- 613 Okunma
- 2 Yorum
- 0 Beğeni
AŞK-KAR...
Yine gece yıldızların sek sek oynadığı vakitler desek daha iyi olur. Ve esen rüzgâr cılız, sıkıntısız yer gök arasında. O uğultunun son kâbusu ile geçimini sağlıyor gibi. Birinin uyanık uyarınca, ele yırtık cepleri halen ani bir düşüşün lakırdısında.
Lakin Aşkar’ın gözbebeğin de milyon değerin de ki o yine yeni de sabahın beklenişi doğal olsa da. İşin bununla bitmediğini anlatırdı.
Anladı ki yüreği parçalanan buzulların altında. Yaşam en küçük olanı alıp gitmiş kendinde bi habersizce, işe, aşa tırnaklanan o nefisin doyacağı da yok. Kısaca varsayımlar düşüncenin o zebun gücü hızı azalmakta.
Ha gayret içkisinde son yudumu alıp damağından boğaz boşluğuna acımtırak tadı ile buluşturdu buluşturmasına da. Pekiyi iyide dilin ucunda infilak etmeye hazır olan narasını ne yapacaktı.
Zara’nın sokakları beline kadar sessizliğe gömülmüş; en ufak bir kıprayış, olduğunu hesaplamaya vakit bulamadan. Düzgünlüğü bozulan umutları devre dışı oluvermişti kendiliğinde.
Kendisi buna dâhil hiçbir şey ona ona aitliğini açıklayamadığı kadar eni boyuna uzundu. Kısa oluşunu kavramlaştırmak içinde çok zaman gerekliydi.
Bulunduğu akıl lezyonu içerisinde az dışa doğru cevirdi başını. Bedeni sakarlığının tahtına oturmuşçasına bulunduğu küçük odanın her bir köşesine yokum ben çığlığını kabul ettirmişti. Sadece ışığın loşluğundan eni boyuna doğrulanan gölgesini takip etmeye başladı gözleri
Ve Göğsü daralıyor; midesin de ise inanılmaz ağrı ve kalbinin içinde minik bir çocuk dengesiz vuruşlar ile davul çalıyor gibi. Bu hem korkunç bir gürültü; hem de ondaki ritmi yakalama kaygısı da hâkimdi.
Bir adım ilerisi bir şeyi yapmayı ya da yapmamayı belirtirken. Bütün bedeni belirginliğini keşfetme çabasını unutmuş, koluna ise emsali sayılmayan o gelini takmış güvey gibiydi. Gölgesine imzasız kimden geldiği beli olmayan kapalı zarflar uzatıyor. “okurken yeni baştan yaz beni” diyordu
Oysa okumanın getirisinde olan bütün soruları ona cevaplayacak gölgesi değildi ki. Kalıbına tükürdüğüm geçmişi an ve an karşısında idi. Komik ama onda ki ona yalvarışı bir imkânsız başarmaktı kim bilir.
Ve insan iskeletinde olan içindeki ses yerinden doğruldu. Dedi ki bu yalnızlık başımı okşamıyor artık. En acı yanım ise çocukluğuma ait renk renk kalemleri kırmış birileri siyah beyaz mahkûm etmiş beni….
Birden acı bir silkelenişle seneler öncesine itekledi düşünceleri onu. İlk karşı cinsi tanıma rezaletini yaşadığı anı nasıl unuta bilirdi ki
Kolay mı? Liseyi yeni bitirmiş bıyıkları altın sarısından hafif hafif karaya dönüşümü içerisinde. Bedenen oluşması gereken değişim onun cılız kaslarını pek etkilemediği kesindi.
Ensesine üflesen tüy gibi havada uçuşup, sonrası malum işte yerin yedi kat öpüşün de bulurdu kendini.
Yıl 1988 aylardan ise nisan doğanın şeklen canlanmanın vakti idi. o şehrin sıradanlığına alışmış. Doğanın canlılığı ilgi alının dışı bir durum söz konusu idi.
Çünkü iki arkadaşı ile beraber ve ailelerinin büyük destekleri ile okusunlar diye tutukları iki göz gece kondu’ nün yaşayan bir bireydi artık.
Kararlarını gemici düğüm ile düğümleyip bütün sorunları kendi çözüyor olmanın şansına sahipti. Bu nedenle cesaretinin arkasında yine varlığı yatıyordu.
Bir Pazar günü İstanbul’un yarım pabuçlu yer göğe sığmaz adımlarını bekler gibi bir çırpıda hazırlanıp limon kolonyasını da şişeye laik görmemiş bir tavırla başından aşığa serpiştirdi. Evin burun direğini kıran o rutubettin de uzaklaşmak adına az biraz zengin ayaklarına yatıp kız tavlamaya gidecekti. Arkadaşları kimler mi? yine çevreden daha doğrusu yakın sayılabilecek köylüleri olan Rutkay ve gül ağa gilin Rifosuy du tabi ki. Gece ve gündüz kadar uzak ve bir o kadarda severlerdi birbirlerini. Bir nevi birbirlerine sahip çıkma görüp kolanmasıydı arkadaşlıkları.
Aşkar ise verdiği sözün iyi niyetinden evden çıkmıştı bile ve yavaş yavaş bulunduğu fakir semtten uzaklaşırken dolmuşun camından evleri sokakları ara caddelerine kadar İstanbul’u yenide keşfedercesine hiç gözlerini kırpmadan izlemekteydi.
Arkadaşları ile tam buluşma noktası hergele meydanı taksimdi.
Normalde hafta sonu olmasına rağmen kalabalık aynen balık istifi gibi olmasa da it dalaşsa anasını tanıyamazdı. O kadar ki insan insana uğultusu tıkış tıkıştı. Kısaca kulak zarı her sese kasktı durumdaydı.
Birkaç adım attı istiklale doğru lakin sağ omuzundan birinin tutuşu ile yerinde silkelendi. Karşısında pos bıyık göbekli saçlarını bıyıklarını simsiyah boyamış beli ki dişlerinde yeni yaptırmış kıl kıyafet resmen felaketti tipik Almancı emicelerden birisi olan Niyazi yıldırımdan başkası değildi.
“Lan bokumun kürdü ne arıyon buralar da” dedi.
Aşkar’ın sesi titredi birden cümleleri boğazına gelip düğümledi. Kem kümledi çünkü köye gidip hakkında babasına rapor vereceğinden de emindi.
“Heç eylesene arkadaşları bekliyorum be niyazı dayı ne olsun” dedi.
“yani sütten yeni kesilmiş kızlar hikâyesi he’”
Aşka:
Yok, canım yaşım kaç başım kaç ne edem elin kızların ayıp yaa! Günahım almasan deyip minik kahkahalar attı.
Kısaca Aşkar belaya çatmış fakat nasıl bu belandan kurtulacağını kara kara düşünmüyor değildi.
Niyazi dayı ise Aşkar’ı görür görmez de, kötü planlarına birini alet etmesine çoktan tek yönlü karar vermişti.
Niyazi dayı;
Tamam, utama utanma oğul derdini anladım… Paranda yok bu Bo…ku yemen için. Bak hele bir dinle beni. Ula be Müslüman hakikatimi sana değil gönlünün muradına anlatıyım. Dirhem yalanım varsa ah şuradan şurası nasip olmasın bana.
Aşkar daha bir bakışlarını ciddileştirdi.
“He buyur dayı” dedi.
Yeminin boyu devrilişin vakti kısaca aramızda kalsın. Bir zamanlar bizde gençtik çapkınlık bazında az ipe ipneye bel bağlamadık. Of ya! Bak sen vallahi çözüldük buz gibi şimdi; karı kızı pek fazla takmamda yenilik olsun arada bir kaymak lazım ağız tadına değil mi? Dedi.
Çirkin boğuk boğuk kahkahaların Bitiminde ise derin bir iç çekip sözüne devam etti.
“O yüzden hiç utanma bekâr halinden elbet anlarız biz efendi oğlum”
Eyvah! Ki ne eyvah!... Bu adam sadakati gözden çıkarmışta bu fikrini kabullenmekte başka çare bırakmayacak gibiydi.
Aşkar edepli yetişmiş bir gençti, başın önünde. Adeta kıpkırmızı olmuş, adamın yüzene bile bakmıyordu.
Niyazi dayı, konuya hâkimdi. Taaa! Başından beri. Aşkar’ın koluna girip gidecekleri yöne doğru çekiştirdi.
“Yeri gidiyoruz” dedi.
Kurbanlık koç misali sesini de çıkarmamın acısını yüreğinde his etti etmesine de. Arkadaşlarına verdiği sözü ifade etmesi imkânsızdı.
Bir iki sefer
“Dayı ben gelmesem” dediyse de.
Niyazi dayı kaçın kurası yer mi?yemeeeez!..
.
Gitmeliydi… Tek korkusu onun köye dönüşünün hakkındaki genel yargısı farklı algılanacak. Ve babasının sürekli takılıp oturduğu kahvehaneni kalabalık saatlerini seçip hem de bağıra bağıra aynen şöyle derdi babasına
“komşu Taksim de serseri serseri gezinen senin mektepli oğlanı gördüm. Tam zirzopu kıçından bile haberi yok. Emeğine yazık okusa da kırktık sabunu gibi işe yaramaz der mi der?
Ve sonuç olarak Aşkar gitmeye karar vermiş olmanın sessizliği ile
İstiklal caddesini bir dakikada geride bıraktı.
Kim zaman bir adım önde; kimi zamanda geri kalıyorsa da yola devam etti. En nihayetinde Beyoğlu’nun ara sokaklarına ayak sesleri mıhlayıp yıkık eski harbe sayılacak bir evin önünde durdu.
Aşkar korkulu gözlerle döndü Niyazi dayıya
“Burası neresi” dedi.
Akıl firarisi bizim çapkın Niyazi dayı tam kafasının ortasını kapatan perçemi yumuşak dokunuşlarla biraz düzelti ve o kalın dudaklarını sağa sola büküp dedi ki
“Burası aslan terbiyecisi bir bayanın mekânı”
devam edecek
.......