- 855 Okunma
- 0 Yorum
- 0 Beğeni
GAMLI NOTALAR...
Uzak düşmek belirsizliğin konuşlu sezisinden.
Yer etmesi en ılgıt teselli midir yoksunluk addedilenden ziyade yokluğun makber ve tereddütsüz isyanı iken kepenk indiren hem de belli mi olur, demenin ötesinde belirli bir noktada hedefe kitli bir sığınak hem de yığınak iken misli acı tüm dokunuşu ile kaderin tek cümlede boykot ettiğimiz hükümranlığı iken tüm canlıların sığındığı o İlahi İzlek yine varlığın beyan ettiği varlıksız ve sıfatsız iç çekişlere yüklenmek yüklendiğinde de öte yüksünmeden aynı nakaratı pelesenk etmişken hem de ihbar edilesi bir raddede tüm tezat ve mağdur sakıncaları bertaraf ederken.
Bir müspet bir menfi.
Bazen siyah bazense pür-ü pak ama her halükarda tezat iklimlerin iş birliği hem de yüreğe en derinde konuşlu.
Bir aryadan üreyen gam’lı notalar
Bir nota’dan türeyen o şarkı.
Bir şarkıdan çok öte belki de takılı kırık plağın o serkeş iğnesine mimledikçe büyülü feryat.
Hâsıl olan tıknefes bir coşku olmalı.
Sonsuzluğu rahmet bellediğime kani, arşınladığım hayat ağacı; belki kıblemde belki sarnıcımda ama elbette dediğim tek imge.
Sür-git hegemonyasına isyan biriktiren fanilerden mi olmalı ya da çatık kaşlı bir rüzgâra emanet etmek mi ıssızlığı?
Işıldayan nicedir ve ışıyan, ışıltısını yüreğe boca eden yetmedi karga tulumba istiflemek iken tüm mecalsizliğini evrenin tek kalemde yok sayan.
Hayli yaşlı ve yorgun hem de biteviye yaşanan sürgün hayatın mihrabına diktiği o sancaktan da nasibini almışken.
Tüm düşünce özürlü ahkâmlara asılıyorum ve sensin en fevri var oluş sebebim.
Astığım bayrağın kanı iken yüreğime akan, feryat figan iken olmazın oluru bir tümcede bağdaş kurmuşluğumuz…
Akın eden, arz eden, anlam sunan, anlamsızlığı anlam addeden, anlama lüksünü çok gören belki de boykot etmekle hayatı eş değer sessizliğimin dokunaklı tezahürü iken içime akıtmadığım gözyaşı.
Densiz mi yerli yersiz mi yoksa ikisi de aynı kapıya çıkan bir misafir endamı ile kendini naza çeken bir ikilemden doğan sancılı aşklarım mı?
Sarkaç kırılalı çok oluyor.
Aşka düşeli dünyanın yine çok eskilerden bir hikâye.
Günü birlik aşklar ise ortalığa düşmüş ben en sakil gölgeye rast geliyorum güneş uykuya çekildiğinin ertesi.
Bornozunu giymiş gök kuşağı mahcup bir edayla sesleniyor arkasından kara bulutların:
‘’Çok yorgunum ve tüm neşemi çaldı insanoğlu!’’
Bariz.
Hicap yüklü.
Akla zarar.
Ama gerçeğin ta kendisi…
Âşıkları boykot eden üç beş kırpık yıldız da veriyor ağzının payının sözüm ola aşk dediğin…
Bonkör nidaları belki de pespaye karanın en acımasız sanrısı.
Tümden gelen coşkuları tuş eden bağnaz bir önyargı ile muştalarken evren ve insan silsilesi yine birbirine iken gücü yeten kim ise…
Bir derya.
Bir nokta belki de.
Varlıksız bir mesnede yığdıkça efkârı, çekildikçe köşesine beyhude sevgi kadar da anlık tokalaşmasını yüreğin yüreklerle hayli gaddarca bir nüansta mimlediğimiz benlik katsayısına anlam yükleyen senli-benli kovuşturması bilinmezliğin öteleyen değil örselenen ikrarı: Kâh satılmış bir cümlede kâh yaftalanmış bir vecizede en dokunaklı terennümü heba etmek kadar da sona kurulu saatin kalan vakti iken tüm çırpınışımızla geciktirmek yine meçhul sonu.
Merak ediyorum doğrusu hele ki üstü kapalı geçtiğin hatta ötesini de söylesem mi?
Boş ver, dediğini duyar gibiyim. Öncesizliğin tufanında hangi yergi ise kulağına gelen ve hangi yargı ise cümle âlemin istiflediği yoksa işkillendiği mi demem lazım?
Bak, gördün mü daha ilk karşılamamız ve gelmiş nelerden dem vuruyorum. Sahi rahatın nasıl, yerinde mi? Ya konuşlandığın ama konuşamadığın?
Gölgelere hitap ettiğin aşikâr aslında ihbar ettiğim bir gölge iken sana yarenlik yapan bil ki; ne ilk olacak ne de son hele ki serzeniş addettiğin bil ki yüreğimin tek sığınağı.
Gitmelerle bozmuş insanlar bense göreceli sağanaklarda ıslanmayı bekliyorum aslında ahdettim hem de ne uğruna?
Sona meyleden bir günce olmadığı meydanda aslında göze battığım da yoksa çeperinde yüreğin dosta meylettiğim o sıcak dokunuşun tezahüründe mi büyütüyorum onca çapul imgeyi? Çekirdek çıtlatır gibi insanlar: Ola ki ağzımdan çıktı artık ben bile unutmuşken saniyeler içerisinde ihbar ediyorlar hem de beni bana ama duyduğum o tok sesini ihanetin de hiç mi hiç sindiremezken.
Ne var ki bunda, dediğini duyuyorum ve bil ki asla da pışpışlamıyorum günahlarımı ve günahlarını gömmeni diliyorum hem de tek iz bırakmasan da Tanrı’nın anında bulacağı. Ardıç kuşu gibiyim yoksa soytarı bir imde mi takıldım yine? Çağrışım yapan duygularım… başıma ne geldiyse onlar tek sorumlu.
İç çekişlerine lehim yapıyorsun da olmazı bir anlamsızlık bil ki olur bildiğin ne ise hem de tedarikli olmanı gerektirecek fazlaca bir neden olmasa da.
Dünlerde takılı kalmak belli ki en derin yara hem kehanet filan da değil hissettiklerim: Aklın yolu bir hem kim demiş üryan bir düş’ten mi ürer bunca cehalet? Ürer hem de nasıl keşke, demeye meylettiğim bir dokunuşu sorgulayan hangi aklı evvel tantana ise pek de oralı değilim hani… dediğime bakma sen yine de.
Rahmet okumam gereken o kadar çok ölü’m var ki arkasından ve de ölüm’ün ta kendisi. Patavatsız bir düş’e geçirdiğim soluk bir maske olsa da elimdeki cümleler hem de payidar bellediğim bir iç dökümün en silik telaffuzu olmuşken tedirgin iç sesimden bukle bukle uzanan tüm önyargıları ihlal eden en mağdur izlekte saklanmışlığımı maruzat belleyen.
YORUMLAR
Henüz yorum yapılmamış.