- 523 Okunma
- 2 Yorum
- 0 Beğeni
Aynı Tas Aynı Hamam (b.ö.r.-39-)
Daha önceki öykülerimde belirttiğim gibi öykü yazmaktaki amacım salt okul yıllarımı anlatmak değil. Öğretmenlik yaptığım yıllar içinde milli eğitim camiasında ve birçok alanda yaşanan çağdışı denilecek uygulamaların yanlışlığını gözler önüne sermek. Eksiklik ve yanlışlıkları hiçbir ideolojiye yaslanmadan ve yanaşmadan gerçekçi bir bakış açısı ile ortaya koymak, eksiklik ve yanlışlıkları giderici çözüm yolları önermek gibi bir görev üstlenmek en büyük amacım. Bu topraklarda doğup büyüdüm. Bu memleketin ekmeğini yiyip serin sularını içerek yaşıyorum. Devletimin yatılı okulunda okudum. Memleketimde yaşanan eksiklikleri ve yanlış uygulamaları irdeleyip çözüm yolları gösterirsem az da olsa bir yurttaşlık görevi yapmış olurum diye düşünmeden edemiyorum.
Üçüncü sınıfları okutuyorum. Derslerimin daha da ilginç işlenmesi adına zaman zaman sınıfıma işlenen konularla ilgili uzman kişiler çağırırdım. Sınıfa gelen konuk kendi alanında daha doyurucu bilgiler aktarır, dersler böylece daha verimli işlerdik. Bazen de sınıfça il ve ilçede çeşitli kuruluşları ziyaret eder o kuruluş ve kurumların çalışmalarını birebir gözlemleyerek dersleri işlerdik. Kütüphaneler, resmi binalar, çeşitli işletme ve fabrikalar ziyaret ettiğimiz yerlerden bazılarıydı. Bir gün de zümre sınıfları olarak ilçe belediyesini ziyaret ettik. Çalışanları izledik. Başkanımız öğrencilerimize belediyenin çalışmaları hakkında çeşitli açıklamalar yaptı. Öğrencilerimiz başkana bazı sorular yönelttiler. Bir soru da ben sordum başkanımıza:
“Bölgemiz büyük bir deprem yaşadığı için özellikle yeren basında hemen hemen her gün deprem konusunda çeşitli yazılar yazılıyor. İlimizin büyük gazetelerinden Kocaeli Gazetesinde şöyle bir yazı okudum. Ankara’dan gelen jeoloji mühendisleri ve bilim insanlarının İzmit Körfezi çevresindeki yerleşim alanlarını inceleyip şöyle bir rapor hazırlamışlar. Deniz kenarlarındaki yerleşim alanlarında iki kat, daha içlerde ise ancak dört katlı binalar yapılabilir. İlimizde daha fazla katlı inşaatların yapılması bilimsel olarak olanaklı değildir deprem gerçeği açısından. Bu raporun verileri yeni bina yapımında inşaat izni verilirken göz önünde tutulacak mı sayın başkanım?” Başkanımız soruma aynen şu acı cevabı verdi.
“Hocam gönül ister ki, belirttiğiniz rapor doğrultusunda işler yapılsın. Hayır, o rapor göz önünde tutulmaz. Belediye meclisi kaç kata kadar izin verirse yeni binalar ona göre inşa edilir.” Ülkemizin gerçeği bu. Maalesef ülkemiz özellikle Marmara bölgemiz birinci derecede deprem kuşağı içinde. Daha birkaç yıl önce büyük can ve mal kaybına yol açan deprem yaşadık. İnsanları deprem değil, depreme dayanıklı inşa edilmeyen binalar öldürüyor. Bu gerçek artık iyice bilindiğine göre hala eski tas eski hamam örneği mi işlerimizi yapacağız! Umarım ve dilerim yaşamımızın her alanını bilimsel veriler ışığında şekillendiririz. Böylece 1939 Erzincan depremi sonunda yakılan, “Erzurum’a vardım dumanlı dağlar,/ Erzincan’a vardım ne güzel bağlar./ Elleri koynunda bir gelin ağlar…” ağıtlar örneği ağıtları yirmi birinci yüz yılda yakma hüznü yaşamayız. Başkanımızın, acı, ülke gerçeklerini anlatan sözlerini dinleyip hüzünlendim. Okula döndük.
Ülkemizde dershanecilik uygulamaları artık her yeni öğretim yıllarında artarak devam ediyor. Şaşkınlık ve üzüntüyle izliyorum. İl ve il milli eğitim müdürlükleri adeta dershanelerle ortak çalışıyor. Dershaneler soru kitapçıkları hazırlıyorlar. Yıl içinde birkaç kez okullarda seviye tespit sınavı adıyla sınavlar yapılıyor. Sınav günleri küçük sınıflar o gün okula getirttirilmiyor. Küçük sınıfları eğitim hakkı gasp ediliyor sınav günlerinde. Arayan soran yok! Seviye sınavı sonuçları açıklanıyor. Göstermelik bazı başarılı öğrenciler bedava kayıt hakkı elde ediyor. Büyük bir aldatmaca içinde çokça öğrencinin dershaneye kaydı yapılıyor. Böylece çocuklarımız ve gençlerimiz tüm zamanlarını hemen hemen okul ve dershanelerde geçiriyorlar. Doya doya ne çocukluklarını ne de gençliklerini yaşayabiliyorlar. Dershane, sınav, okul, sınav sarmalı içinde geçiyor geleceğimizin güvencesi çocuklarımızın ilk ve orta öğrenim yılları. Sınavların insanların tin dünyasını ne kadar allak bullak ettiği yadsınamaz bir gerçek. Napolyon’a atfedilen bir söz vardır. Napolyon der ki, “Bir sınav benim için üç meydan savaşından daha zordur.” Evet, sürekli sınavlarla adeta yeni kuşakları köreltiyoruz. Dershanecilik işi o kadar bilim dışı ve ülkemize has bir hastalıktır ki, bu hastalık dünyanın hiçbir uygar ülkesinde görülmez. Batılılara dershanecilik nedir anlatamazsınız!
Şimdiki cumhurbaşkanınız ilk kez başbakan olduğunda milli eğitimdeki çarpık uygulamalardan çabucak vaz geçeceğiz mealinde sözler etti. Bu sözler üzerinde öğrencilerimiz adına hayli ümitlendim. Altı yıl çalıştığım Alman okullarında uygulanan yöntemlere göre bizde de çalışmalar yapılacak diye hayaller kurdum. Hayal kurduğum dağlara karlar yağdı. Geçen yıllar içinde dershaneler kışın dağ yamaçlarından kopan çığlar örneği yıldan yıla artarak çoğaldı. Bu alanda da, aynı tas aynı hamam. Çağdaşlık adına, çağdaş uygarlık adına Türkiye coğrafyasında yeni bir şey yok!
Bu zaman dilimi içinde ailemizde de önemli gelişmeler yaşadık. Bir bankada müfettiş yardımcısı olarak göreve başlayan oğlum kısa süre sonra müfettiş oldu. Yurdun dört bir bucağını çoğu uçakla olmak üzere dolaşma olanağı yakaladı. Teftişler yaptı. İlginçtir, banka sınavlarına girerken bilgi aldığı ilimizdeki banka şubesini de teftiş yapmak gibi bir durum yaşadı. Zaman kendi mecrasında akadursun, bir gün oğlumuz evlenme kararı aldığını söyledi. Gelin adayı ve ailesiyle tanışmak ve de düğün yapmak; tabir uygunsa bir göz açıp kapama süresi kısalığı içinde yaşadık. Bir ay içinde düğün yaptık. Böylece kızımın evlenmesi ile başlayan evimizde ki sonbahar mevsimi ailemizden kocaman bir yaprak daha kopardı. Oğlumuz ailemizden ayrılmış oldu. Böylece tam bir küçük çekirdek aile oluverdik küçük oğlumuzla birlikte.
Tüm bu durumları yaşarken yaşam devam ediyor. Mesleki yaşamımı normal seyrinde devam ettiriyorum. Artık seksenli yıllarda aile bütçesine katkı olsun diye şehir okulunda çalıştığım beş yıllık süre içindeki çalışmalarıma devam etmiyorum. Boya-badana işleri, kitap pazarlama günlerim çok gerilerde kaldı. Hele okulun spor kolundaki çalışmalarım, maçlarda yaşadığım güzel ve heyecanlı anlar gerilerde kalmasına karşın unutulacak gibi değil. Doksanlı yıllarda yaşadığım
Almanya’daki acı gurbet günleri de bir devrandı yaşandı.
Ulu ve coşkun sularıyla akan nehirlerin dağ başlarındaki bir pınardan doğup denizlere ulaşıncaya kadar geçirdiği farklı aşamalar vardır. Adsız pınarlardan doğan dereler derin vadilerden akarken kendisi gibi sularla birleşerek kocaman nehirleri oluştururlar. Denizlere doğru akarken bazen coşup kontrolden çıkarlar. Deli deli akıp geçtikleri yerlerdeki bağ-bahçe, tarla-çayır hiç birinin gözünün yaşına bakmaz onları yalayıp denizlere taşırlar. Coşkulu akışlar denizlere yaklaşıldığı zaman yavaşlar bir kuzu sakinliğinde nehir suları denize ulaşır. Meslek yaşantımda adeta bir nehrin denize ulaşma saflarına benzer bir süreklilik içinde yaşıyorum. Köylerde, kentlerde ve de yabancı bir ülkede farklı okullarda gençliğimin heyecan ve coşkusuyla geçen çalışma yıllarım. Bazen meslek harici yaptığım çeşitli çalışmalar. Şimdilerde ulu bir nehrin denize yaklaşma anlarındaki sakince akışı örneği sade bir çalışma düzeniyle mesleğimi icra etmeye çalışıyorum.
Okullarımızda dershanecilik çılgınlığı devam ediyor. Bir kısır döngü içinde çocuklarımız kapıldıkları bir girdap içinde debelenip duruyorlar. Çocuklarımızın ve gençlerimizin oyun ve çeşitli farklı sosyal etkinliklerde geçmesi gerekli güzel zamanları çalınıyor. Çoğu dar gelirli velilerimizin de dershane giderleri aile bütçelerinde derin gedikler açıyor. Sistem öylesine kurulmuş ki, bu çarktan kurtuluş ümidi yok. Yükseköğrenim yapmak isteyen bir öğrencinin eğitim yaşamında dershane tezgâhından geçmek zorunda.
Bu âlemde ben bir Don Kişot’um. Bireysel olarak bu sömürü sistemine amansız bir mücadele içindeyim. Tıpkı önceki dönemde yaptığım gibi. Dördüncü sınıfı okutuyorum. Okulumda kurslar açarak kendi öğrencilerimi ve zümre sınıflarından katılan öğrencilerle okulda çalışıyorum. Milli Eğitim müdürlüğünün belirlediği en düşük ücretle işime devam ediyorum. Ekonomik durumu yetersiz olan öğrencilerimin ücret almadan kursa devamını sağlıyorum. Yaptığım işin doğruluğuna canı gönülden inanarak yarlı bir iş yapmanın mutluluğunu hissediyorum. Çalışmalarımın meyvelerini devşirmek için fazla zaman geçmesi gerekmedi.
Seviye belirleme sınavları nihayet tarafsız bir yöntemle yapılıyor. Kendisiyle aynı siyasal görüşü paylaşan öğretmenleri artık müdürler kendi sınıflarında sınav ayırtmanı olarak görevlendiremiyor. Sınav günleri İlçe Milli Eğitim Müdürlüğü öğretmenleri farklı okullarda sınav ayırtmanı olarak çalıştırıyor. Birinci dönemde yapılan seviye belirleme sınavında sınıfın ilçe ikincisi oldu. Depremden aşırı etkilenen okulumuzun bulunduğu mahallede birçok konut zarar gördü. Vatandaşlar daha sağlam binaların bulunduğu semtlere taşındı. Mahallemizde kiralar ucuzladı. Dar gelirli, çoğu işsiz vatandaşlar mahallemize yerleşti. Böylece öğrencilerimiz dar gelirli ailelerin çocuklarından oluşuyordu. Ekonomik zorluklarla mücadele eden ailelerin çocuklarıyla büyük bir ilçede ikincilik gibi bir derece yapmak elbet güzeldi.
Aynı yılın sonuna doğru teftiş yaşadım. Ziyaretime gelen müfettiş sınıfımda bir ders süresi kadar bile kalmadı. Öğrencilerimi okuttu, kısa bir dikte yazdırdı. Öğrencilerimin akademik düzeyi göğsümü kabartacak bir durumdaydı. Müfettiş sınıfımı beğendiğini söyleyerek teftişi bitirdi. Diğer derste başka bir müfettiş sınıfıma geldi. “Aman hocam ben önceki ders teftiş geçirdim.” Dememe kalmadı sınıfıma giren ikinci müfettiş te öğrencilerime bazı sorular sorarak sınıftan çıktı. Sınıfa iki müfettiş girmesinin gerekçesini daha sonra öğrendim. Teftiş notu olarak yüz verilecek öğretmenin sınıfına iki müfettiş girermiş. Aynı şekilde başarısız notu verilecek bir öğretmende aynı biçimde iki müfettiş tarafından denetlenirmiş.
Öğrencilerim yazım kurallarına göre yanlışsız yazı yazmaları için şöyle bir yöntem geliştirmiştim. Daha ikinci sınıftan itibaren başlayarak çizgili bir kâğıda sınıf düzeyinde birkaç paragraflık dikte çalışması yazı yazdırırdım. Bu kâğıtları evde bir bir inceleyerek yanlışları kırmızı kalemle düzeltip eksikleri madde madde yazardım. Bu çalışmaları aynı kâğıt üzerinde sık sık yapardım. Bir kâğıt dolduğunda aynı çalışmayı yeni bir kâğıtla devam ederdim. Böylece öğrenciler durumlarını görüp her yeni çalışmada artık aynı yanlışları yapmazlardı. Dördüncü sınıfta gelindiğinde öğrencilerim hatasız, güzel yazılar yazacak düzeye geliyordu. Bu yöntemle yaptığım çalışma kâğıtlarını bir öğretmen arkadaş gördü. Öğretmenimiz biraz da hayretle, “Hocam bu çalışmaları ne zaman ve nerede değerlendiriyorsunuz?” dedi. Ben de sakince, “Akşamları, evde.” Diye cevapladım. Bu kadar çaba harcayınca öğrencilerimin yanlışsız diktelerini müfettiş haliyle çok beğenmişti.
İkinci dönemde yapılan seviye sınavında da sınıfça başarılarımız devam etti. Bu kez üç sınıflık zümre sınıfları öğrencilerimiz arasında başarı sıralamasında ilk yedi sırayı benim öğrencilerim almıştı. Bu başarılar çok daha mutlu ediyordu beni. Çünkü okulumuzdaki zümre sınıflarından dershanelere devam eden öğrencilerden benim öğrencilerim daha başarılı olmuştu.
Yıllar önce seksenli yıllarda gerek sınıf öğretmenliği gerekse spor kolundaki başarılı çalışmalar bağlamında hak ettiğim fakat alamadığım takdirname olayı vardı. Hatta müdürümüz, “ Yarın okula takım elbiseli gelin, sizlerin başarıları takdirname ile ödüllendirilecek.” diye bazı öğretmen arkadaşlara ve bana haber salmıştı. Çok yarınlar geçti. Beklentimiz hayal kırıklığı ile sonuçlandı. Bu beklentimin gerçekleşme zamanının nihayet gelmişti. Okulda açtığım yetiştirme kursları öğretmenin başarısı adına artı bir puan demektir. Kurs çalışmasında öğrenciler ekstra bilgiler kazanıyor. Ayrıca okul çalışanları da bu işten maddi kazanç elde ediyorlar. Bu durum, seviye sınavlarındaki sınıfımın elde ettiği başarılı sonuçlar ve de müfettiş raporunda tam puan yüz almakla artık takdirname almayı hak etmiş durumdaydım.
Başarı belgeleri daha çok yöneticilik için müracaat ederken kullanılır. Yavaş yavaş emekliliğe yaklaştığım mesleğimin bu son yıllarında yöneticilik gibi bir beklentim yok. Lakin yıllar öncesinde hak edip alamadığım bu başarı belgesini almalıyım. Söz uçar yazı kalır örneği başarılarımı belgelemeliyim bir yerde. Gelecek yıllarda torunlarıma anılarımı anlatırken onlara öğretmenlikte takdirname almıştım diyebilmeliyim. Köylüsü ile iyi geçinemeyen müdürümüze, “Artık müdürlüğe takdirname almam adına öneride bulunursunuz, umarım…”mealinde söz ettim. Müdürümüz bu önerime pek sıcak bakmadı. Arkadaşlar arasında ikilik olur tütünden laflar etti. Cevap verdim:
“Müdür bey, okula müfettişler geldiğinde benim sınıfımın ilçede derece yaptığını söyleyip, bu durumla öğündüğünüzden bahsetmiştiniz. Sizden hak ettiğim bir başarının belgelenmesini istiyorum. Bu durum arkadaşlar arasında niçin ikilik yaratsın? Bu ülkede kişinin hakkının teslim edilmesi ne kadar zormuş?” Okulumuzda bir otorite kuramayan müdür arkadaşımız sene sonunu beklemeden emeklik dilekçesi vererek emekli oldu. Okuldan ayrılırken beni odasına davet etti. “Öğretmenim, bu okulda istediğim gibi bir çalışma ortamı oluşturamadım. Günlerim sürekli karamsarlık içinde geçti. Kusura bakma, sen çalışkan, görevini hakkıyla yapan bir öğretmensin. Geçte olsa hakkını teslim ediyorum. Müdürlüğe takdirname alman için öneride bulundum. Umarım beni güzel anılarla hatırlarsın…” Durumun nasıl sonuçlanacağı gelecek öğretim yılı başında belli olacaktı. Zaten okulların yaz tatiline girmesine az bir süre vardı. Daha önce vekil olarak görevlendirilen arkadaş yine müdür olarak atandı okulumuza. Birkaç hafta sonra da yaz tatiline girdik.
YORUMLAR
Cok güzel işte hahatımızın gerçekleri bu yazıya anca şapka cıkartılır saygılarımla
İBRAHİM YILMAZ
selam ve saygılar.
Dershanecilik işi o kadar bilim dışı ve ülkemize has bir hastalıktır ki, bu hastalık dünyanın hiçbir uygar ülkesinde görülmez.
Ataması yapılmayan ve öğretmenlik aşkı ile yanan bir yürek…mecburdum çalışmaya aslında mecburiyetten ziyade pay etmem bilgi birikimin bana yüklediği sorumluluk ve dershanelerin iç burkan hikayesi yoksa ticaret merkezi mi demeli? Tabii ki de hepsini aynı kefeye koymamalı.
İlgi ve heyecan ile okudum yazınızı ve ne çok anı çağrışım yaptı zihnimde.
İdealist insanlar gün geliyor pes edebilmekte ki bu hayatın her alanında geçerli ki azmin elinden bir şey kurtulmasa da nasipte ne var ise o yaşanıyor.
Değerli hocam, gözlerim doldu ve bu güzel paylaşımın üzerine sadece tebriklerimi bırakıp sizi ve yüreğinizi kutluyorum efendim.
A, evet: Dershaneler zinciri ve her şeye rağmen severek çalıştığım yıllar ki çok şanslıydım; beni çok seven eşsiz bir müdürüm vardı ve ne yazık ki izini kaybettim.
Ne çok şey kayboldu, değil mi hocam yine sahip çıktıklarımız sayesinde idame ettiriyoruz hayatlarımızı ve evladınızın bankacılık kariyeri: hey gidi günler, dedim zira bankacılık kariyerimden vazgeçmiştim sırf eğitimci olma umuduyla.
Ve insanlar şaşkın şaşkın esefleşmişlerdi hem de bir sürü sıkıntılı yaşanmışlık ile ben mücadele ederken.
Geçmiş zaman olur ki…
Birikim, hayal kırıklığı ve hala içindeki çocuğu kollayan bir fani…
Ve işte yazma sebebim: Tüm maziyi terk etsem de yazmaya doyamadığım bir mecra: iyi ya da kötü ama kocaman bir umut ve iyi niyet eşliğinde ve de severek…
Sizlere çok şey borçlu bu ülke ve şükran ve teşekkürlerimi sunuyorum eğitim neferlerine.
En derin saygı ve hürmetlerimle değerli hocam…
İBRAHİM YILMAZ
saygı ve selam ve sevgiler iletiyorum yüce gönlünüze.