Gümnâm 3
Bana saatler sürmüş hissi veren bir süre öylece bekledim. Arkamı dönmek istesem de bedenim buna direniyordu. Bu durumda Halil ağa gibi korkudan bayılmak, olabilecek en iyi şeydi ama olmuyordu. Yavaşça arkamı döndüğümde, pencereden vuran ayın hafifçe odama vuran ışığında gördüğüm manzara karşısında istemsizce bağırıp kendimi yataktan yere attım. O şey battaniyemin altındaydı. Yatakta oturur vaziyette, duvara yaslanmış hareketsizce duruyordu. Bildiğim dualar aklımdan uçuvermişti. Bulunduğum yerden yavaşça gaz lambasına doğru uzandım ve beceriksiz bir kaç hamleden sonra yakabildim. Lambayı yatağa doğru tuttuğumda yatağımdaki şey büyük bir çeviklikle battaniyemi de alarak fırlayıp koşmaya başladı. Koşarken battaniyenin altından çıplak ayaklarını gördüm. Çocuk ayaklarıydı bunlar. Boyu da oldukça kısaydı. Koşarak mahzen kapağının üzerindeki fıçıyı devirdi ve kapağı kaldırarak aşağıya atladı. Şaşkınlıktan korkum biraz hafiflemişti. Bu bir çocuk olabilir miydi? Evsiz kalmıştı belki de ve benden habersiz fenere girmişti. Ama yatağa yatarken farketmemiştim. Mahzenin kapağını kaldırarak lambayı aşağı sarkıttım. Ağlama sesi geliyordu. Sanırım o benden daha çok korkmuştu. Mahzenin bir köşesine büzüşmüş oturuyordu. Bir yandan konuşup, bir yandan yavaşça aşağıya indim:
-Aşağıya geliyorum. Korkma sakın. Zarar vermem. Karnın aç mı? Gel Allah ne verdiyse yiyelim bir şeyler. Annen-baban yok mu? Nerden geldin buraya?
Korkmasın diye yavaşça yürüyor, konuşarak sakinleştirmeye çalışıyordum. Tam dibinde durdum biraz bekledim. O ağlamaya devam ediyordu. Üzerindeki battaniyeyi kaldırmak üzere yeltenmiştim ki, yine büyük bir hızla olduğu yerden fırlayarak, merdivenlerden çıktı ve kapağı kapattı. Ardından yukarıdan fıçının sürüklenme sesi, sonra kıkırdama ve tahta zeminde koşan ayak sesleri geldi. Bir o yana koşuyor, bir bu yana koşuyor, eşyaları deviriyordu. Sanırım bu bir hırsızdı. Çok fena tuzağa düşmüştüm. "Ben sana sorarım" dedim. Merdiveni tırmanıp kapağa yüklenmeye başladım. Fıçılar küçük olsa da ağırdı ve kapağı yukarıdan kaldırmaktansa, aşağıdan ittirmek daha zordu. Uzun süre kapağı yerinden oynatamadım. En son artık bir kaç basamak daha çıkıp sırtımı tamamen kapağa yaslayarak bütün gücümle fıçıyı devirebildim. Çıktığımda oda darmadağındı. Herşey gelişigüzel ortaya saçılmış ve devrilmişti. Gözlerim çocuğu ararken bir anda hızla yanımdan geçip, kapıyı açarak dışarıya attı kendini. Ben de peşinden koşmaya başladım. Kısa süren bir kovalamacadan sonra çocuğun ormana yönelmesiyle durdum. Gece ormana girmek istemiyordum. Zaten değerli bir şeyim yoktu. Ne çalmış olabilirdi? Geri döneceğim sırada çocuk ağaçların arasından çıkıp geliyor muyum diye bana baktı? Aramızda onbeş-yirmi ayak mesafe vardı ve ayışığının da yardımıyla yüzünü ilk kez görebildim. Vücut şekli ve boyutları altı-yedi yaşlarında bir erkek çocuğuna benzemesine rağmen, yüzünü gördüğümde dehşete düştüm. İri sarı gözler, burun olması gereken yerde iki küçük delik, kocaman dudaksız bir ağız ve sivri kulaklar...
"-Allah’ım aklıma mukayyet ol" dedim kendi kendime... Tüm bunlar neyin nesiydi? Aklımı mı kaçırıyordum? Koşarak fenere geri döndüm. Kapıdan girmeden önce arkama baktığımda o şey hala ormanın sınırında bana bakıyordu. Korkuyla titreyerek, aceleyle kapıyı kapattım ve sürgüledim. Fenerde üç tane gaz lambası ve bir kaç tane de mum vardı. Hemen hepsini yakarak odamı iyice aydınlık hale getirdim. Pencereleri kontrol ettim ve mahzen kapağının üstüne bir fıçı daha koyarak günün aydınlanmasını beklemeye başladım. Sabaha az kalmıştı. Horozlar öttüğünde rahatlayacaktım. Horozun sesinden neden sakındıklarını da bilmiyordum. Korkudan elim ayağım boşaldığından beri oldukça halsizdim. Uyumamak için direniyordum ama için için uyukluyordum. Allah’ın belası horozlar ötmüyor, tan yeri bir türlü ağarmıyor, uyku bastırıyordu.
Kapı büyük bir gürültüyle yumruklanınca olduğum yerde sıçradım. Uyuyakalmıştım. Güneş doğmuş, vakit öğleye yaklaşmıştı. Etrafa bir göz attım. Kapı, pencere, mahzen kapağı her şey yerli yerindeydi. Kapıya tekrar vurulunca kalkıp açmaya yeltendim ancak tedirgindim. Dışarıdan muhtarın sesi gelince rahatladım.
-Eh be oğlum, kaçıncıya vuruyorum kapına, kırılacaktı neredeyse. Vakit öğle oldu uyur musun hala?
-Hakkını helal et muhtar ağa, geceden uyuyamayınca böyle oluyor işte. Gel buyur.
-Hayırdır? Fenerde mi sıkıntı var?
-Yok yok fener gayet iyi.
-Sen de mi var bir hal? Bu lambaları ne demeye yaktın, hepsini birden?
-...
-Korkmuşsun. Sen değil miydin geldiğinde ben bir Allah’tan korkarım, başka bir şeycikten korkmam diyen?
-Öyle dedim evet. Ama...
-Aması?
-Benden önceki fenerci işi neden bırakmıştı?
-Aman bırak şu deliyi. Ha bire şeytanlardan bahsetti durdu. Bir gün geldim göster ulan dedim, hususi yanında kaldım. Bir halt yok. Senin ki sabaha kadar kapıları, pencereleri, mahzeni, merdivenleri kontrol etti durdu. Sabah kızdım en sonunda. Adam akıllı işini yapacaksan yap, yapmayacaksan bırak git dedim. İki gün sonra gittim ortalıkta yoktu. Eşyalarını bile toplamadan defolmuş gitmiş. Son ayın ücretini de almadıydı. Sakın sen de şeytan meytan diyeyim deme... Tepemi attırmayın benim.
-Bak muhtar ağa. Dün gece burada bir şey vardı. Çok yakınıma yatağıma kadar girmiş hatta. Başta çocuk zannetiysem de, sonra ormana doğru kaçarken yüzünü gördüm. Ben korkmam bir şeyden. Ama o şey tüylerimi diken diken etti.
-Siz geldiğinizde de şürele mürele deyip milleti korkuttunuz. O zamandan belliydi. Çocuk masallarından korkuyorsunuz, utanır insan.
-Tamam tamam anlaşıldı. Haklısın ben hayal görmüş olmalıyım. Merak etme bu işi bırakıp gidecek değilim. Gerçekten ihtiyacım var muhtar ağa.
-Ha şöyle, aslanım benim. Yok buralarda şeytan meytan. Buralarda ki tek şeytan kuzeyden gelen gavur Moskof. Onlar da gelsinler de görsünler günlerini.
-Evvelallah ağam...
...
Sonraki iki hafta olaysız ve uykusuz geçti. Gündüz güneş tepedeyken bir kaç saat uyuyup, gecenin büyük kısmını uyanık geçirmeye çabalıyordum. Biraz zorlansam da yaşadığım şeylere benzer bir duruma uyanıkken yakalanmak istemiyordum. Tekrar yaşamam durumunda ne yapacağım konusunda bir fikrim yoktu. Ama o günden beri geceleri pencerelerin dış kapaklarını kapalı tutuyor, kapımı ardımdan kesinlikle açık bırakmıyordum. Mahzen kapağını çiviyle çakıp, merdivenlere açılan diğer kapıya da tahta bir sürgü yapmıştım. Yağ bol olduğundan lambaları gece boyu yakmak sıkıntı olmuyordu. Bu süre zarfında korkum da biraz azalmış, kendime güvenim tekrar gelmişti. İnsan bilmediğinin düşmanıdır derler. Ben de bu bana muamma olan durumu çözecek, beni korkutan şeylerin üstüne gidecektim.
Gündüz tuttuğum balıkları ateşte tütsüleyip kendime güzel bir sofra kurdum. Sofraya oturmadan önce çıkıp feneri kontrol ettim. Aşağıya indiğimde o gün gördüğüm şeyi, balığımı mideye indirirken buldum. Bu sefer korkmaktan çok gülesim gelmişti. Çünkü gerçekten görüntüsü gibi beceriksizliği de bir çocuğu andırıyordu. Çıkardığı şapırtılar uzaktan bile duyulabilirdi. Bir yandan onu izlerken, bir yandan da ocağın yanına yaklaşıp elime kalın bir odun parçası aldım ve seslendim:
-Afiyet olsun ufaklık!
Bir anda yemeyi bırakıp sofradan uzaklaştı. Kapının dibine kadar gidip arkasını döndü ve bana baktı. Benden korktuğunu düşünüp biraz daha yaklaştım:
-Geçen gece beni çok korkuttun. Karnım aç deseydin yiyeceğimi seninle paylaşırdım. Nerdensin sen? Kimsin, nesin? Daha önce senin gibi bir çocuk görmemiştim.
Söylediklerimi duyunca gülümsedi, tabi buna gülümsemek denirse. Her tonuyla bu dünyaya ait olmadığı hissi veren bir sesle konuştu:
-Ahmak insan, boyu kendinden küçük olan herşeyi küçümser. Ben bir çocuk değilim!
Sesini duyduğumda gayr-i ihtiyarî titredim. Ama belli etmemeye çalıştım.
-Çocuk değilsen nesin öyleyse?
-Korkmadan benimle konuşuyor olman bile büyük bir şey. Senden öncekini delirdi, son baktığımda denize doğru kaçıyordu.
-Öldü mü?
-Şanslıysa ölmüştür.
-O da ne demek?
-Orada onu bekleyenler vardı. Ormana da kaçamazdı zaten, orası daha kötü. Denize düşen yılana sarılır derdi...ııı uzun zaman önce biri... şimdi kim olduğunu tam hatırlamıyorum. Ama severdim onu, bana iyi davranırdı.
-Neden bahsettiğini anlayamadım. Kim bekliyordu onu? Ormana neden kaçamazdı.
-O denize ben bile girmiyorum. Hele ormana... O gece senin yüzünden az kalsın girmek zorunda kalacaktım.
-Benden korktun mu?
-Korkmak mı? Hah-hah-hah-haaa... Beni korkuttuğunu mu düşündün gerçekten? Hem de kendin korkudan ölürken...Saçmalama, beni nasıl görebildiğini farkedince şaşırdım. Daha çok ifşa olmamak için kaçtım. Ama tabi ormanın sınırına gelince mecburen dönüp kendimi gösterdim. Yoksa ikimizin de başına ne geleceğini kimse bilemezdi.
-Şürele mi?
-Adını bile anayım deme. Evet o ve diğerleri.
-Kafam allak bullak oldu. Onlar, bunlar, diğerleri, şürele, sen... nesiniz siz, şeytan mı, cin mi, başka bir şey mi?
-Dünyada bir tek siz mi vardınız sanıyorsun? İnsan, hayvan, cin, peri...Daha hiç birinizin esamesi okunmazken biz vardık.
-Tamam da siz kimsiniz?
-İnsan varolduğundan beri bir çok isim koymuş göremediğine, bilemediğine, korktuğuna... Kimi tanrı sanmış bizi kimi tabiat ana, kimi iyi ruh bellemiş kimi kötü ruh, şeytan demişler, cin demişler... Mesela ben sizin ömrünüzle bin altı yüz küsür yaşındayım. Sizin hesabınızla çok gibi görünüyor. Ama daha genç sayılırım. Küçükken beni tanrı sananlarla eğlenmek hoşuma gidiyordu. Tabi şimdi mümkün olduğunca sizden uzak olmaya çalışıyorum.
-Anlayamıyorum, peki burada, fenerde ne işin var?
-Asıl senin ne işin var? Burası benim evim. Kendimi bildim bileli hem de... Önce bizi burada gören daha eski insanlar buraya bir tapınak yaptılar. O sıralar bizim hayatımıza daha saygılıydılar. Sonraki batıdan gelen yeni bir insan kalabalığı buraya kale yaptı. Sonra başka insanlar başka bir kale yaptı. Hepsi öldü gitti. Ne kaleleri kaldı ne kendileri... Şimdi de gelip başka birileri bunu yaptılar. O kadar boş yer varken neden benim evimde ısrar ettiklerini bilmiyorum. Kısa süre sonra sen ve bu bina, ikiniz de yokolup gideceksiniz, ben yine burada olacağım. Yine de bizden birini görebilen insan çok azdır. Senin de nasıl gördüğün konusunda hiç bir fikrim yok.
-Sizden birini Şabla’ya gelirken de görmüştük. Halil ağam şürele demişti.
-Şürele mi? Ne o bizden, ne biz ondanız. Nasıl sağ kurtuldunuz peki?
-Bilmiyorum, horoz sesini pek sevmiyor sanırım.
-Maharet horoz sesinde değil, gün ışığında. Gündüz sizin için neyse gece de bizim için öyle. Gece bizi gözünüzden ırak kılan perdeyi gün ışığı yok ediyor. Bu sayede zaten rahat yaşayabiliyorsunuz. Eğer aynı gün diliminde yaşıyor olsaydık çok büyük sıkıntılar yaşanacağına eminim. Eskiden insanlar geceyi bize bırakırlardı. Şimdiyse geceye de sahip olmaya çalışıyorsunuz, mesela bu fener.
-Bana zarar verecek misin?
-Sen bana verecek misin?
-Hayır öyle bir niyetim yok.
-O halde benim de yok. Ama o ormanda gördüğün için aynı şeyi söyleyemem. Şimdi senin beni nasıl gördüğünü öğrenmem lazım. Buralardan değilsin sanırım?
-Evet Hacıoğlu Pazarcık’tanım.
-Eskiden çok giderdim. Kimseler oturmazdı, ağaçların kokusu pek latiftir orada. Şimdilerde insan dolu. Gidip senin hakkında bir şeyler öğrenmeliyim. Ben gelene kadar geceleri ormandan ve denizden uzak dur.
Şaşkın bakışlarım arasında kapıyı açtı ve koşarak gitti. Anlattıkları bir yana daha az önce yaşadığım dakikaların gerçek mi hayal mi olduğundan emin değildim. "Kesin çarpıldım da cinler musallat oldu bana" diye düşündüm. Sonra "Dünyada bir tek siz mi varsınız" sözü aklıma geldi. Tüylerim ürperdi. Açık kalan kapıyı kapatırken kafamı uzatıp dışarıya bir göz attım. Kapımın önü ıslanmıştı ve neye ait olduğunu kestiremediğim ayak izleri vardı. İzlerin sahibi her kimse denizden gelmiş, bir süre kapımın önünde bizi dinlemiş, sonra da denize dönmüştü...
===========================================================>>>>>>>>
YORUMLAR
Kemnur
4'u görünce dedim, Allah Allaahh ne ara 3 oldu, ben mi kacirdim yoksa yazar mı diye dusunurken, baktim 3 varmış:) sanirim giremedigim bi doneme denk geldi, her neyse.. iyi ki de görmüşüz 4'u..
Bu yaratik-ne oldugunu bilmedigim icin simdilik kusura bakmasin, ona boyle hitap edecegim- Türkçe konusmasini nerden biliyor bilmiyorum ama beni en cok
-"bana zarar verecek misin? -"peki ya sen bana zarar verecek misin?" Repligi etkiledi... evet, emin olmak isteriz her şeyden, guven duymak isteriz.. bundan degil midir ya korktuğumuzda ışıkların hepsini açmamız?..
Cok guzeldi, şimdi heyecanla 4'e geçelim bakalim..
grafspee
Borgesin Düşsel varlıkları ile Şibilinin cinlerin esrarı arasında bir yerde kaldım. elbette ki dini metin olsun olmasın bu evrende yalnız değiliz bu evrenin içinde dünyada bile yalnız değiliz. Pagan dinleri doğa dinleri yada semavi dinler. efsaneler gerçeklerle bir aradadır devamını bekliyorum eline sağlık