- 636 Okunma
- 5 Yorum
- 0 Beğeni
İNSAN MANZARALARI!!!
Karşıyaka-Menemen Durağında Kaleme Aldığım Yazı
13 Mart 2008 Saat 18-50 ve Sonrası
Yorucu bir günün ardından insan bir leğen suyun içine gündelik yolların aşındırdığı ayak topuklarını ve nasırlı tırnaklarını sokarak saatlerce o şekilde beklemek ister.Ya da en azından ben öyle isterim.Bu akşam üzeride öyle bir ruh hali içerisindeyim.Yemek yemeği onca sevmeme rağmen sıcak bir ekmeği kıracak kadar takatim bile kalmadı.Zavallı ayaklarım.Ne çok yol yürüdüm bu gün.
Tuhaf olan bir şey var ama bu işte.Onca yorgun olmama rağmen yinede kaleme ve kağıda sarılmam çok tuhaf.Çölde kilometrelerce yürümüş ve vahaya kavuşmuş gibi hissediyorum kendimi.Birazda çılgınlık sanırım bu tavrım.Otobüs seyahatlerinde yani belediye otobüslerinde bazen uzun uzun seyirlerle,gözlemlerle sosyolojik ve psikolojik argümanlar ararım yazılarıma.
Çoğu zaman da çok önemli kaynaklar bulurum.Genelde bu tip seyahatlerimde boş boş etrafı seyir etmektense kitap okumayı tercih ederim.Ama bu gün gözlem yapmayı ve sıcağı sıcağına yazmayı tercih ettim.Uzun ve körüklü araçların körüğünde ayakta beklerken tahlil yapmakla ve tez aramakla meşguldüm tam elli dakika boyunca.Hani arkasına gururla ‘long vehich’ diye yazdığımız araçlardan birine binmiştim yani.
Birkaç örnekle İzmir insanını çeşitleme gayretine gireceğim bu gün umarım bu emelimizde muvaffak oluruz.Başlamadan evvel şunu açıkça söylemeliyim ki bir belediye otobüsü bir sosyolog için bulunmaz bir nimettir,çünkü içinde tonlarca insan ve bu insanların sarf ettiği tonlarca kelimeler şuursuzca dolaşmaktadır otobüs içinde.Bu noktada bir sosyolog olmamama rağmen insan ilişkilerini yorumlama gayreti göstereceğim.
İlk olarak benimle beraber körüğün üzerinde sallanan bir grup lise talebesinden başlamak isterim:Gün boyunca okulda kızlarla olan münasebetlerini anlatırken yakaladım muhabbetin ucunu.Biraz kulak misafiri oldum istemeden sözlerine.Gençler o kadar havaya girmişlerdi ki neredeyse otobüsteki herkesi bir kenara itip kızla oracıkta sanal bir zevkin doruklarına çıkacaklardı.O sırada aklıma geçenlerde yazdığım ve gençlerin maneviyatını neşretmeğe çalıştığım bir yazım geldi.O yazımda gençlerin manevi bakımdan aslında çok kötü olmadıklarını anlatmağa ve ispat etmeğe çalışmıştım.
Sanrım o yazının çok önemli bir yanı eksik.Bu günkü gibi maddi zevkin ve cinsel zevkin zirvelerine çıkmak isteyen gençlerden de bahsetmem gerekirdi.En kısa zamanda bu konuda da bir iki kelam yazmayı artık bir borç bilir oldum.Neyse devam edelim konumuza.Bu gençler etrafındakilere aldırmadan diğerlerinin rahatlıkla duyabileceği küfürlü cümleler kurmakta ve en mahrem halleri gayet doğalmış gibi anlatmaları beni baya efkarlandırdı.Dinlerken tüylerim diken diken oldu.Nasıl olur da genç beyinler cinsel isteklerine taparcasına dürtülerinin esiri olurlar,anlayamadım.Bu cemiyetin aile yapısı bu kadar mı çöktü?Ya da ne kadarı sağlam?Bu konulara devlet yetkilileri derhal eğilmeli ve bir çare bir çıkış yolu bulmalılar.
Birkaç adım geride iki bayanı günlük işlerini anlatırken yakaladım.Bayanlardan yaşça ve cüsse bakımından daha irisi kendine göre sabah ama aslında öğle 11 gibi kalktığını ve kahvaltıdan sonra kuaföre gidip yetmiş milyona saçını başını yaptırdığını ardından filancanın altın gününde konken oynadığını anlatıyor yanındaki hanımda ağzı açık dinliyordu.Konkende yaklaşık üç yüz milyon kayıp ettiğini ama bunun o kadar önemli olmadığını önemli olanın sadece kendisinin bu oyundan zevk almış olmasının olduğunu söylüyordu.
Ardından daha genç olan bayan söze sabahın altısında kalktığını söyleyerek başlıyordu.Kalkar kalmaz evini toparlayıp kahvaltıyı hazırladığını okula giden çocuklarını ve memur olan eşini saat yedi buçuk civarında uyandırdığını hep beraber kahvaltı yaptıklarını ve ardından da eşini işine yolcu ettiğini sonrada çocuklarını okullara bıraktığını dönüşte de pazara uğrayıp bir iki eksik alıp eve döndüğünü söylüyordu.Daha sonra akşam yemeğini hazırladığını ve sonrada yeni doğum yapan kızının yanına gidip onun da ev işlerini yaptığını söylüyordu.Şimdide tekrar evine dönüyormuş.
Evet aynı araçta aynı millete mensup ama iki farklı dünyaya sahip bambaşka insanların hayatları bunlar.Birisi her daim gürleyen Fırat Nehri,diğeri durgun olan Menderes Irmağı gibi.Çok enteresan ve ilgi çekici bir konu.Ve küçümsenemeyecek bir sosyolojik olgu.Yaşam tarzlarının ne denli farklı olduğuna bakarsanız kazançlarının da o denli farklı olduğu kanaatine varmanız elbette ki mümkün.Konkende üç yüz milyon kayıp eden hanımın o parayla bir ailenin bir ay idare etmeğe çalıştığından acaba haberi var mı?Bu noktada beni asıl hayrette bırakan ise bu hanımların günlük işleri yada yapmak istedikleri değildi.Ben burada günde yetmiş YTL kuaför parası verip,konkende üç yüz milyon kayıp edip evine belediye otobüsüyle dönen hanımdan baya etkilendim.Acaba parasızlıktan mı?Ne dersiniz?
Bu bayanların yanında ayakta duran 60-70 yaş civarındaki bir dedenin hüzünlü ve bir o kadar da isyankar bakışlarına takıldı gözlerim.İçinden biz bu gençleri böyle mi yetiştirdik?der gibiydi.Ya da bana öyle geldi.Bir kaç sıra arkasında oturan ve kahkahalarla gülen gençleri görünce dedenin bu sitemkar ve hüzünlü halini daha iyi anladım.Ayakta durmakta güçlük çeken onca yaşlı insanın bulunduğu bir otobüste ayakları sapa sağlam,dipdiri olan gençlerin oturması ve onların halleriyle dalga geçer gibi kahkahalar patlatması da ne demek oluyor?Büyüğe saygı ve hürmet 21. yüzyılda genç kalplerden bu denli çabuk ve sert mi silindi?Materyalizm rüzgarı bu denli sert mi esti?Bu günün gençleri yarın yaşlanacaklarının ve ektikleri tarlanın hasadını toplayacakların farkında değiller mi?
Yalnız tüm bunların içinde dikkatimi çeken daha enteresan bir şey vardı:Otobüste bulunan onca insanın tekinin elinde bir mecmuama olmamasına rağmen hemen hemen hepsinin kulağında bir müzik çaların olması benim kafam kafama takıldı.Buca-Karşıyaka arasının yaklaşık 50 dakika olduğunu varsayarsak ve bir araçta yetişkin 200 kişinin olduğunu baz alırsak (50x200=10000) on bin dakikanın ülke takviminden boşa koparıldığını söylememiz sizce yanlış mı olur?
Bence yanlış olmaz.Onca insanın neden tekinin elinde bir mecmua yok?Bu kadar mı unuttuk okumağı?Sanırım evet.Her gün bu araçta onlarca insanın dakikalarını sadece dedikodu ederek veyahut sağa-sola manasız gözlerle bakarak harcadığını bilmek bile bir mütefekkirin çıldırmasına kafi.
Günde yetmiş milyonluk kuaför harcaması yapan bir kişinin yılda yetmiş milyonluk kitap harcaması yapmaması sizce bir ülkenin kültür damarlarının tıkandığını,yağ kapladığını göstermez mi?
Bu gerçek ilmen memleketin ne noktada olduğunun sosyolojik delili değilse nedir?Yıllardır geri kalmışlığımızı abuk subuk nedenlere bağlayan fikirbazlar acaba bu gerçeğin farkında mıdırlar?
Şu satırları yazarken yanımda oturan,otobüs bekleyen,40 yaş civarında ki şakakları açık olan adamın manasız gözlerle yanında ayakta bekleyen hanımları süzmesi ve iç geçirmesi aynı geri kalmışlığın bir başka sosyolojik delili değil midir?
Günde en az 50 haftada 350 dakikasını kız muhabbetiyle harcayan gençlerin neden üniversite kapılarında süründüklerinin delili bu değil midir?
Memleket olarak Dünya liderliğinden uzaklaşmamızın nedeni de bunlar değil midir?Bir an olsun duralım ve düşünelim!Ve de soralım:Bizler günde kaç dakika bir bilginin peşinde koşuyoruz?Dakikalarca kaldığımız internet ortamında anlamsız anlamsız dolaşmaktan ve vakit tüketmekten başka ne yapıyoruz?Kaçımız yılda bir kitap okuyor?Yada kaçımız farklı konularda kitap okuyor?
Kaçımız farklı kesimlerin dediklerini dinleme ve anlama gayreti güdüyor?Çocuklarımıza bu kültürü kaçımız doğru ve gerektiği biçimde aşılıyor?Bu sorulara mantıklı cevaplar verip kendi kendimizi aydınlattığımız zaman milletçe refaha ve her manada bolluğa ancak o zaman ulaşırız.Kimse içimizden bir kahraman çıkıp da bizi kurtarır diye beklemesin.Ya da bu kahramanın var olduğuna inanmasın.Çünkü Peyami Safa’nın da dediği gibi ‘Akıllı devlet koyun sürülerinden kahramanlar yaratır,akılsız devlet ise kahramanları koyun sürüleri olarak yaşatır.’
Bense bizler nasıl yaşıyoruz sorusunu sizlere yönelterek ve bunun takdirini sizlere bırakarak yazıma son noktayı koyuyorum.Allah’a emanet…
YORUMLAR
İnsanları değiştiren şeylere bakmak lazım. Kimi örnek alıyorlar? Nelere özeniyorlar? Burda başlıyor olay. Bugun televizyon gibi büyük bir nimetin nekadar yanlış, gereksiz ve yersiz yayınlarla dolu olduğu ortadadır. Birde yabancılar taklit etme yada onlara göründüğünden fazla değer verme hastalığı. Özellikle Futbolda baya dikkat çekiyor. Anne ve babanın sorumsuzluğu ilgisizliğini de unutmamak lazım. En büyük etken nedir diye sorarsan. Bana göre insanların inançlarının zayıf olmasından kaynaklanıyor.İnanç azaldımı yerini yanlış şeyler alır. Sağlıcakla kal hemşeerim. Birazda bizim oralardan yazsan. )))
Güzel bir yazıydı..yazdıklarınızın çoğuna katılıyorum..özellikle de kitap ya da bir dergi ,mecmua okunması gerektiğine.böyle bir alışkanlığımız yok ne yazık ki..olur mu acaba zamanla?aklıma 15 20 sene önce yaptığım sağlık yürüyüşleri ve bisiklet sürüşlerim geldi..yürüyene tuhaf bakanlar kitlesi vardı o zamanlar..neyse ki bu en azından aşıldı..diğerleri de belki eğitimle filan değişir..umarım yani..tebrikler dostum tekrardan ..gözlemlemeye devam...yazmak ta bir tür eğitimdir..değil mi?