- 803 Okunma
- 1 Yorum
- 0 Beğeni
GÖÇ
Göçün en fazla anlam kazandığı coğrafya burasıdır. Orta Asya, Orta Doğu ve Balkanları da içine alan Küçük Asya...Göç, çağlar boyunca kaderi olmuştur bu coğrafyanın ve insanının...Nedenler çok genli olabilir, inandırıcı da gelmeye bilir bazen, ama, bir gerçek var ki, bu bölge de doğduğu şehirde veya köyde ölen insan sayısı çok azdır. Bu zamanının elitleri içinde böyledir, milletler içinde, halklar içinde...
Bu kültürlerin biri birini itmesi ve çekmesi şeklinde gerçekleştiği gibi, büyük güçlerin, daha küçük güçleri ezmesi şeklinde gerçekleşmiştir. Tarihi sürece baktığımızda bu doğal bir hal gibi gözükür. Büyük güçler harekete geçtiğinde, ya tabi kılarlar, ya da yok ederler, geçmişteki algılama budur. Buna çok fazla kafa yorulmaz, karşı gücü oluşturmak için yeni güçler kendilerini organize ederler. Çoğu zaman da başarılı olurlar. Güçler sık sık el değiştirirken toplumlarda yer değiştirir. Bunun bir kuralı olmaz ve çok acıda maliyetler yükler muhataplarına.
Bu devasa coğrafyada çok büyük çalkalanmalar yaşanmıştır. Bu çalkantı bizim özelimizde, yani ülkemizde de halen devam etmektedir. Elbette yeni zamanlar yeni nedenler üretmiştir ve üretmektedir. Cumhuriyet kurulunca benimsenen çağın diline uygun olarak bir milletleşme sürecidir. Bu süreci Türkiye çok başarılı götürememiştir. Bunun gerçek nedeni, göç olgusunu doğru analiz edememesidir. Halbuki milletleşme süreci yaşayan bir toplumda bunun çok faydalı sonuçları olması gerekirdi, kültürlerin tabii harmanlanmasına yol açan bu durumda gözden kaçırılmıştır. Milletleşme süreci ile birlikte, modernleşme ve şehirleşmenin de at başı devam etmesi gerekirdi, olmadı. Şehirlerimiz göçe yenildiler. Bütün şehirler kimlik kaybına uğradı, ama, yerine adını koyabileceğimiz bir yapı gelmedi. Bu çalkalanma şiddetle devam ediyor. Siyasetçilerimizde hep yanlış yerden baktılar, sosyolojinin kanunlarını görmezlikten geldiler. Hala da bu anlamda ısrar edenler bulunmaktadır. Dünyanın her yerinde mezradan köye, köyden kasabaya, kasabadan şehre ve ana kentlere göç tabi bir olgudur. Siz istemeseniz de bu gerçekleşir. O denli bir aldanma ki seksenli yıllara geldiğimizde bu ülkede at ve katır sırtında mezralara kum taşınarak okul yaptırmayı sürdürdüler. Oradaki insanların gerçekte bir dedenin ölümünü beklediğini görmediler. Dedeler öldü ve mezralar boşaldı. Çünkü televizyonu çoktan tanımışlardı, kasaba ve şehir diye bir kavramı tanıdılar hemde çok çekici buldular. Tarım ürünlerininde yetmişli yıllardan sonra reel olarak hızla değer kaybetmesi, isteseler de insanların aynı topraklarda yaşamalarını mümkün kılmadı. Önce gurbetçilikle baçlayan göç, ardından kalıcı hale geldi. Göçe katılanlar geldikleri şehirlere yerleştiler. Çok kısa bir süre şehirler gelen göçü hazmetti, dönüştürdü, göç dalgası güçlendikçe şehirler mücadeleyi kaybetti ve göçe yenildiler.
Bu doğal durumdan insanımızın bir kesimi rahatsız oldu. Hedeflediği şeylerle, gerçekleşen şeyler kafasında tezat oluşturmuştu bundan haberi olmadı, yurt dışından baskılar sonucu ve yine doğal bir süreç olan balkan göçünü de bir başkaları hazmedemedi. Demek ki bu bir hazım işi değil, asırlardır değişik nedenlerle yaşanan doğal bir süreç. Buna herkes katlanmak zorundadır. O zaman başka soruların cevap bulması çok güç olur.
Bu süreçte yapılacak en akıllı iş, zorda olsa biri birimize alışmak ve birlikte yaşamayı başarmak. Göçü tersine çevireceğiz diyen siyasetçilere asla inanmamalı, neden ? İnsanlar yaşama maliyetinin yüksek olduğu, ekonomik kazanç üretmenin zor olduğu bir yere tersinden neden gitsin?
Demek bu olmayacak. Olacak olan ne ? Fikri, zikri ne olursa olsun, herkes buna katlanmak zorunda. Yoksa hiçbirimiz kendimize doğru adres bulamayız. Bu tartışmalar toplumumuza çok ciddi zarar vermektedir.
Bütün bunlar yapılırken, ülkemizde ki iç göçle, dışarıdan gelen göçleri ve problemlerini biri birine karıştırmamak gerekir. Bu iki göç, tamamen biri birinden bağımsız olarak ele alınmalı ve incelenmeli, buna göre de çareler üretilmelidir.
Şehirler göçe yenildiler, ama, şimdi daha ciddi bir durumla karşı karşıyayız; Irak ve Suriye göçmenleri ve göçleri.. Bu durum aslında özel bir başlıkla yazılacak kadar geniş kapsamlı ve önemlidir. Yaklaşık dört milyon insanın göçünden bahsediyoruz. Bu rakam bir milletin ve toplumun kültür kimyasını değiştirecek kadar önemlidir. Bunu asla hafife almamalı. Süratle başta dil öğretimi olmak üzere eğitilmeleri sağlanmalıdır ve bütün çalışmalar bir gün ülkelerine dönebilecekleri üzerinden hesaplanarak yapılmalıdır. Bu insanlara kalıcı olacakları ümidi verilmemelidir.
Yapılacak olan devletin, hükUmetlerin, tabi göç yollarını iyi tesPit edip, göçün yöneldiği alanlara ve yerlere özel projeler üreterek yatırım yapmaktır. Basitçe, Yüksek Seçim Kurulunun son hazırladığı iller üzerinden millet vekili çıkarma rakamları bize göçün nerelerden nerelere ve ne kadar kaydığını söylemektedir. Resmi rakam kırsal kesimden kentlere göçün bir yılda bir buçuk milyon insan olduğunu söylemekte. Ne demek bu ? Bunu neyle önleyeceksiniz ? Peki gelenlerden geriye dönen kim, mezar yerini özleyen üç beş insan. Türkiye zaman kaybetmeden bunun çarelerini aramalıdır. Bilinmeli ki biz sevsek de sevmesek de, girsek de girmesek de Avrupa Birliği Projesi göçü azaltmayacak hızlandıracaktır. Şehirlere ayrıca her bölgeden iç göçler yaşanıyor yaşanacaktır. Bir çare ?! Selam, saygı...
HAYRETTİN YAZICI