KALPLER KIRILMIŞ KABURGALAR KIRILSA ÇOK MU?
Ve konuştu üstadı azam vakitlerden bir akşam. Etrafı izdiham.... "Adamsızlıktan çok çekti bu köhne dünya, adamlığa hicret gerek bugün!" cezbeye düştü her adam, "Eyvallah" dedi hep bir ağızdan.
Devam etti üstadı azam: "Elbet bu benim davam, senin davan, onun davası değil, işte böyle bölük pörçük ettiler bizi sonra sömürdüler her birimizi. Elbet olacaksa dava bizim davamız olacak, böylesi daha büyük ve bu yük hepimizin... Ve en gür seda İslam’ın olacak."
"Amin." dedi hazirun yek ağızdan. "Halimizi bilir elbet yaradan."
"O zaman" dedi üstadı azam: "Bir kıssa anlatayım size hemen: Gündüz vakti, feneri eline alıp, gördüğü her adamın yüzüne tutup ’deli misin ne yapıyorsun sen böyle?’ diyenlere "adam arıyorum adam" diyen Diyojen’e dönmek gerek bugün. Hicret adamlığa, erkekliğe dönmesi demektir insanlığın. Eksiklik ekseriyetle bu yöndedir." Galeyana geldi cemaat: "İnşallah" dedi toptan.
"Madamlığı ve mademi bırakıp; amayı fakatı, şöyleyi böyleyi terk edip, adamlığa hicret gerek bugün. Savaştan barışa hicret gerek, ölümden yaşama, ağlamaktan gülüp oynamaya ve ahirde insanlığa hicret gerek bugün!" Öyle bir zikir hali olmuştu ki, herkes bir kişi gibi olmuştu. Aminler öyle tek bir ağızdan gür çıkıyordu ki! Kulaklar sağır olacaktı neredeyse. Herkes büyük bir huşu içinde ama içlerindeki ilahi güçle "Amin." diyordu.
Sözler bir gürz gibi iniyordu başına herkesin. Aklı yerinden oynuyordu. Üstadı azam elinde kelam kamçısıyla şaklatıyordu ortalığı ve haklıyordu körelmiş yürekleri, onları önce yakıyor sonra küllendiriyordu: "İnsanlık nakline ihtiyaç var bugün, donör olmak isteyenler davet var! Aydınlığa hicret var bugün. Kalplerin karardığı, aklın zıvanadan çıktığı, akan kanın durmadığı bir dünyada, düşen ateşin yaktığı yüreklere hicret gerek. Acının koynuna, hüznün kaynağına hicret var. Kefenini alan gelsin arabasını alan değil! Herkesin delirdiği ve cinnet geçirdiği bir dünyadan asrı saadete hicret gerek! Maddeyi elinin tersiyle itmeye, manaya dönmeye hicret gerek bugün!"
Yürekler göğüs kafesine yumruk atıyordu. Sesleri geliyordu her kaburganın, "çat" diye. "Kalpler kırılmış kaburgalar kırılsa çok mu?" deyince üstadı azam, bayılanlar oldu o an. "İslam, zalimin elindeki kuklalarla zir u zebun edilmek isteniyor, Müslüman, zalimin elindeki silahlarla katledilmek isteniyor. Uyanık olmak ve zalimlere maşa olmamak icap ediyor. Zalimin uşaklığından rabbin uşaklığına hicret etmek lazım. Müslüman, Müslüman olana düşman olursa; Müslüman olmayan neden Müslüman olana düşman olmasın! Sen ben olmayın ümmet olun. Ümmet olmaya hicret edin."
Hani tutmasa insan kalbini göğüs kafesinde, çıkıp yerinde koşacaktı her yürek, üstadı azamın ayağının dibine. Rivayet edilir ki, Mevlana ve babası birlikte hac farizası dönüşü Şam’a uğrarlar. Burada Muhyiddin İbnü’l Arabi ile görüşürler. İbnü’l Arabi, babasının arkasında yürüyerek giden Mevlana’ya bakarak. "Sübhanallah! Bir okyanus bir denizin arkasında gidiyor." der. Her yürek, vaktin en büyük yüreğine koşuyordu. O bütün yüreklerin toplamıydı. Denizler önde olan okyanusa koşuyordu, bütün ırmaklar, göller, dereler ve çaylar bir olmuştu ve akıyordu kutbuna doğru vaktin. Suriye’ye hicret etmek lazım, Filistin’e, Mısır’a... Nerede akan bir kan varsa oraya. Bir insan seli ki dünya tarihinde eşi emsali görülmemiş olsun. Toplar tüfekler hiç susmasa ne olacak ki! Öldükçe çoğalan, çoğaldıkça akan bir okyanus savaşı bitirmez mi, ölümü hallaç pamuğu gibi atmaz mı, açlığı silmez mi, sahipsizliği yok etmez mi? Akdeniz’e hicret var, Ege’ye... Tek bir insan boğulmasın diye. Gerekirse milyonlar denize harç olsun. İnsanlık bunu gerektirir.
Üstadı azam konuştu mu; uçan kuş donup kalırdı semada, açan çiçek kokardı hemen, canlar alevlenirdi, kalp hızlı çarpmaya başlardı: "Kalabalıktan yalnızlığa, yalnızlıktan ümmette hicret gerek! Yüzümüzün mazluma dönmesi için hicret gerek! Vicdanımızın aç olan sızlaması için hicret gerek! Boğulana nefes olmak lazım, kurşunlanana siper, yakılana su... İyi, güzel ve doğru olana hicret etmek gerek; hak olana, haklı olana hicret etmek gerek. Bir halt olamayana, halt edene bütün bunları terk etmesi için hicret gerek! Terki terk edene selam olsun. Dünya malına tamah eylemeyene, malı mülkü yok edene, eti kemiği un ufak eyleyene...Canı o cana katmaya gidene..."
Öyle bir heyecan vardı ki dinleyenlerde. İçten içe kaynayan bir yanardağ gibiydi herkes. Alevden sözlerdi üstadı azamın dilinden akıp gelen, değdiği her yüreği tarumar eden, gözyaşlarını sel edip akıtan... Çöle inen nur, çölleşen ruhlara sirayet ediyordu ve öyle eşsiz güller açıyordu ki yüreklerde bunu görenler cennet bahçesinden bir enstantane olduğunu zannederdi.
Alem mest oluyordu. Ve kutlu bir yürüyüş başlıyordu insanlığın kalbine doğru, Kâbe’ye... Ve incinen her kalbe! Barış için, kardeşlik ve güzellik için. En önemlisi de bu yüzyılda kaybettiğimiz insanlık için.
Üstadı azam sura üflüyordu adeta. Sıratta koşar adım geçiyordu inananlar. Dünyanın neresinde bir mazlum varsa hicret oluyordu bütün yürekler ona. Hicret peygamberin gül kokusunaydı. Rabbin ol dediğine.
Üstadı azam, rabbin aciz kuluydu.
Nefesini hak yoluna sarf ediyordu.
Ayağa kalktı ve "Ya hak!" dedi. "Uğruna bu can feda olsun. Sana hicret etmeyen gönle ateş düşsün, sana varmayan akla nüzul insin." Asasını aldı ve gözden kayboldu aniden. Millet kendine geldiği vakit gözyaşlarından bir derya vardı içinde yüzdükleri. Bütün kötülüklerini dökmüşlerdi içlerindeki. Bir iyilik peyda olmuştu ki huylarında sormayın, bir güzellik neşet etmişti yüzlerinde bakmayın.
YORUMLAR
Henüz yorum yapılmamış.