- 443 Okunma
- 0 Yorum
- 0 Beğeni
Anılar ve rüyalar / rüyalarımız…
2000 yılına girmek üzereydik.
O zamanki ABD Başkanı Bill Clinton,3.Bin Yılın (milenyumun) başlangıcına özel bir önem vermiş olmalı ki televizyonda uzun bir konuşma yapmış,özetle şöyle demişti:
-Anılarımız,rüyalarımızın önüne geçmemeli.
Durdum ve bu söze dair epey de düşündüm.
Evet,hepimizin eksik ya da fazlalıkları vardı;bir dönem sonra bunların “anı” olması kaçınılmazdı ama “rüyalar” öyle mi?
Geleceğe dair düşler,umutlar ,hayaller ,beklentiler ve belki fazlası da rüyamız idi.
Dolayısıyla pek anılara takılıp,kalmam ama “yaşanmışlıkların” önemini de inkar etmem.
Hayat yolculuğumda binlerce insanla karşılaştım,en azından 20 bin civarında öğretmen-idareci ile hem iş arkadaşlığı,hem de sohbet arkadaşlığı ettim.
Kaldı ki giydiğim elbiselerin çok da “cebi” vardı.İçine koyacak çok malzeme topladım.Hem de Nietzsche’ yi doğrularcasına:
-İçine koyacak bir şeyiniz varsa,bir günün bin cebi vardır!
Neredeyse tam 60 yıl önce ilkokula başladım.
Siyah önlük,beyaz yakalık,eski de olsa bir tahta çantam.Yazarken bile köşebentleri aklımda.Ne büyük mutluluktu o…Halen o çocukluk arkadaşımla iletişim devam eder,o anıları yad ederiz.Yani bir tür geçmişe yolculuk…
Sonra ortaokul yıllarım ve şehirde okumanın heyecanı.
Yeni arkadaşlar,yeni insanlar ve yeni çevre…Yatılı olarak okuduğum Vakıflar Yurdunun “sobasız” odaları ama yine mutlu olmamız…Kırklareli Yayla Mahallesi idi mekanımız da.Okul da çok yakındı ama sonra yeni bina yapılınca oraya taşındık.Şimdi Atatürk Lisesi olarak faaliyetine devam ediyor aynı binada…
Yıl da 1963 ‘tü.
Yeni taşınmıştık ki ABD Başkanı Kennedy’nin ölümünü duyduk.Sanırım kasımdı ay ve Bayrakların yarıya indirilip,saygı duruşuna geçişimiz…Dün gibi aklımda.
Sınıf arkadaşlarımı da bir an hayal ediyorum bu satırları yazarken:Mustafa,Hayrettin,Alaeddin,Bülent,Suzan,433 Seçil,Sema Saraçoğlu (Valinin kızıydı.)Nedret ,Ahmet,Cemil ve aklıma gelmeyenler de cabası.
Sonra kırk yıldan fazladır “kölesi” olduğum öğretmenlerim!
Ayşe Hanım,Jülide Özbursalı,Süheyla Yet,Sakallı (lakabı tabi..)Osman Çalımlı,Halit Yeşilbaş,Nermin Tan ve çok yakışıklı beden eğitimi hocamız Erol Bey…Sevim ve Hasan Latif Sarıyüce adlı öğretmenlerimiz.
Ama,”Sınıfa bir ruh gibi girecek,bir put gibi oturacak ve sınıftan bir nefes gibi çıkacaksınız.”diyen Fettah Oktay’ı unutmak olur mu?
Sonra Trakya tarihinde “iz bırakan” 1963 kışı…Yurttan “Gençlik Sinemasına” inip de gidememiştik,her yer buz ve iliklerine işleyen bir ayaz.
Ama umudun varlığı içimizi sıcacık ediyordu.Hele yurtta yaşı bizden büyük olan ağabeylerimiz:Aşar Işılay Ustaoğlu,Ahmet Kaya,Nazmi abi,Rıdvan ve diğerleri.Ve Mustafa Eren ağabeyimiz.Muratlı’nın hızlı,hoyrat delikanlısı…
Bir gün kavga ettiğim Şerif Kabacık…Yıllar sonra karşılaşınca,bana burnundaki izi göstermişti,ben de parmağımda kalan yarık izini.Sarılıp,gülüşmüştük,”Hey gibi günler hey !” diyerek.
Hayatın henüz başındaydık.
Gelecek bizi bekliyor diye düşlerimiz ne kadar da çoktu.
Sonra Edirne Erkek Öğretmen Okulu.
Yeni çevre,yeni arkadaşlar…
90 kişilik yatakhanemiz.İki kişiye ancak bir dolap düştüğü için dolabimı paylaştığım 96 nolu Hüseyin Gülerce.Benim de 97 idi.
95 Atilla,99 Yavuz,101 Sadettin hemen aklıma gelenler.Gözlüklüydü Sadettin.O sıralarda Doktor Barnard ilk kalp nakli ameliyatını yapınca da,olmuştu adı “Barnard”.Ne de olsa bilim adamı edası vardı.Yıl da sanırım 1967 idi.
Keşanlıydı.
Çok “kavgalar ettik” birlikte ama vurup,kırmadan:Keşanlılar “deveci” idi;Kırklarelililer “ayıcı”!
Edirne Kaleiçi’ndeki tarihi okul binamız.Sanırım halen 1.Murat Ortaokulu.Halk arasında adı “Yahudi Mahallesi” olan güzel yerimiz.Nereden bilecektik ki İspanyolların 1492 ‘de “Yahudileri” kovup,Osmanlı’nın da kucak açtığını,sınır boylarında olduğu için de Edirne,Kırklareli,Uzunköprü,Lüleburgaz,Babaeski ve Çorlu’da Yahudilere ev sahipliği yapıldığını.
Yaşayarak öğrendik tabi ki ama sonra 1934 ‘teki Trakya olaylarını da.
Bu arada Edirne’nin Balkan Savaşı sırasında,Bulgarlara esir düşünce,Yahudi cemaati önderi Hayim Becerano’nun Osmanlı’ya sadakat gösterdiğini de “okuyarak” öğrenecektim.
(İlber Ortaylı,İmparatorluğun Son Nefesi,S/116,117.)
“Beyler,uzun oturan beyler,kalkın “demesini sevip,bize sopayla vurmasını “bile” beklediğimiz Faruk Canatan Hocamız.
Müdürümüz Necati Erinç’ti ama adını bilen yoktu ki.”Totem” demek yetiyordu bize.
Tunca kenarında kahvelere “kaçıp”,okey oynamamız,Meriç’teki Söğütlük’te de yaptığımız “zıpırlıklar.”Bir gün Fil Yokuşundan geçip,tarihçi Meliha Güldiken’in “Güldiken Kız Öğrenci Yurdu”nun önüne gelmiştik,ona rahatsızlık vermek için.
Ve karşı duvara da “çöğdürmeye” başlamıştık.
O hocamız kızmak yerine,balkona çıkmış,” Sırayla oğlum,sırayla…”diyerek büyük bir olgunlukla “planımızı” bozmuştu.Kızdıramadık diye hayıflanmamız halen aklımdadır!
Kısaca hayat yolculuğumuz heyecanla başlamıştı,adını koymasak da “rüyalarımız” hem çok hem de renkliydi.
16-17 ‘li yaşlara “vardık.”Büyüyorduk…
Sigara içenimiz de vardı,içkiyi seven de.Genç yaşta aramızdan ayrılan Mustafa Bilgineşi’nin,”Labohem” adlı meyhanede ilk maaşa borca şarap içtiğini demezsem olmaz/olmayacak.
“Alango Beşlisi” diye bir grubumuz vardı.Halen adın nereden geldiğini bilmiyorum.Ama Hamit,Özkan,Mustafa,Şeref ve ben…Beş ediyorduk!
“Acemi” idi adım,henüz sigara içmediğimden dolayı ama 50 yıllık tiryaki oldum,ilk sigarayı bu arkadaşlara alarak!
Bu arada müthiş etkileyici öğretmenimiz olan Cevat Dursunoğlu ile Çolak Selim’i de anmalıyım.Adını bile unuttuğum ama “Faraza” diye”lakabı” kalan kimyacımızı da.
Necati Seçkin de unutulmazlar arasındadır bende,İmdat Arvasi de.
Ama kibarlığını hiç bozmayan Tayyip Yılmaz da.Hatta “iş eğitimi” dersinde Selimiye Camiine götürüp,pervazların üzerine sonradan sürülen yağlı boyaları elimizdeki spatulalar ile kazıtması da.
Kısaca yavaş yavaş anılar birikiyordu.
Öğretmen olacaktık.
“Alnımızda bilgilerden bir çelenk “diye başlayan “marşımız” hepimizin aklında ve dilindeydi.
Öğretmen olduk,ilk maaşı alabilmek için de yaş büyütmesi davası açmıştık mahkemeye.Çünkü 18 olamayınca “maaş “ödemesi olmuyordu.
………………………..
İzmir,Giresun,İstanbul’da ilkokul öğretmenliği yaptım sonuçta ama dört yıl kadar.
Sonra “pedagoji” okudum,meslek dersi öğretmeni olup,öğretmen okullarında çalışmak için.
1975’teki “MC” hükümeti bizi ne müfettiş yapmıştı,ne de meslek dersleri öğretmeni…
Bir dönem “eğitim uzmanı” olarak çalıştım.
Sonra meslek dersleri öğretmenliği de yaptım,25 yıl kadar da ilköğretim müfettişi olarak çalıştım.İzmir,İstanbul,Mardin,Yozgat,Kütahya ve Çanakkale’de.
Ve anılar çoğaldı ama ceplerim henüz “dolmadı.”
Hayattan hem “alacaklarım” var,hem de bu birikimleri “verme,aktarma “sorumluklarım .
Okumayı ta çocukluktan beri seviyorum /sevdim.
Hatta geçen gün Karşıyaka’ki sohbet mekanımızda “hayatın anlamı “üzerine bilgi alışverişi yaptık.
Herkes birikimlerini paylaştı.
Anılarımızı da faş ettik.
En son K.Popper’in şu sözünün çok doğru olduğunda karar kıldık:
-Hayatın anlamı,arayıp da bulacağımız şey değildir;biraz da bizim hayata kattığımızdır!(Daha İyi Bir Dünya Arayışı,Karl R.Popper,S/147.)
İşte “anılar” bir katkıdır hayatımıza ama onlardan elde ettiklerimizi “aktarmak da” bir sorumluluk ve belki benim “rüya”m.
Ya da C.Sıtkı Tarancı’nın “Memleket isterim” şirindeki gibi bir ülkede yaşamayı “düşlemek” rüyamdır.
En güzeli de daha adil ve özgür ülkede yaşama isteği adlı “rüya”ya sahip olmaktır diyeyim.
Kendi adıma tabi ki.
“Ders “vermeden,akıl “satmadan”,sadece “torbamdakileri” satmayı önemsiyorum.
Ünlü yazar G.G.Marguez’in “Anlatmak İçin Yaşamak” adlı kitabında dediği gibi:
-Hayat insanın yaşadığı değildir,aslolan hatırladığı ve anlatmak için nasıl hatırladığıdır!
Demek ki yazmak,bu cümleden de olsa gerekli bir hal(miş).
YORUMLAR
Henüz yorum yapılmamış.