- 1003 Okunma
- 1 Yorum
- 0 Beğeni
N BEYİN BİLİM KURGU ÖYKÜ YARIŞMASI- LONDRA'DA BİR DENEY
Elif Zemzem HEBİLOĞLU
Londra’da sabah 9 civarıydı. Hava parçalı bulutlu ve trafik yine sıkışıktı. Neyseki Elize’nin
kullandığı araç pembe bir yol bisikletiydi ve trafikten böylece çok etkilenmiyordu. Okul
kaldığı eve yakın sayılırdı. Pedalları hızlı hızlı çevirdi ve başına çarpan rüzgar Elize’yi daha
çok hayal alemine itiyordu. Geç kalmaması gerekiyordu çünkü tıp fakültesinde mülakatı
vardı. Elize’yi mülakat yerine deneye tabi tutacaklardı. Elize Londra’ya yabancıydı, buranın
usülünü çok da bildiği söylenemezdi.
Fakülteye vardığında saat 9:42’ydi ve eyvah geç kaldım deyip bisikleti park etmeden
koridorda koşmaya başladı. Beyaz önlüklüler cam duvardan Elize’nin koşuşunu izliyordu.
Onlar için de bu deney ilk olacaktı fakat Elize’ye bir şey söylemediler, her şey kontrol altında
gibi duruyordu oradan bakınca. Bu üniversitede tıp okumayı o kadar çok istiyordu ki yıllarca
bu anın geleceği zamanı düşledi hep fakat deney işini hiç hesaba katmamıştı.
Elize lise yıllarında çok başarılı bir öğrenciydi. İstanbul Lisesini 1.likle bitirdi ve üniversite
sınavında ilk 25teydi ismi. Hakkında çok sağlam tavsiye mektupları almıştı. Ayrıca müziğe
her zaman ayrı ilgisi vardı. Tıp fakültesinden mezun olmayı bu kadar istemese bir müzik
öğretmeni ya da konservatuar öğrencisi olmayı isteyebilirdi.
İşte şimdi buradaydı, hayallerinin karşısında. Doktora gülümsedi ve doktorun ellerinde şu
renkli problardan vardı. Bu bir ritüeldi sözde, sakin olacaktı. Birazdan Elize’yi uyutup beyin
dalgalarını dinleyeceklerdi ve Elize’yi bir simülasyon odasına alıp onunla ilgili daha fazla
bilgi toplayacaklarını söylemişlerdi. Bunu yapmak zorundaydılar. Beyin dalgalarıyla
doktorlar Elize’yi tehdit eden hastalıkları tespit edip Elize’ye yardımcı olabileceklerdi
böylece. Bu deney gerekli diye düşünüyorlardı, hayat koşullarının burada ağır olması
hastalıkları tetikleyebilirdi. Aslında bu yöntem gerçekse şüphesiz son yüzyılın en büyük
yeniliklerinden olmalıydı.
Doktorlar probları yerleştirirken sorular sorarak Elize hakkında daha fazla bilgi topluyorlardı.
Sakin olmasını söylediler. Herşey ve beynindeki tüm derinlikler sadece simülasyonun parçası
olacaktı fakat muhtemel bunu Elize fark etmeyecekti. Onu uyutacaklardı çünkü. Bilinç altına,
korkularına, hayallerine ve çok daha fazlasına ihtiyaçları vardı. Hem mental hastalıklara dair
bulgular taşıyıp taşımadığını da bileceklerdi. Bu simülasyon doktorların oluşturduğu bir ortam
değildi. Tamamen kişinin kendi benliğiyle kendi değerleriyle oluşan bir ortamdı. Sadece 12
saatleri vardı. Tam 12 saat sonra Elize’yi uyandıracaklardı. Program mühendisler tarafından
böyle kurulmuştu. Ne fazla ne eksik tam 12 saat sonra Elize uyanmalıydı sadece bunu
biliyorlardı.
Doktor, küçük hanıma narkoz vermişti son kelimesini söyleyemeden. Tüm vücuduna
yayılırken narkoz gülümsemesi kalmıştı dudağında Elize’nin ve mavi gözlerini yavaşça
kapattı Türk kızı. Ne güzel bir kızdı, tıp okusa kim bilir ne kadar yazık olacak diye geçirdi
doktor içinden, kolay değil dedi kendi kendine.
Artık Elize’nin beyninin içine girmişlerdi. Geri sayım başladı sadece 11 saat 58 dakika kalmıştı şimdiden. Elize yataktan kalktı ve sanki kendi bedeninin dışından ilerliyordu. Kendisini izliyordu yürürken aynı zamanda. Başında kırmızı bir şapkası ve kot şortuyla koridorda ilerlerken etrafına bakınıyordu. Koridorlardan tıkırtı geliyordu ve kimse yoktu yanında. Hastane sanki infaz edilmiş ve Elize orada hapis kalmış gibiydi. Önce koridorda hafifçe mırıldandı göz ucuyla etrafı kol açan ederken. Kimse yok mu dedi. Sessizlikten başka gürültü duyulmuyordu. Koridorda tek başına dikilmiş tekrar bağırdı kimse yok mu. Bu sefer daha yüksek sesle bağırdı ve sonra daha yüksek sesle. Artık biliyordu yalnızdı, kimse yoktu hastanede. Beyninin korku bölgesi aktifti ve makine programlandığı gibi çalışmaya devam ederek ilk sinyali kaydetmişti. Beyninin gücünü sınıyorlardı. Ne kadar derin olduğunu bulmaya yarayan bir makineydi. Bu makine son yüzyılın en büyük çöp bilgisini rafa kaldırabilirdi. Doktorlar ve bilim insanları yaptıkları deneyde hep sol beyinli insanları tutmuşlardı ve bu makineyi de tüm dogmatik bilgileri kıran sağ beyinci ve yenilikçi bir bilim insanı tarafından icat edilmişti.
Elize yalnız kalmaktan hep korkmuştu ve şimdi hastanede tek başınaydı. Buradan çıkmanın bir yolu olmalıydı fakat kapılar adeta sımsıkı tutulmuştu. Bilgi işlemi bulmaya karar verdi. Böylece bir B planı kurabilirdi. Odaya girdi ve etrafına bakınıyordu. Biranda kapı açıldı ve alelade biçimde duvarın arkasına saklandı. Biri vardı, aslında yardım isteyebilirdi fakat korktu. Çenesini açamadı, olmadı, konuşamadı. Oturmuş gitmesini bekliyordu. Nefesini tutuyordu. Hatta o kadar tuttu ki nefesini nefes almayı unuttu. Kızarmıştı ve her zamanki sakarlığı burada da tutmuştu. Birinin ona yardım etmesi lazımdı ama en önce buradan sağ salim çıkmalıyım diye düşünürken yanındaki sehpaya çarptı başını ve fanus o anda düşüp kırılıverdi. Zavallı balıklar artık bu ufacık cam fanusa muhtaç değillerdi, artık özgürlerdi. Sonsuza dek…
Yabancı, kim var orada diye bağırdı, Elize çok paniklemişti. Kaçamadı. Kimsiniz diye sordu Elize ve yabancı demek sensin dedi, otursana. Oturamam dedi Elize, nasıl çıkabilirim buradan? Çıkamazdı, çıkamazlardı. Londra istila altındaydı. Burası onların sığınakları olacaktı. Aslında sadece Londra değil dünya istila altındaydı. Çok şaşırmıştı yabancı, yoksa Elize olanları bilmiyor muydu? Peki nasıl ayakta kalmıştı şimdiye kadar? Bu mucize diye düşündü kendi kendine.
“Bir şekilde…” dedi yabancı “…kaçmayı başardım ve tek olduğumu düşünüyordum, hoş geldin Elize, öldürüldüğüne inanıyordum.” dedi Elize’ye. Adını nereden biliyordu peki Elize’nin. Elize: “Sen benim adımı nereden biliyorsun?”. Yabancının gözleri doldu ve olayların etkisi diye düşündü yabancı.
Yabancı: Unuttun mu? Söz vermiştik biz, bize.
Elize: Özür dilerim, ben öyle bir şey hatırlamıyorum.
Yabancı: Hatırlayacaksın canım ama önce ellerini ver.
Yara izi olup olmadığına baktı yabancı. Kontrol etti belki bu salgına o da kapılmış olabilirdi. Elleri bebek gibiydi, her zaman olduğu gibi.
Makine sık sık ötüyordu. Aslında o kadar sık ötüyordu ki fazla yüklenmişlerdi sanki makineye. Teknik servisi aramalıydı içlerinden biri. Dr Jimmy eski usül ofis telefonunu çevirirken diğer doktorlar Elize’yi izlemeye devam ediyorlardı fakat olağan dışı bir şey oldu orada. Elize sanki uyanmaya çalışıyordu. Altın sarısı saç tellerinden birazı hafif kımıldamıştı bile. İçlerinden en yaşlısı asistanlarına göz işareti yaparak 0.3 mg daha atrakuryum vermesini istedi. Orada durumlar çok da iyi gitmiyordu anlaşılan. Ayrıca beyin dalgası çoktan teta ışınımı yapmayı da bırakmış gibiydi, alfaya doğru kayıyordu. Tıpkı uyanık bir insan gibi ve makine beyninin birçok bölgesine işaret koymuştu bile. Uyanması içinse daha 7 saat 53 dakikası vardı.
Yabancı, durumu tekrar anlatmaya karar verdi. Mutlaka biliyordur diye düşündü Dünyadaki son gelişmeleri fakat bir de kendisi anlatmalıydı Elize’ye her şeyi.
Yabancı: “Bu bir çeşit istila Elize, hatırlamıyor musun? Seninle orada buluşacaktık, her zaman gittiğimiz parkın oradaki ağaçlık bölgede. Sen bana evinizdeki şişe ilaçlardan getirecektin ve onların işini bitirecektik.”
Elize’nin aklı karışmıştı. Bu doğru olabilir miydi? Beyin boşlukları sevmez, direkt doldurur. Yavaş yavaş anımsamaya başladı, beyni o boşlukları da yavaş yavaş dolduracaktı mutlaka. Öyleymiş gibi yapacaktı Elize’ye. Yabancı anlatmaya devam etti.
Yabancı: “Artık bizden çok uzaktalar Elize. Ailelerimiz komşularımız tarafından katledildi. İnsanlık bizi bu noktaya getirdi. Aslında bunda meraklı bilim insanlarının rolü de çok büyük ve onları evimize, sevgili Dünyamıza çağırdılar, çağırdık. Sevgili MX-1800 gezegenin yerli halkı da gelirken eli boş gelmemek için bize kendi gezegenlerindeki virüslerle beraber geldiler Elize. İstanbul Lisesinde aldığın deneysel bilimler eğitimiyle de bu işi çözebileceğimizi söylemiştin ve şimdi hiçbir şey hatırlamadığını söylüyorsun.”
Elize dalgın ve düşünceli biçimde adeta aydınlanmış şekilde:
-“O ilacı hatırlıyorum ben, buzdolabında saklı tutuyordum. Bir cam şişenin içinde olması lazım.”
***
Simülasyonu izleyen doktorlar kendi içlerinde:
-Gerçek mi? Uzaylılar mı? Bu kız çıldırmış olmalı.
-Çok heyecanlı bilim kurgu malzemesi çıkar, bunları not et John.
-Makine bizim adımıza kayıt tutuyor.
-Beyler bakın, beynindeki nöronlar yeni sinapslar oluşturmakta. Beyni daha çok karmaşıklaşarak beyninde daha çok dallanmalar meydana geldi.
-Aman Allah’ım! Öyleyse otizmli bir çocuğa yeni bir umut kaynağı olabilir bu makine. Sadece 9 saate yakın bir süreyle farka inanabiliyor musunuz? Ayrıca beynin birçok
bölgesinde taranma meydana geldi. Bu da insan oğlunun beynini yüzde yüze yakın kullandığının ispatı. Yüzde bir kullansak heryer boyanmazdı böyle.
-Ayrıca bu durum birçok hastalık bakımından ileride tehdit altında olabileceğini de göstermiyor mu profesör?
-Haklısın Jimmy, bu durumda kız tehdit altında. İleride şizofrenik bir bulgu veya çok daha fazlasını taşıyabilecek kapasitede bir kız.
-Zaten beyninin içindeki yabancıyı kendisi de tanımıyor, sadece tanıyormuş gibi yapıyor beyni. Onu daha önce görmedi bile. Görseydi bilinç altı ona mutlaka ip ucu verirdi fakat aynı şey yabancı için geçerli değil çünkü burası onun beyni ve onun kuralları geçerli olacak elbet de.
Jimmy: “Kız tehlike altında ve onu kurtarmalıyız profesör.”
Birşeyler ters gidiyordu. Biranda sigortalar attı ve Doktor Jimmy muayene yatağına uzanırken diğer doktorlar hastane jeneratörünü devreye sokmaya karar verdi. Jimmy korkudan emirler yağdırıyordu. Kollarını sıvadı, önce tansiyonunu ölçtü bu işin sağlıkla bitmesi için. Heryer biranda can pazarına dönmüştü adeta. Deminki sessizlikten eser kalmamıştı. Jeneratör devreye girmeden oda zifiri karanlıkta dans etmeye başladı kıvılcımlar içinde. Jimmy kıvırcık saçlarını elleriyle düzelttikten sonra –bu hareket Jimmy’ye aitti, ne zaman işler sarpa sarsa bu hareketle düşünmeye başlardı- bağırmaya başladı. Sen dedi şunu yap, sen bunu yap ve John sen de başıma probları bağlayıp beni uyut. Kendisi kurtaracaktı Elize’yi. Elize’nin beynine ayna nöronlarıyla girecekti. Bu isim daha çok teknik bir isimdi. Arkadaşları ne kadar Jimmy’yi oraya simülasyon ortamına göndermek istemeseler de mecbur kabul ettiler zaten doktorlar bunun için yemin ediyorlardı.
***
Teknisyenler çoktan gelip cihazı çözmüşlerdi ve bu etapta onlara da ihtiyaç gerçekten çoktu. Gerekli kodu gireceklerdi ekrandan simülasyonu izleyip. Tam 12 saatin ardından yabancıyı orada bırakıp simülasyon ortamında ölmeleri gerekiyordu. Ve bedenlerine büyük bir sıçramayla döneceklerdi. Bunun için de tam 12 saat geçtikten sonra Elize ve Dr Jimmy’ye elektrikle sinyal göndereceklerdi ve Jimmy ölmelerini sağlayacaktı simülasyonun içinde. – Bilim insanın tasarladığı cihazın çalışma mantığına göre aslında yeni bir dünyanın modellenmesi demek oluyor. Gerçek ve yaşanabilir bir dünya için önceki dünyadan gelip geçmeniz yani diğer bir deyişle vadenizin dolması gerekiyor.- Bir rüyanın içindeyken ölürseniz ya da ölmeye kalkarsanız aniden uyanırsınız, simülasyon için de uyumak gerekiyordu görülen rüyalar gibi ve aynı mantıkla devam ediyordu. Tek farkla tam 12 saat geçmesi lazımdı üstünden. Aksi taktirde artık simülasyonun ruhu olabilirlerdi ve beyinleri bir makineye muhtaç zavallı cesetler haline gelebilirlerdi.
***
Elize ve yabancı, eve varmışlardı. Oraya bir şekilde sağ salim ulaşabilmişlerdi. Etraf sis kümesiydi ve uzaylılardan başka bir de salgından kendilerini korumaları lazımdı. Kalp atışı
hızlandı çünkü evinde başka biri daha vardı. Kaygan bir maddeye benziyordu görüntüsü, uzunca antenleri ve iri siyah gözleri de vardı, çok korkunç duruyordu oradan bakınca. Elinde tabancamsı bir şey tutuyordu. Bu aletten gerçekten çok büyük ses geliyordu. Sanki avının dikkatini böyle dağıtmayı planlıyordu. Ve arkasından ondan yapıca çok daha iri biri geldi, beyaz bir takımın içinde duruyordu; tabancasını Elize’ye doğrulttu. Değişik sesler çıkarıyordu ve daha 20 dakikası vardı ölmek için. Konsept olarak bunu tek başına uygulayamasa da hayatta kalmalıydı. Tam bu sırada merdivenlerden patırtılar geldi. Misafirlerinin dikkati ses yüzünden dağıldı. Dr Jimmy uzaylıların üstüne atladı ve Elize’den ilacı istedi. Elize olayı anlamak için 5 saniye bekledikten sonra elindeki küçük şişeyi Jimmy’ye fırlattı. Jimmy’yi daha önce görmüş olmalıydı, yüzü daha çok bir dostun yüzüne benziyordu. Jimmy ellerini çırptıktan sonra yerden doğruldu ve Elize’nin yüzüne baktı. Seni tanıyorum bakışlarıydı bu bakışlar, Elize’yi izlerken kurduğu hipotezler doğruydu. Onunla gerçek yaşama dönünce erken teşhis için ne kadar şanslı olduğunu anlatacaktı Elize’ye ve yardım almasını söyleyecekti. 5 dakikaya simülasyonu terk etmeleri gerekiyordu. 4 dakika daha saklanıp göç için güzel bir yer seçebilirler demek oluyordu bu da. Sen dedi Elize, ne kadar tanıdık siman var.
Jimmy: Belki de önceki yaşamda tanışmışızdır.
Elize: Önceki yaşam mı? Önceki yaşamda sen mutlaka doktor olmalısın.
Gülüştüler.
Jimmy: Bana 2 dakika ver Elize.
***
Vakit geldi ve vedalaşmasını söyledi Jimmy Elize’ye.
Elize:Niçin?
Jimmy: Seni buradan çok daha güzel bir yere götüreceğim ve çağlayanlar olacak orada. Burası seni hak etmiyor.
Jimmy bir uzaylıyı bulmuştu simülasyonu terk edebilmek için. Gerçekten çok sinirlenmiş olmalı ki kan püskürüyordu uzaylı yanlarına gelene kadar fakat nasıl olduysa doktoru o meydan muharebesi sırasında gözden kaçırdı ve peşlerine düşmekten vaz geçti.
Konuşmalara kulak misafiri olan hayali arkadaş gerçekten çok sinirlenmişti ve eline bıçağı aldığı gibi Jimmy’e sapladı. Bunu ikisi de beklemiyorlardı ve refleks olarak Elize Jimmy’yi yabancıdan korumak için kendisini bıçağın önüne atmıştı. Tam 12 saat sonra büyük hızla yataklardan kalkan Jimmy ve Elize soluk soluğa kalmışlardı. Elize’nin yüzü kıpkırmızı kesilmişti. Biraz soluklandı ve donuk bir ifadeyle:
-Nasıl? Kayıt yaptırabiliyor muyum üniversiteye?