünkü dolmakalem mürekkebi kolay kolay silinemezdi. Yaşamımız da böyle değil mi? Yaptığımız bir davranış, söylediğimiz bir söz, asla geri alınamaz. Pardon deyip, düzeltsek dahi, izi kalır. Tıpkı tahtaya çaktığımız çivileri, pardon yanlış çaktım diyerek söktüğümüz zaman, kalan çivi delikleri gibi. Yukarıdaki veciz cümlede: “Hayat, silgi kullanmadan resim çizme sanatıdır diyen” John Chirstion da, aynı şeyi ifade etmiyor mu? Silinmez, kaybolmaz yazılar yazarız hayat defterine.
Mektubumuzun, giriş bölümüne genellikle selâm, hatır sorma ile başlarız, sonra gelişme bölümünde anlatmak istediklerimizi detaylandırırız, en sonunda sonuç kısmına geliriz. Altına da ismimizi yazar, imzamızı atarız. Artık bu yazı bizi temsil eder. Yaşamımız da bir mektup gibidir sanki Bebeklik, çocukluk dönemleri giriş, yetişkinlik dönemi gelişme, yaşlılık sonuç bölümününe karşılık gelebilir. İmzamız da ölümdür sanırım. Ancak, bazı kişilerin yaşamı, sadece giriş bölümünden ibarettir; hiçbir zaman yetişkin olamaz bu kişiler. Basit bir canlı tü-rünün temsilcisidir denebilir bu kişiler için. Bazıları, yetişkinlik dönemlerinin gereğini yerine getirirler. Ancak, sonuç bölümüne bir türlü ulaşamadan, yaşamları sona erer. Çok az bir kesi-min ise, özellikle yaşamlarının son bölümü çok verimlidir. Yetişkinlik dönemlerinin tüm biri-kimini, yaşlılık dönemlerinde sentez yaparak, tüm yaşamının bir muhasebesini yaparlar. Yani sonuç bölümü mükemmeldir. Herkese ders verir niteliktedir. Çoğu kişinin mektubu kaybolur gider. Ancak değerli mektuplar saklanır, korunur, kütüphanelerde, hatta müzelerde tüm in-sanlığın görüşüne sunulur. Ölüm ise, imzamızdır yaşamımızın! İmzanın takdirle anılması, yaşam sanatına bir iz bırakılması ile mümkündür.Yaşamlarımızın öyküsü, ya kaybolan mektuplara benzer, ya da korunan, ders alınan mektuplar gibidirler.
Mektupta kullanılan uslûp / tarz da çok önemlidir. Bazı mektuplar, tuzu, yağı, malzemesi eksik yemeklere benzer, tatsız tuzsuzdurlar. Lokmalar insanın boğazından bir türlü geçmek bilmez. Bazı yemeklerin ise, tadına doyum olmaz; insanın yedikçe yiyesi gelir. Mektuplar da yemeklere benzer. Bazıları kuru, cansız, isteksiz, zoraki yazılmıştır sanki, okumak bir çeşit eziyettir okuyan için. Ama bazı mektuplar vardır ki, capcanlıdır; zevk, neşe, bilgi, arzu harmanları fışkırır her kelimesinden, her cümlesinden, her paragrafından. Mektubu bir solukta okursunuz, doyumsuz bir haz hissedersiniz tüm damarlarınızda. Kalbiniz kabarır, tekrar tekrar okumak istersiniz, mektubun çekim gücünden kendinizi kurtaramazsnız bir türlü. Yaşamlar da böyle değil midir? Bazı yaşam öyküleri sıkıcı mı, sıkıcıdır. Kimsenin ilgisini çekmez bu yaşamlar. Sonunda çöpe atılan yemeklere, yırtılıp atılan mektuplara benzer sanki. Az da olsa tadına doyulmayacak yaşam öyküleri hepimizin ilgi odağı haline gelmez mi?
Bazı mektuplar sadece yazıdan ibarettir. Bazıları ise resimler, şekiller, renkli mürekkeplerin kullanıldığı altı çizili cümlelerle doludur. Birinci tür yaşamlar sade, kuru, renksiz, cansız, neşesiz, dünyaya geldiğine pişman olmuş bir görünüş sergilediği halde, ikinci tür yaşamlar canlı, hayat dolu, her şeyde bir güzellik gören, her duyu organının hakkını veren, yaşama bir anlam katmaya çalışan insanlara benzer.
Bazı mektuplar uzun, bazıları ise kısadır. Önemli olan uzunluk veya kısalık değildir. Önemli olan mektubun
içeriğinin güzel olmasıdır. Bazı mektuplar sayfalarca yazıldığı halde içeriği bomboştur; okursunuz, okursunuz, okursunuz hiçbir şey anlayamazsınız o yazılarda. Bazı mektuplar çok kısa olmasına karşın, çok şey ifade eder. Sanki vecizeler, atasözleri, bilgece söylenmiş özlü sözlerle bezenmiştir. Her cümle sizi bağlar, düşüncelere sevk eder. Bir şeyler öğrenirsiniz. Her paragraf bambaşka âlemlere götürür sizi. Hele sonuç kısmı muhteşemdir. Sanki, yaşamın anahtarını vermektedir. Bizim yaşam öykülerimiz de böyle değil midir? “ Hayat bir öyküye benzer, önemli yanı, eserin uzun olması değil iyi olmasıdır” diyen Seneca’da, yukarıda anlattıklarımız hususları veciz bir şekilde ifade ediyor.
Şimdi can alıcı sorumuzu soralım! Mektup kime hitaben yazılmıştır? Mektubun alıcısı kimdir ? Bence mektubu yazan da, mektubun alıcısı da kendimizdir. Evet kendimizdir! Tüm yaşam bize aittir. Doğduğumuz andan itibaren mektubumuzu yazmaya başlarız, ta ki öldüğümüz ana kadar. Öldüğümüz an imzamızı da atmış oluruz yaşam mektubumuzun altına. Sizce kime yazılmıştır mektup ?
YORUMLAR
Henüz yorum yapılmamış.