- 777 Okunma
- 0 Yorum
- 0 Beğeni
GARİP BİR TAKAS
İnsanların kişilikleri, fiziki yapıları bile genelde doğduğunda kendilerine verilen isimlerle örtüşürmüş. Gülpembe de öyleydi işte. Gülerken gamzelerinde güller açardı sanki, pembe pembe. Babası ’köylük yere kız vermem’ diyor, başka bir şey demiyordu. Daha on beşindeydi ama isteyeni çoktu. Halil’ i seviyordu o. Halil de onu. Ona bakışlarından anlıyordu Gülpembe. İstemeye geldiklerinde ne kadar mutlu olmuştu şehre gelin gidecek diye. Üstelik yavuklusu devlet dairesinde çalışıyordu. Yakışıklı, yağız delikanlıydı. Uzun boyu, sarı dalgalı saçları vardı. Taşı sıksa suyunu çıkarırdı. Gülpembe aşağı mı kalırdı sanki. Hem güzel, hem hamarat ve becerikli. Her iş gelirdi elinden. Annesi küçükten işle pişirmişti onu. Belikleri dizlerini döğerdi. ’İki güzelden bir huri doğarmış derdi büyükler.’ Ah... Çocukları... Kim bilir ne güzel olurdu? Huriler, melekler gibi...
Kınası yakıldı, düğünü yapıldı. Kavuştu Halil’ ine Gülpembe. Alışmıştı şehre. Ağabeyi de belediyede çalışıyordu zaten. Evliydi o da. Yengesiyle de araları çok iyiydi. O yüzden pek yabancılık çekmedi. Fakat günden güne umudunu yitirmeye başladı çocuktan yana. Tam on yıl olmuş, Yaradan hala bir bebek vermemişti onlara. Yeğenleriyle gidermeye çalışıyordu evlat hasretini. Bu arada Halil’ in ailesinin de iğneli dilleri canına tak etmişti hani. İkide bir: ’Kısır bu, katır soyu besbelli, oğlumuz zürriyetsiz kalacak, yeniden evermeli Halil’ i’ derlerdi yanında, inadına. İçi kan ağlardı Gülpembe’ nin. Gizli gizli ağlardı eşi işe gidince.
Halil de son günlerde bir tuhaf olmuştu doğrusu. Eve geç gelmeler. Gülpembe’ ye ters davranmalar. Olur olmaz şeylere sinirlenip huzursuzluk çıkarmaya bahaneler aramalar... Artık çekilmez olmuştu. Ufaktan şiddet de başlamıştı. Fakat Gülpembe gelin olup evden çıkarken yüreğine taş gibi oturan bir söz söylemişti babası: ’Artık gelin oldun sen. Bu evden duvakla çıkılır, kefenle dönülür’ Kefenle, kefenle... kefenle... Yıllarca kulaklarından silinmemişti bu söz. Daha nasıl döneydi baba evine Gülpembe?... Küçük yerdi yaşadıkları. Dul kadına iyi gözle bakmazlardı. Kadınlar ’eksik etek’ değil miydi? Hele de dul olunca hepten eksik bir yanları... Hem boşansa neyle geçinecekti? Tahsili mi vardı, işi gücü mü?... Ne yapabilirdi ki?... Bir mesleği yoktu. Eli ekmek tutmuyordu yani. Bu sefer, çocuğu olmadığı için şükretti Yaradanına.
Fısıltı gazetesi dağıtımını hızlı yapıyordu. Gülpembe’ nin eşi çalıştığı yerde temizlik işlerine bakan bir kadınla uydurmuştu arayı. Kadının dört çocuğu vardı üstelik. Günlerdir eve gelmiyordu. Arada gelse de bir surat, bir tafra... Sararıp solmuştu Gülpembe. ’Derhal ayrılacaksın’ dedi ağabeyi... ’O şerefsiz ayrı ev tutmuş, o kadınla birlikteymiş. Bize gel bacım. Ben seni köye bırakmam. Bizimle kal bir ömür.’ Bekledi, bekledi bekledi... Halil ortalıkta yok. Günlerce düşündü. Başka çare bulamadı. Boşandı Gülpembe, hem de bir celsede... On yıllık yuvasını , umutlarını, hayallerini geride bırakıp sığındı ağabeyinin koltuğunun altına...
Evinden ayrılalı daha bir ay bile olmamıştı. Bakkala, peynir-ekmek almaya çıktı bir pazar sabahı. Kahvaltıyı hazırlayıp mutlu etmek istiyordu onları. Bir işe yaramak istiyordu. Kendini eksikli hissediyordu çünkü. Çayı demleyip sofrayı balkona kuracak, gözleme de yapacaktı ev halkına sıcak sıcak... Temiz giyimli bir bey yaklaştı yanına dükkandan çıktığında, orta yaşlı, eli yüzü düzgünce. Hiç tanımıyordu. Çekindi. ’Korkmayın’ dedi adam. Kötü bir niyetim yok... Sizi izliyorum günlerdir. Biliyor musunuz? İkimiz de yaralıyız. Üstelik aynı yerden... Benim eşim sizin eşinizle kaçtı. O gideli evde çocuklar perişan. Günlerdir aklıma, yüreğime koydum sizi. Ben size talibim... Hem öyle bir düğün yapacağım ki, telli duvaklı, dillere destan...’
Gülpembe şaşırdı, kızardı. Ne diyeceğini bilemedi. Eski eşine inat olsun diye değil, sadece ağabeyine daha fazla yük olmamak için kabul etti bu teklifi. Ayrılıp da tekrar evlenen tek o muydu sanki? Hem daha yaşı başı neydi ki? Ondan büyük kızlar bekâr duruyordu analarının dizi dibinde... Kararını verdi oracıkta: ’Buyurun, ağabeyimden isteyebilirsiniz beni’ dedi usulca, kızararak...
Çok geçmeden başladı düğün hazırlıkları. O gece küçük kasabanın okul bahçesinde iğne atılsa yere düşmezdi kalabalıktan. Davet edilen edilmeyen gelmişti düğüne. Okul bahçesi sıra sıra plastik sandalyelerle doluydu. Sokaklara taşmıştı meraklılar. Kimileri duvar tepelerinde. Kimi gençler de kız beğenme derdine ağaç tepelerine tırmanmışlar... Kızlar ışıltılı elbiseleri ve yapılı saçları, hafif makyajları ile göz kamaştırıyorlar. Davullar çalınıyor, orkestra en kıvrak havalarını çalıyor. Herkesin gözü gelin ve damadı arıyor. Çökertme’ nin ağır havasıyla gelin ve damat göründü nihayet. Gülpembe gerçekten çok zarif ve göz alıcıydı. Bir bahar dalı gibiydi. Öyle masum ve güzeldi ki, bilmeyen ilk evliliği sanırdı. Arkasında ise uzun duvağını tutan güzeller güzeli bir kız vardı. Çocuk desem değil, büyük hiç değil. Onüç- ondört yaşında gibi gözüken.... Yüzü solgun, gözleri buğulu. Bu kız Gülpembe’ nin üvey kızından başkası değildi. Onları terk edip giden anneye inat, yüreği parça parça olsa da nedimelik yapıyordu yeni geline... Aradan bir yıl geçmeden bebeğini kucağına aldı Gülpembe. On yılın evlat hasretini giderdi doyasıya. Eşinin çocuklarını da hiç ayırmadı kendi bebesinden. ’Aşkolsun! Öz annelerinden daha iyi bakıyor’ dedi konu komşu. Eşi mutlu, çocuklar mutlu, Gülpembe mutlu... Öyle görünüyor. Sahi... Gerçekten mutlu mu?...
Eski eşi Halil ise işten çıkarılmış, yeni karısı ile sefilleri oynuyordu... Aldığı kadın denenmişti. Fakat hala soyunu sürdürecek bir evlat bulamamıştı. Neden pireli yorganı üstüne almazdı kimse? Bu konuda hele de erkekler... Neden kendisinin kısır olabileceğini hiç konduramamıştı kendine? Oysa,’ tarlaya ne ekersen onu biçersin. Ne yapsaydı Gülpembe?...’ Artık ne dense boş, ama düşünüyorum da: Acaba birlikte görünselerdi doktora, yine de yıkılır mıydı o yuva?...
Not: Olay, tamamen gerçek bir yaşam öyküsüdür. O nedenle öykünün kahramanlarının isimleri değiştirilerek kullanılmıştır.
Naime Özeren
YORUMLAR
Henüz yorum yapılmamış.