- 523 Okunma
- 0 Yorum
- 0 Beğeni
Dipte Dalgalar Var
Yine küskün bu çiçek... Sırtı dönük de olsa yüzünü saklayamıyor o boynu bükük, teslim olmuş, vazgeçmiş hâliyle. Yine de belli belirsiz de olsa bir koku salıyor etrafına. "Hepten de küsmemiş güneşe" dedirten tatlı bir esinti savuruyor, durmadan işleyen elleriyle.
Kahvaltı sofrası hazırlığına girişen her kadın gibi anneliği giyinmiş diğer kimliklerinin üstüne. Peki hangi kimliği böylesine küstürmüş onu dünyaya? Ruhuna gün boyu geçirdiği giysilerden hangisi dikiş yerleri atıp giyilemez olmuş? Çünkü diğer sabahlar bu kadar da örtmezdi diğerlerini anneliği; ara ara geriye çekilir, bir kadın, bir insan, bir arkadaş olarak belirmesine izin verirdi.
Masadaki şu duvar yüzlü adam mı yoksa o kimliğini böylesine örseleyip uzunca bir süre için atan evin en uzak köşesine? Öylesine bir geçirmiş ki sırtına anneliği; ondan öyle bir zırh yapmış, seven bir kadın’ı öyle ötelere itmiş ki; o adamı her sabahki o adam olmaktan çıkarmış, masadakilerden herhangi biri hâline getirmiş. "Anne" diyecek adam, nerdeyse onlar gibi... "Yumurta haşlanmadı mı daha?"
Adam mahçup bir bakışa dönmüş, büzüldükçe büzülüyor sandalyesinde. Bir şey saklıyor bedeninin bir yerinde sanki... Sanki bir yanı çok acır gibi... Çatalıyla kurcalayıp duruyor tabağındakileri. Yumurta çoktan haşlanmış olmalıydı. Sırtı dönük o kadın dönmeliydi yüzünü, tıpkı güneşe döner gibi... Masadakileri güneşi yaparak yönelmeliydi onlara. Hep öyle yapmaz mıydı zaten? Neden küsmüştü bu sabah peki bu nazlı çiçek? Ya da hangi hain bulut üzerine çöreklenip güneşini ısıtmaz etmiş, onu böylesine üşütmüştü?
Yumurtalar masaya gelmişti nihayet. Onları getiren o kadın annelerini de getirmişti masadaki o yeniyetme kızla o küçük oğlana. Ama sanki bir yanı eksik kalmıştı anneliğinin. Seven kadını da içinde barındıran o anne olmaktan çıkarıp tek kanadı kırık bir kuş gibi yarım bırakmıştı onu. Çocuklar o eksik yanını tamamlamaya çalışırken babalarının yüzünde, kalın bir duvarla karşılaşıyorlardı her seferinde. Anneleri her sabahkinden çok da farklı şeyler söylemiyordu oysa. Her zamanki gibi okulla ilgili sorular soruyor, ya da seyrettiği dizilerden söz ediyordu. Sesinde kırık kanat çırpınışlarından uzak bir dinginlik vardı. Ama bir şeyler yalanlıyordu sanki bu süt liman denizi. "Dipte dalgalar var" diyordu.
Telefona takıldı yeniyetme kızın gözleri. Öyle bir suçlu duruşu vardı ki, "annenin güneşini çalan bulut benim" diye öyle bir haykırıyordu ki o sus pus hâliyle; onu fırlatıp atmak istedi masadan. Yerine her sabahki annesini getirmek...
Babasını o kulağında fısır fısır konuşurken yakalamıştı daha geçenlerde Şeyda. Sanki telefona değil; sevgilisinin narin, küçücük kulaklarına fısıldar gibi o sözleri, şapşal bir tebessüm vardı yüzünde. "Tamam canım" diyordu tam da kendisini fark ettiği o anda. Tebessüm tuzla buz olmuştu bir anda gerçekliğin sert poyrazlarında: Kızı vardı karşısında. Kulağındaki telefonun ucunda da bu gerçeği yok sayan başka bir dünyanın fısıltıları... Birkaç saniye önce ne kadar gerçekti oysa! Şimdiyse koca bir yalana dönmüştü.
Tek kelime etmemişti ikisi de. Sahneyi geri sarmış, oradan devam etmişlerdi. Ama anlaşılan oydu ki babası bu filmi devam ettirmeye kararlıydı. Suç üstü yakalanmanın çiğ ışığında bir süre için kendiyle yüzleşmek zorunda kalsa da, kızının durumu yok sayan tavrı karşısında az önce yüzüne tutulan aynada karşılaştığı görüntüye sırtını dönmekte gecikmemiş, nefesini sığlaştıran o kapandan bir çırpıda kurtuluvermişti.
Şimdi anlıyordu Şeyda: Babasını utandırmamak adına yaptığı şey, onu cesaretlendirmekten başka bir işe yaramamıştı. Ona pencere olan bir aralık, derin derin içine çekip yenilendiği taptaze bir nefes olmuştu, kendisinin en küçük bir suçlamada bulunmadan oradan çekip gitmesi...
Ama Şeyda şimdi anlıyordu ki babasına bilmeden o pencereyi açarken içine tıkıldığı o daracık yerde; annesinin ardına dek açık pencerelerine duvarlar örüyormuş meğer. Birini kıstırıldığı kapandan kurtarırken diğerini başka bir kapana sokuyormuş.
Çay fincanına nasıl çarpmıştı eliyle de o kaza olmuştu, kimse anlayamadı. Sözüm ona zeytin tabağına uzanıyordu. Fincan devrildi ve az ötede duran telefona boca etti içindeki bütün çayı. Telefonun o sus pus duruşuyla kulakları sağır eden gürültüsü de sonsuza dek sustu böylece. Masaya oturduğundan beri ilk kez "ya çalarsa?" korkusu duymadan çayını yudumladı keyifle Şeyda. Karşısında oturan babasının gözlerinin ta içine bakarak "elim çarptı" dedi...
"Gördüm seni!" diyordu gözleri. "Bu kez görmezden gelmeyeceğim!"
YORUMLAR
Henüz yorum yapılmamış.