Kurtuluş Savaşı, Yedi Düvele Karşı Yapılmıştır…
Bu günlerde Kurtuluş Savaşı ve Lozan Antlaşmasıyla ilgili çarpıtmalar iyice ayyuka çıktı. Kendilerine tarihçi diyen bir takım gafiller, bulabildikleri her yerde bu doğrultuda kalem oynatıyor. Bunlar genelde Kurtuluş Savaşının kimlere karşı yapıldığını ele alıp, küçümsemeye o yoldan teşebbüs ediyorlar.
Ararında, "Kurtuluş Savaşı bir iç savaştı" diyebilecek cesarete sahip olanlar bile var. Hasan Bülent Kahraman adındaki Tempo yazarı bu konuda uçuk tezler ileri sürüyor. Düşüncesini şöyle kaleme almış: “Öncelikle savaşın üç ana gurup etrafında döndüğü kanısındayım. Bunlar Çerkezler, Kürtler ve Rumelililerdir. (…) İlk çatışma Çerkezlerle Rumelililer arasında yaşanır ve Ethem’le birlikte bu kesim tasfiye edilir. (…) İkinci büyük kopuş Kürtlerle Rumelililer arasındadır. (…) Kürtler nüfusları nedeniyle bir devlet kurma imkânına her zaman sahiptiler. Fakat bütün düşünceleri bununla sınırlıydı. O nedenle tarih boyunca kendilerine bu imkânı sağlayacak her kesimle ve kuvvetle ittifak yapmaktan çekinmediler.”
Sevan Nişanyan adındaki Taraf yazarı da Kurtuluş Savaşı’na yönelik çarpıtma, küçümseme ve saldırı konusunda herkese parmak ısırtacak kadar yüksekten uçuyor. Lafı getirip, “İngilizlerin istedikleri rejimin kurulması için üç seneden daha fazla süren bir katliam süreciydi,” diye bağlıyor. Sevan Nişanyan’a göre İngilizler savaştan sonra işlerine gelen bir rejim kurmak istemişler. O rejim 1923’te aynen istedikleri gibi kurulmuş. Yine İngilizler “İttihatçı kadrodan ayıkladıkları yirmi otuz kişi hariç, gerisi vatan kurtaran kahraman kontenjanından memleketin tepesinde oturmaya devam etti” diyor. Karısının kafasına kavanozla dışkı atmasıyla sansasyon yaratan Nişanyan anlıyoruz ki kavanozda kalanları da burada kullanıyor.
Bu iki isimden başka aynı zihniyette olanlar İdris Küçükömer’i, Kadir Mısıroğlu’yu, Fikret Başkaya’yı, Abdurrahman Dilipak’ı da sayabilirim.,
İdris Küçükömer, Kurtuluş Savaşı’nın bir Türk-Yunan savaşından ibaret olduğunu savunmakta. Aynı şekilde deliliği tescilli şeriatçı yazar Kadir Mısıroğlu, solcu yazar Fikret Başkaya, Şeriatçı yazar Abdurrahman Dilipak da Kurtuluş Savaşı’ndan ‘Türk-Yunan muharebesi’ olarak bahsetmekte.
Bu zevatın yazılarındaki ana fikir, “Kurtuluş Savaşı diye bir savaş olmamıştır,” şeklindedir. Bunlara göre ülkemizin yedi düvele karşı savaştığını söyleyenler palavra sıkmaktadırlar, emperyalist güçlere karşı bir savaştan bahsetmek mümkün değildir, olsa olsa bir Türk-Yunan savaşından bahsedilebilir. Tarihi hiçbir değer taşımayan bu teze siyaset sıkı sıkıya sarılıyor.
Bunlar yetmiyormuş gibi, “Türk Tarihini tersten yazdım, her olayın tersini kanıtlamaya çalıştım ve sanırım başarılı oldum” diyen Prof. Dr. Yalçın Küçük de ortaya çıkarak, “Kurtuluş Savaşı tarihi baştan aşağıya yanlıştır. Hatta o kadar yanlışla doludur ki, mesela Birinci İnönü Zaferi diye bir şey hiç olmamıştı. Antiemperyalizmden bahsetmek mümkün değildir. En fazla bahsedilebilecek Yunanlılarla yapılan savaş olabilir,” diyor.
Bu zırvalamalar Atatürkçülüğün önemli bir tabanının bulunduğu göz önünde tutularak bu tabanı küçültme gayretlerinden ibaret. Kurtuluş Savaşını Yunan’a karşı bir savaşa indirgediklerinde antiemperyalist özünü bir kenara atabileceklerini, dolayısıyla bu yolla, Atatürk’ü antiemperyalist bir başkaldırının lideri olmanın dışına iteceklerini sanıyorlar.
Günümüzde aşama aşama Atatürk karşıtlığı yaygınlaştırılarak Türk Devleti ortadan kaldırılmaya çalışılıyor. Bunun için öncelikli olarak etnik bölücülük kışkırtılıyor.
*
KURTULUŞ SAVAŞI ANTİEMPERYALİSTTİ
Birinci Dünya Savaşı neden yapıldı? Buna net bir cevap vereyim: “Osmanlıyı paylaşmak.”
Düyun-u Umumiye’nin İngiliz temsilcisi Sir Adam Block Osmanlının başına gelebilecekleri o dönemde şöyle dile getirir: “Eğer Almanya kazanırsa Alman sömürgesi olacaksınız; İngiltere kazanırsa da İngili< sömürgesi…”
İngiltere’nin Harbiye Bakanı Lord Kitchener 1914’te “Türkiye’yi mahvedinceye kadar savaşa devam edeceğiz” der.
Yine Birinci Dünya Savaşı sırasında iki yıl İngiltere’nin Başbakanlığını yapmış olan Herbert Henry Asquith “Yüzyılların gördüğü en aşağılık yönetimi yok ederek ileriye doğru bir adım attık. Büyük hasta, ölüm döşeğinde. Bu hastanın milletler ailesi ortasında bir şer kuvveti olarak son günlerini yaşadığını umut edelim. Mezarının üstüne yazılacak kitabenin ne olacağını bilmiyorum, fakat Osmanlı Devleti bir daha dirilmeyecektir.”
İngilizlerin ve tüm Müttefiklerin gerek savaş öncesi gerek savaştan sonra yaptıkları tüm açıklamalar Osmanlı’nın ortadan kaldırılmasına yöneliktir.
Bunlardan daha önemlisi savaş sırası ve sonrasında yapılan anlaşmalardır.
9 Mayıs 1916’da İngiltere ve Fransa arasında Rusya’nın da kabulüyle Sykes-Picot Anlaşması imzalanır. 1917 devrimi sonrasında Rusya anlaşmadan vazgeçer ve Lenin bu gizli anlaşmayı açıklar. Bu anlaşmaya göre:
1- Rusya’ya, Trabzon, Erzurum, Van ve Bitlis ile Güneydoğu Anadolu’nun bir kısmı,
2- Fransa’ya, Doğu Akdeniz bölgesi, Adana, Antep, Urfa, Diyarbakır, Musul ile Suriye kıyıları,
3- İngiltere’ye Hayfa ve Akka limanları, Bağdat ile Güney Mezopotamya verilecektir.
4- Fransa ile İngiltere’nin elde ettiği topraklarda Arap devletleri konfederasyonu veya Fransız ve İngiliz denetiminde tek bir Arap devleti kurulacak,
5- İskenderun serbest liman olacak,
6- Filistin’de, kutsal yerleşim yeri olması nedeniyle bir uluslararası yönetim kurulacaktır.
Görüldüğü gibi Osmanlının paylaşılma planı dönemin emperyalist devletleri İngiltere, Fransa, Rusya arasında yapılır. Yine savaş bittiğinde Osmanlı’yı Mondros anlaşmasına zorlayanlar İngilizlerdi. Anlaşma imzalanırken karşımızdaki isim İngiliz Amiral Calthorpe’du.
Mondros sonrasında fiili işgal dönemi başlar ki, artık kimin Türkiye’yi işgal ettiği ve kimden kurtulduğumuzun cevabını net olarak ortaya koyar. Mondros’la birlikte ilk olarak itilaf donanmalarına mensup bir filo, ateşkesin birinci maddesi gereğince Çanakkale ve İstanbul Boğazındaki askeri tesisleri işgal eder. 1918 yılının sonunda İngiliz ve Fransızlar anlaşma maddeleri uyarınca Adana, Tarsus, Antakya, İskenderun, Kilis, Antep’e girerler. İngiltere, Fransa ve ABD’nin hakim olduğu Paris Barış Konferansı, Mondros’ta verilmiş sözlere aykırı olarak Yunanistan’ın İzmir’i işgaline karar verir.
Bundan sonraki süreç Sevr anlaşmasına gider. Sevr Anlaşması 10 Ağustos 1920’de imzalanacaktı. Sevr Anlaşması imzalandığında Türkiye’nin fiili işgal durumu şöyleydi. İtilaf devletlerinin donanmaları İstanbul’da, Adana Fransızların işgalinde; Urfa, Maraş, Ayıntap, İngilizler tarafından işgal edilmişti. Antalya, Konya’da, İtalyanlar, Merzifon ve Samsun’da da İngiliz askerleri bulunuyordu. İzmir ise itilaf devletlerinin kararınca Yunanlılara işgal ettirilmişti. SAYALIM: 1-İngiltere, 2-Fransa, 3-İtalya, 4-Yunanistan, Doğuda da, 5-Rusya, 6-Gürcistan, 7-Ermenistan.
Birinci Dünya savaşı öncesinde Emperyalist devletlerin açıklamaları, savaş sırasında yapılan gizli anlaşmalar, savaş sonrası imzalatılan Mondros ve Sevr anlaşmaları, Kurtuluş Savaşı öncesi Türkiye’nin işgal durumu alt alta konulduğu zaman Kurtuluş Savaşımızı emperyalizme karşı ve onu küçümseyenlerin dediğinin aksine yedi düvele karşı başlattığımız net olarak görülüyor. Ayrıca içerde İngiliz kışkırtmasıyla ortaya çıkan Çerkez Ethem gibi, kürt ihanetleri gibi olayları yazmıyorum bile…
Herhalde işgal bölgesindeki üç büyük emperyalist devlet askerlerini bir süreliğine tatil yapmaya çıkarmamıştı. Ayrıca Kurtuluş Savaşı Yunanlılarla Türkler arasındaydı tezinin en önemli açmazı Yunanlıların İzmir’i işgal kararının dahi emperyalist devletler tarafından alınmasıdır. Kaldı ki, Kurtuluş Savaşımız sonrasında Lozan anlaşmışını İmzalarken de karşımızda Yunanistan değil emperyalist blok olacaktır.
Türk-Yunan savaşı tezi; İtalyan, İngiliz ve Fransızların sırf Yunanlıları yendiğimizden dolayı bu coğrafyayı terk ettiği anlamına gelir ki, böyle bir tez de sadece ciddiyetsiz değil aynı zamanda gülünç olur. Kaldı ki, Kurtuluş Savaşı sırasında emperyalizme karşı mücadele sadece silahla değil ideolojik olarak da veriliyordu. 18 Kasım 1920’ de Atatürk TBMM’ye ‘Halkçılık Beyannamesi’ni sunacaktı. “Bizi toptan mahvetmek isteyen emperyalizme karşı ve bizi yutmak isteyen kapitalizme karşı ulus olarak savaşmayı gerekli gören bir yöntemi izleyen insanlarız.’’
Allah, o büyük mücadeleyi küçümseyerek bu millete ihanet edenlere akıl fikir ihsan eylesin.
YORUMLAR
Bende şiirle geliyorum ...
beni bildin mi
ben kafkasya’danım
çanakkale’denim
filistin’denim
suriye’denim
ama hâlâ mızrap mızrap ruhumu eşeliyor bir kaşar kanûnî
_______________________________
ben sustum
kimsesiz kaldın işte
boynunda isterik iblislerin salyası
gözpınarlarında bediüzzaman uçakları
_______________________________________________
ey meyhane ehli
ne gülün rengini ne karanfilin kokusunu değiştirebilir
benjamin pusulalı etamin seccadeler
ve o çok mazlum kâşaneler
____________________________________________
bana bi tütün sar hacı
astsubay ömer düştü geceme
ve perdesiz pervaneler
perdesiz hüzün kelebekleri
_bbm_
Kıymetli Hocam Merhaba
"Kanbersiz düğün olmaz" sözü uyarınca çorbada benim de tuzum bulunsun istedim naçizane
Her şeyden önce Avrupa Yunancıdır ve tüm dünyaya bir Yunan hayranlığı pompalar
Dolayısıyla bizim İstiklal Harbinde Yunanla savaşmamız coğrafi Yunanla sınırlı olmayıp, tarihsel Yunanla harp etmektir aslında
Efendim! Bu gerçek bile bizim Yunanla savaşmamızın gerçekte Avrupa ile savaşmak olduğunu gösterir
Beri yandan şeriatçı ve Osmanlıcıların o kadar da yüceltir göründükleri Sultan Hamid 1897 Osmanlı-Yunan harbi öncesinde savaşı son çare olarak görürken divanda savaş çığırtkanlığı yapan bir paşaya cevaben "Paşa! Paşa, sen Yunanistan nereden idare edilir sanıyorsun? Yunanistan görünüşte Atina'dan idare edilse bile gerçekte Paris, Londra, Berlin ve Moskova'dan yönetilir" demektedir
Yine Hocam
Lozan'ı sorgulamak, eleştirmek mümkündür. Yapıcı eleştiri faydalıdır da
Ne var ki, naçizane sorduğum bir husus var. Mondros'un Sevr'in günahını faturalandıracağımız yer Lozan mıdır acep? Diğer yandan Trablusgarp ve Balkan savaşlarının ağır neticelerini de Lozan'a yıkan Suzan'lara dediğiniz gibi Allah akıl fikir ve biraz da insaf versin haddizatında
1'inci cihan harbinin sonunda elimizden çıkan ya da pamuk ipliğine bürünen nice yeri Lozan kurtarabilseydi keşke. Hani derim ki, Lozan o esnada elimizde olanı vermez ki, bizden daha önce çıkmış olanı kurtaramaz. Sonraya yani diplomasi ve siyasete açık parantez bırakır. 1923 sonrası Musul-Kerkük'ü almak isteriz. Cemiyet-i Akvam'da o vilayetlerde referanduma gitmeyi talep ederiz hatta. Ne ki, 1925 doğu isyanı patlak verir. İngiliz siyaseti, iç meseleye düşürür ülkemizi
Eleştiri yaparken o dem dünyadaki kuvvetler dengesini de hesaba katmalıyız derim. Sultan Vahdettin'den bahsederken zor şartlarda başa geçti, ne yapsın adam diyenler birkaç yıl sonra cihanın sayılı gücü olmamızı mı bekliyor? Yahut olduğumuzu mu zannediyor? Öyle ya, Türk'sen dağların doruklarına alışıksındır. Çıtayı yüksek tutmayi anlarım. Ne çare ki, kini nefreti tasvip etmem
Burada bir taşda Kemalizme. Hep söylerim, Atatürk ile Kemalizmi ayırmalıyız, ayırabilmeliyiz. Tarihi bir şahsiyetle onun statükocu bürokratik bir zihniyete dönüşümü arasındaki fark hani. Açıkçası Kemalizm tüm ilerici argümanlarıyla birlikte bir bataklık inşa eder, şimdilerde ise güllerini devşiriyoruz onun
Öyleki
Sultan Hamid'e yapılan haksızlıkları Ermeni, siyonist patentli spekülasyonları haklı olarak dillendiren gazetecim, araştırmacım doğrularının arasına Cumhuriyet ne yaptı sanki sözcükleri sıkıştırmak, dişlerini gıcırdatmak, azı dişini göstermek adeta marifet midir?
Konuşmacı bakıyorum salt doğruyu ortaya koymuyor; yapışkan, vıcık vıcık bir üslup. İfrat-tefrit ya da etki-tepki kavramlarını bilmesi gereken kafalar şuuraltı bozukluklarının tutsağı. Yeni gelen nesil bir önceki neslin kurbanı devamlı surette. Halkı hoş karşılarım elbette. Aydın veya münevveran tabakayı asla. Psikolojik bozukluğunuda tartışmaya dahil etmek, tartışma yöntemi saydırmak isteyen zırtapozları kabul etmem. Bir doğru bir yanlış zihniyetiyle birkaç kuşağı harap eden aydını, münevveri, yarı cahili. "Yarım hoca dinden, yarım alim ilimden, yarım hekim candan eder" misali
Nihayet Hocam
Yine kemale ermiş huzmelerle nura boğduğunuzu görüyorum, şahsen bendenizi
Yüreğinize, emeğinize, kaleminize, kelamınıza bereket
Saygı ve selamlarımla...
Lenin'in salt antiemperyalist mücadele verildiği için Kurtuluş Savaşı'na attığı desteği sağır sultanın bile duyup yazmışlığı varken bu tarihi süreci aksi tezlerle yeniden ele almak *ok yemenin Arapçasıdır. Bunu yapanların tamamı ülke içine sokulmuş ajan faaliyet yürüten figürlerdir. Nişanyan'ın tarih bilgisi de o tarihi yorumlaması da kasti deformasyonlarla doludur. Mısırlıoğlu'na deli dediğimizde (ki raporunu ben vermedim) ondan daha çılgın olanlar bana "git önce hukuk oku" diyorlarken, Sn RTE yarın tv'ye çıkıp, şakasına "Aslında Mustafa Kemal Atatürk diye biri hiç doğmadı" derse emin olun ki yukarıda adını saydıklarınızın tamamı bu saçmalığı gerçek kılabilmek için varını yoğunu ortaya koyacak, daha beteri bu ülkenin en az yüzde ellisini de inandıracaktır.
Bu günlerde herkes ahkam kesiyor. Tabi bunların içinde cahil ve art niyetlilerde var. Cahil derken insanın etiketinde doçent ya da profesör veya yazar olması onun cahilliğine engel değil haliyle. Sizin yazınız gayet açıklayıcı ve net yerinde bir yazı. Bu vesile ile kutluyorum bu güzel yazınızı Kemal Hocam var olasınız...