- 2202 Okunma
- 16 Yorum
- 9 Beğeni
Acus'un zehri
Okuduğunuz yazı Günün Yazısı olarak seçilmiştir.
Uzun zamandır katatoni gibi oturuyordum. Her şey bana donuk geliyordu. Öyle duvarlar bana ben duvarlara bakıyordum. Ne kadar nesne varsa hepsinde bir davranış bozuklukları vardı. Kedim koltukları parçalıyordu. Tablolardaki nesneler konuşarak beynimi sikiyorlardı. Gözlerim kedime odaklanmıştı. Beni parçalamasını istiyordum. Hiç kımıldamadım. Hislerimi algılamış gibi birden yüzüme fırlayıp tırnaklarını etime geçirdi. Yüzüm kanıyordu sanki. Kan beni kendime getirmişti. Ellerimi kaldırıp kedinin baş ve poposunu yakalayıp avuçlarımın içinde iyice sıkıştırdım. Onu bir minyatüre çevirip kutunun içine attım. Kedi bir katatoniye dönüşmüştü. Yavaşça yerimden kalkıp, bir iki adım ileri ve geri gittikten sonra ofisin lavabosuna kendimi attım. Ayna karşımdaydı. Yüzümde hiç bir şey yoktu...Biri ayna arkasından fısıldıyordu.
‘’Gerçek ve gerçek üstü bir zaman diliminde yavaşça deliriyorsun kadın. Kendine vasıflar yüklemeyi bırak’’
Acilen tatile ihtiyacım vardı. Masa başında uyuma ve uyumama anında rüya boşluklarına düşüyordum.Her şey havada uçuşuyordu.Delirmemek için ortam değişikliği yapma ihtiyacı hissettim.Ani bir kararla önümdeki dosyaları ofis ortağıma, kedimi de karısına kilitleyip ofisin kapısını vurup çıktım. Böylece biraz nefes alacaktım. İğrenç kent plazalarından, kalabalıklardan, kendilerini üstün zekalı sanan geri zekalı kişilerden, yapış yapış ter kokularından, kaldırım kusmuklarından, iğreti gülüş ve zoraki ağlamalardan kaçıp nefes almak istiyordum.
Eve vardığımda çantamı masanın üstüne fırlatıp koltuğa oturdum. Hayır, ben katatonik değildim. Tatil için nereye gidebileceğimi düşünüyordum sadece. Sessiz, renkli bir sahil kasabasının iyi olacağını fikriyle masa çekmecesinde biriktirdiğim tatil broşürlerini alıp incelemeye koyuldum. Birkaç broşürden sonra sayfa aralarında gizlenmiş tahta panjurlu rengarenk evler ve masmavi deniz ilgimi çekti.
’ İşte burası’ dedim. Hemen online uçak biletlerine baktım. Nedense yer bulamayacağım endişesi içimi kapladı. Epey gezindim. Sonunda sabah sekiz gibi Cenova’ya gidecek bir uçak bulmuştum. The tiger lillies- life is mean şarkısını açıp arka fondaki rüzgârın uğultusunu dinledim. Sanki biri beni çağırıyordu. Veya ben öyle hissediyordum Bir drama sesi. Şarkıyı defalarca dinleyerek sırt çantamı hazırladım. Saat gece yarısını geçiyordu. Başımı yastığa koyup, uyanacağım saati kurdum. Sabahları uyanamama gibi bir sıkıntım vardı. Uyumamayı tercih ettim. Saatler bir türlü geçmedi. Lamba ışıklarına baktım. Kapattığım müziğin uğultusunu kendi iç sesimde dinledim. Zihnim saatle beraber akıyordu. Belki de durmuştu. Bir sürü gel-git içinde sabah oldu. Pörtlemiş gözlerle suyun altına girdim. Apartmandan tıkırtı sesleri, hapşırmalar ve gürültülü koşuşturmalar geliyordu. Başka zaman olsa ağız dolusu küfrü basar yorganı kafama çekerdim. Beni sinirlendiren şeylere bu sefer gülüp geçtim.
‘’ Hayat devam ediyor Lipoendra ‘’ diye mırıldandım suyun altında. ‘’ Senin istediğin gibi değil, belki de hayalinde var olmayan bir yere kendini kilitlemenin bir anlamı yoktur.’’
Evden çıkmadan önce kedimi kucakladım. Hiç ilgilenmedi benimle. Koltukları yırtmaya devam ediyordu. Kafasını okşadım.
‘’ Hırçınlaşmana gerek yok zilli, Olivia sana çok iyi bakacak.’’
Zoraki onu öpmeme izin verdi. Sırt çantamı alıp evden çıktım. Kedi arkamdan miyavlıyordu…
...
Nihayet Cenova uçuşu sona ermişti. Cingue Terre’ye ulaşmak için tren garına yöneldim. Birkaç dakika beklememi söylediler. Etrafa bakındım. Senenin bu mevsiminde gar ıssız sayılırdı. Bu hoşuma gitti. Kalabalıklardan sıkılmıştım. Trene bindim. Bir veya iki saatlik yol süresinde çantamdan bir kitap alıp okumaya başladım. Beş sayfa okuyamadan tatlı bir uyku bastırmıştı. Uyuya kalmışım..
Biri önüme fırlıyor, bir im veya Japon dansı, Truva savaşları, bir kâğıt üzerinde iki rengin bir üçüncüyü doğuruşu, yaratma cesareti, yeni semboller, modeller. Beckett’in oyununda yalnızca çıplak bir ağaç görüyorum. Ve hiçbir zaman ortaya çıkmayacak olan Godot’yu bekleyenler. Biri önüme çıkıyor sabahın çiyleri, çirkinlik ve güzellik, nefret ve sevgi taşları…
Biri önüme çıkıyor. ‘’ Boşuna uğraşma’’ diye bağırıyor. Başımı sağa sola sallıyorum. ‘’Boş bir tabloda her şey olabilir..
Derinden gelen ses kulağımda titreşim yaptı. Sanki Rollo May’ın sözleri beynimi tırmalıyordu.’’Uyanın lütfen, burası son durak.’’ Gözlerimi açtım. Bir parça şaşkınlıktan sonra kucağımdan yere düşen kitabı alıp çantama koydum.
‘’Grazie Signora’’ dedim gülümseyerek.
Sonunda istediğim yere gelmiştim. Rengârenk bir mekânda olmanın keyfiyle Vernazza’nın üzüm bağları kokusunu içime çektim. Her zaman uçurumlar patikalar ve dik yamaçlar ilgimi çekmiştir. Ayrıca kiraladığım evin kasaba merkezinden uzakta, tepede bir yerde olması beni mutlu kılıyordu.
Küçük adımlarla yukarıya doğru yürümeye başladım. Yolun dik oluşu beni yormuştu. Oturup nefes almak istedim. Patika yol yapraklarla kaplanmıştı. Muhteşem bir manzara vardı karşımda. Yapraklar hafif rüzgâr esintisinde yerlerinden oynuyorlardı.
Gözüm ayaklarımın ucunda duran yapraklara takıldı. Birkaç yaprak yavaşça aşağıya doğru yuvarlanıyordu. Bir beş on derken yuvarlanan bir yaprağın altında büyük bir akrep görmüştüm. Akrebin sırtında yavruları vardı. Bir tanesini sırtından atmaya çalışıyordu. Her atışta yavru akrep annesine tutunup sırtına çıkmaya çalışıyordu. Her çıkışta yeniden anne akrep yavrusunu sırtından atıyordu.
Elime bir çalı alıp müdahale edip etmeyeceğimi düşündüm. Ta ki anne akrep yavruyu sokup sırtından atarak uzaklaştığı ana kadar kararsızdım. Yavru akrep yerde kıvranıp kendi etrafında durmadan dönüyordu. Onu öldürmeyi düşündüm. Ölecek olanın acı çekmesi bana göre dehşetti. Yerden bir taş alarak kafasını ezmek için elimi kaldırdım. O durmadan dönüyordu. Biri önüme çıkmıştı. Kör sağır dilsiz ve sersemlemiş bir haldeydi. Taşı yere bıraktım. Kurumuş birkaç sinek ölüsünü küçük ince bir dalın ucuna koyup akrebe doğru uzattım. Gelip sineğin tam yanında durdu. Sanki ölüm çığlığı son bulmuş gibiydi. Çantamdan iğnedenliğimi çıkarıp, yerdeki akrebi kuyruğundan yakalayarak kutunun içine koydum. Adımlarım huzursuz edici bir paradoks gibiydi. Yukarıya çıktığımda beni yaşlı bir kadın karşıladı. Elindeki anahtarları uzatırken çok güzel gülümsedi. Onu içeriye davet etmek istedim fakat çok yorgundum. Kadın uzaklaşırken avlunun kapısını anahtarla açtım. Ev küçüktü fakat istediğim gibi geniş bir avlusu vardı.
…
‘’Acus’’ dedim.’’Böyle her gün gezecek miyiz seninle. Gez,gez her tarafı bitirdik. Yeni şeyler yapmaya ne dersin. Mesela şöyle güzel kurabiyeler yapsak. Onları patikalardan aşağıya yuvarlayıp ormana dalsak. Veya boş bir tuvali toz boyalarla boyasak he.’’ Acus parmağımın üstünde zehirli iğnesini havaya kaldırmış beni izliyor gibiydi. Veya yeni bir koku almıştı. Onu dudağıma yaklaştırıp dilimi çıkardım. İğnesiyle dilime dokundu. Bana moral cesareti aşılıyordu.
Acus benim güzel akrebim. Her gün onu ölü sinekler ve larvalarla besledim. Her gün iğnedenliğimdeki sihirli iğnelerle yaşadı. O iğnelere battı. İğneler ona…
‘’ Acus’’ dedim yeniden. ‘’ Kahveli, çiçekli kurabiyeler yapalım. Hem çiçekli olması iyi olur. Patikadan yuvarladığımızda kimse anlamaz, çiçek sanırlar onları. Birkaç fikirden sonra çiçekli kurabiyede karar kıldım. Acus’u başımın üstüne koyup evdeki malzemeleri avluya çıkardım.Geniş bir kazanın içine beş yüz gram tereyağı,on adet yumurta, üç su bardağı pudra şekeri, iki paket vanilya, üç kepçe kabartma tozu,yirmi tatlı kaşığı kahve ve kakao..Hahhahhaaaa ne kadar un alıyorsa o kadar da un.
Bir güzel yoğurdum hamuru. Tam kıvamında olmuştu. Kakaolu ve kakaosuz hamur parçalarını elimde yuvarlayarak büyük tepsilere dizdim. Acus başımdan süzülüp saç telimin ucuna gelmişti. Süsleme sanatı artık ona aitti. Önce bir güzel kokladı. İğnesiyle kakaolu kurabiyelerin üstüne çizikler attı. Sonra beyazlara geçti. Kahverengi, beyaz kurabiyelerin kokusu avluyu kaplamıştı.
Saat ikiye doğru yıldızların parlaklığında ve ay ışığının ağaçlara düşürdüğü gölgelerle çiçekli kurabiyeleri patikadan aşağıya yuvarlamaya başladım. Her biri şişkin birer elbise giymiş gibi uçarak yuvarlanıyorlardı. Sanırım kabartma tozunu fazla kaçırmıştım.
Bu gece doğada nefes alan herkesin yeterli miktarda yiyeceği vardı. Arkaya doğru uzandım. Sevgili akrebim saçlarımın arasında bir yerlerde uyuyordu.
Tam gözlerim dalmak üzereyken bir çığlık sesi duydum. Boşluğu parçalıyor gibiydi. Her bir zerresinde büyük bir drama yatıyordu. Kendimi patikadan aşağıya attım. Çığlığın geldiği yere doğru öyle koşuyordum. Acus saçıma sıkı sıkı sarılmıştı. Duyduğum ses normal birinin sesi değildi. Sanki bir rüzgârın uğultusuydu.
Koştum. Balıkçı teknelerinin bulunduğu tarafa doğru yöneldim. Dev dalgalar kayalıkları dövüyordu. Ses kesilmişti nedense. Güvenli bir kayalık arkası bulup beklemeye başladım. Deniz biraz sakinleşmişti. Karanlıkta ne yapacağımı bilmiyordum. Tam geri dönmeye karar vermiştim ki dalgaların kıyıya vurduğu bir balıkçı teknesi gördüm. Yavaşça yaklaştım. İçinde iri gövdeli bir adam yatıyordu.
Ona seslendim. ‘’ Hey’’ dedim.’’ Çığlık atan sen misin?’’ Hiç ses alamadım karşı taraftan. Birkaç defa daha bağırdım. Büyük dalgaların gelme korkusuyla iri cüsseli adamı kayıktan çıkarmaya çalıştım. Kayık suyun içinde dönüp duruyordu. Ellerimle omuzlarından yakaladım. Yerinden oynatmam imkânsızdı. Çaresizce etrafa bakındım. Kimse yoktu. Uzaktan dalgaların sesi geliyordu. Adam taş heykele benziyordu. Üzerine eğildim. Umutsuzca ellerinden tutup çekmeye başlamıştım ki Acus iğnesini çıkarıp adamın sırtına geçirmişti. İğne sırtında bir çengel gibi duruyordu. Kendimi geriye attım. Saçlarım kalın bir halata dönüşmüştü. Akrep adamı kayıktan çekip çıkardı.
‘’ Tanrım’’ dedim.’
‘’Kayış ve köpek dişleri sahnenin en gerçek parçasıydı. Nevrotik,paranoyak ötelemenin akıl dışılığının ise sınırları yoktu…’’
Sinir krizi geçirir gibi kahkaha atmaya başladım. Adam sırt üstü yatıyordu. Acus saçımın ucunda durmadan sallanırken dalgalar kayalıkları dövüyordu. Ben öylece adamın ayılmasını bekliyordum.
Korkuyordum. Adamın gözleri büyük girdapların oluşturduğu boşluklar gibi bakıyordu. Bayılan birinin böyle bakması tuhaftı. Onun bir balıkçı olduğunu düşündüm.
‘’Üzgünüm, kötü bir havada ve gece vakti balığa çıkmanın doğru bir fikir olmadığını bilmeniz lazım. Üstelik tek bir balık dahi yakalayamadan.’’ Adamda tık yoktu.
‘’İyi’’ diye sitemde bulundum.
Saçmaladığımın farkındayım. Burada daha fazla kalamazdım.’’ Adınızı söyleyin bari. Ayrıca Acus’a bir teşekkür borcun var.’’
Ayağa kalktım. Bir süre yürüyüp geriye baktım. Adam yerden kalkmaya çalışıyordu. Geri döndüm. Elleriyle kumların üstünü yokluyordu. Birkaç kere daha bir şeyler söyledim kendisine beni duymadı. Varlığım yok gibiydi. Konuşmayınca sinirlenip kolundan tuttum. Birden beni kolumdan yakalayıp havaya fırlattı. Ne olduğunu anlamadan kendimi yerde bulmuştum. Dizim kanamıştı.
‘’ Geri zekâlı mısın?’’ diye bağırdım.
Adam garip sesler çıkarıyordu. Beni anlaması imkânsızdı. Kör sağır, dilsiz ve zekâ geriliği olan biriyle karşı karşıyaydım. Memelerimin arasındaki akrep uyanmıştı.
‘’ Ah’’ dedim.’’ Ayrık müziğin terk ettiği bir nota, fısıltı ve anlamsızlık, trafik ışıklarının durmadan yanıp sönmesi gibi bir zihin bulanıklığı ile karşı karşıyaydım.
Cebimden çiçekli kurabiyeleri çıkarıp adama uzattım. Garip inlemeleri kesilmişti. Kafasını uzatıp avucumdaki kokuya odaklandı. Birkaç adım geriledim. Bana doğru adımlamaya başladı. Koşarak yirmi adım ileriye gittim. Cebimde ne kadar kurabiye varsa kumun üzerine bıraktım. Adam dev cüssesiyle ellerinin üzerinde sürünerek pastaların olduğu yere geldi. Hepsini bir avuçta ağzına attı.
Çiçekli kurabiyelerim bir tat verme duyusuyla öte figürleri kendine doğru çekiyordu. Bunun çok tehlikeli olacağını hissediyordum. Bir çiy tanesini kendime yaklaştırmıştım. Eve doğru yürümeye başladım. Avlu kapısı açıktı. İçeriye süzüldüm. Bütün hamur işi malzemeleri ve boya kutularım birbirine karışmış, her tarafa dağılmıştı. Evin kapısında sakallı bir adam duruyordu.
‘’ Vandal mısın lan. ‘’ Bütün öfkemle bağırdım.
‘’ Vandal sensin’’ dedi. Sakince.
‘’ Hadi be, burayı ben kiraladım.
‘’Hadi ya, benden izin aldın mı?’’ diyerek içeriye girip kapıyı kilitledi.
Acus ve ben dışarıda kalmıştık. Kapıyı yumrukladım. Vandal kapıyı açmadı. Avlu kenarına kıvrılıp beklemeye başladım. Bir ara pencereden başını uzatıp konuşmaya başladı. ‘’ Kör, sağır, dilsiz, üstelik geri zekâlı birini kurabiyelerle iyileştireceğini sanıyorsun. Boşuna uğraşma…’’
Saç tellerim ay ışığında birer yılana dönüşmeye hazırdı. Öfkeyle pencereye doğru bağırdım.
‘’ Yaratma cesareti’’ dedim. ‘’ Sen beni mi takip ediyorsun..’’
Yerdeki kırılmış tuvallerden birini cama fırlattım. İçeriden gülme sesi geliyordu. Arkamı döndüm. Kayıktaki adam avlu kapısının önünde duruyordu.
.
.
.
YORUMLAR
lacivertiğnedenlik
lacivertiğnedenlik
Kurt Cobain öldü diyor güzel bir kadın
Diğer güzel kadın Sen niye ölmedin diyor...
Bana birde Mişimanın ordu binasını basıp nutuk atıp seppuka yapışıda canlandı burda.
Birbirinden çokmu alakasız yada çokmu yakın bilmiyorum ama Japon modern kurgusunun tadını aldım elbette
Sen niye ölmedin...
lacivertiğnedenlik
lacivertiğnedenlik
lacivertiğnedenlik
chaotica
lacivertiğnedenlik
Den(iz)
sana hiç ortaokul anılarımdan anlatmış mıydım? anlatayım o zaman:
hiç akrebim olmadı ama, bir zamanlar salyangozum vardı. hayır hayır, bu olmadı; ne o kimsenin ne kimse onundu. baştan alalım. bir zamanlar Salyangoz vardı, şu an yaşadığım ve bu garip dilini kullandığım acayip dünyaya adım atmadan önce. kaybolduğum o gün tanışmıştım onunla; aniden başlayan yağmur, beni sadece iliklerime kadar ıslatmamış, yapışkan hücresine de esir etmişti. hücreye sızan solucanların tek hedefi vardı: ben. benim için her şey bitmişti; gözlerimi kapamış ve kaderime teslim olmuştum. gözlerimi açtığımda karşımda onu gördüm, Salyangoz'u. yağmur dinmiş, toprak kurumuşru bile. Orman'a her zaman hakim olan hafif karanlıktaki görüntüsü sevimliydi. altında yattığım yaprağı attım ve oturuş posizyonuna geçtim.
...uzun süre ayrılmadık birbirimizden. ne zaman yağmur yağsa bana evinde yer açıyor, usulca yanına sokulup yatıyordum. ne zaman kaybolsam kendini bir çizgiye dönüştürüyor, böylece yolumu buluyordum. ne zaman...
o günü unutamam. yine kaybolmuştum. yine başım beladaydı. bir Köpek Başlı sürüsü beni köşeye sıkıştırmış, sivri dişlerini gösteriyordu. ağaçlara yalvardım; sessizlik... bir anda belirdi; öyle bir böğürdü, kabardı kabardı, kocaman oldu. Salyangoz, kendini topaç yapmış üstlerine doğru hızla yuvarlanırken, köpek başlıların tedirginliğinden faydalanıp kaçtığım yerden izledim. yuvarlanırken parçalara ayrıldı, yüzlerce misket, sürünün üstüne yuvarlanıyordu. ve ilk görüntü o zaman belirdi: farklı bir boyuta geçmiştim sanki, garip bir yer... ufacık bir çocuk halının üstüne oyuncak yaratıklarını dikmiş, üstlerine misketlerini yuvarlıyor, onları düşürüyor ve seviniyorken etrafa kurabiye kokusu hakimdi. misketler, köpek başlıları atlarıyla birlikte devirdi. yüzlerce misket birleşip tekrar Salyangoz olduğunda ortalıkta hiç biri yoktu.
öylesine bir anıydı işte.
lacivertiğnedenlik
Bu aralar yazıda ki gibi bende bir anda çekip gitmek istiyorum kalabalıklardan ve en çok da kendimden.
Ama akrepsiz:)
lacivertiğnedenlik
lacivertiğnedenlik
Hahhhaa sıra sende İliryalı..yaz..ayrıca teşekkur ederim bana ilham oldun..Vandal ve lipoe..ee biraz damara basayım dedim..keyifli oluyor..;)
korkulu
şizofrenli
sürükleyici
alaycı
cesur
sert
akıcı
bir bilinmeyenden bir biline
bir bilenden bir bilinmeyene yolculuk gibi
akıl tutulmalı
acus'un baştan sona epiksi tutumu :)
en güzeli de sıkıcı değil
2-3 defa okunası.
devamını yazmalısın mutlaka.
lacivertiğnedenlik
lacivertiğnedenlik
Ben de sevdim.. Teşekkur..
lacivertiğnedenlik
Fıtratım *ok kokuyor ama anam avradım olsun ki ,bu yazıda onu gördümm ...
O gece, sabaha kadar beni takıp edenlerin hepsini iste bu yazıyı okuduktan sonra öldürdüm. Bilmeli evden çıkmadan önce kediyi değil, kendisini kucaklamalı deli ...
Sonra ...
Sonra insan kendisini truvaya benzetmeli. İçini bir yığın gereksiz şeylerle yüklemeli ve hiç olmadîk bir zamanda kendi istilasını bir deli eliyle yapmalı. Şart degil; gereklilik kipinden istemeli.
Bu da değil. Ben bir deliyim ama bana katatoni gözlerle bakma. Acus' un zehri elimde. Bak onunla sana şiir yazdım ...
★Bütün insanlar ve butünün içinde hiçte insana benzemeyen hayaldünyası var. Kimi delirerek ona ulaşır kimi delirmiş gibi davranarak. Empati ölünce , bakalım nasıl yapıcaz .
Tebrikler
Sevgiler