- 1164 Okunma
- 2 Yorum
- 0 Beğeni
ESKİŞEHİR'DE İNSANLIK
Bu doyumsuz şehrin havasını solurken huzur vardı içimde, ta ki kan tüküren çocuğa rastlayana kadar. Sıkıca sarmaladı minicik elleriyle, sıktı acıtırcasına kalbimi. Dökülen dişleri, korku dolu kara gözleri uzun süre aklımdan çıkmayacak anlaşılan.
"Zengin p.i bunlar, nerde haylazlık orda onlar." dedi hiddetlenen biri. Haklı mıydı kızgınlıkla durmadan söylenen bu kişi? Günlerce aklımı meşgul eden konuşmaların ardından, bir iç çatışmanın sonucunu bağlayabilecek miydim bu yazımla?
Biri on üçünde, diğeri on beşinde, yedi yaşlarındaki peşlerinde, arkadaşlıklarının sınırları oldukça lakayıt. Biri şaplak indiriyor diğerinin ensesine, arkasından oyuna devam hiç olmamış gibi. Savaştan kaçıp Türkiye’ye yerleşen Suriyeli çocuklar bunlar. Eskişehir’i ne zaman mesken edindiler kendilerine bilmem. Hiç yabancı gibi değil, benimsemişler göçüp geldikleri bu ülkeyi. Belki de paranın gücü o rahatlığı sağlıyordur. Başımızı şöyle ellerimizin arasına alıp düşünecek olursak, sınırda telef olan onca fakir fukarayı, açlıkla yüzleşen bebekleri, analarının yüzlerinde beliren kederi… Dünya eşitlik üzerine kurulmamıştı, öyle değil mi?
Kiralık elektrikli scooterlarıyla Adalar’da kalabalığın içinde korkmadan akrobasi hareketleriyle ilerleyen bu üç sıpa canlarına mı susadı acaba? Yüreğimiz ağzımızda şu bayram gününde. Nerede anaları babaları? Gözlerimin önünde Superman gibi uçacağını sandığım velet popo üstü düştü işte. Bekliyor muydum bu sonucu? Evet, görünen köy kılavuz istemezdi. Dişlerini tükürdü, tıkandı öylece kalakaldı. Analık duygularım depreşti, kıyamadım. Koştum yanına ama kızım sağlıkçı ya o benden de daha önce vardı başına. İçinde insani duyguları gelişmiş olan, yardım etmeyi görev telakki edenlerle beraberdik.
"Süt getirin, dişleri dört saat saklayabilirsiniz. Ben diş doktoruyum.” diyen gözlüklü, etine dolgun kadın niye bana anlatıyor yapılması gerekenleri? Tanımıyorum bile bu esmer yüzlü masum çocuğu, sadece oradan geçiyorduk. Sadece geçiyorduk... Kızım kan revan içindeki miniğe çantamdan çıkarıp verdiğim kağıt mendillerle tampon yapıyor lakin durduramıyorduk. Mesleğe yeni adım atmış anestezist genç kız ve diş doktoru niye orada, o yaramazın yanında? Tanrının işi olmalı, evet ancak yüce tanrının.
“Ambulans çağırın lütfen, çabuk!” derken diğer çocuklara yönelip “Dilimizi konuşabiliyor musunuz?” diye soruyorum. Biliyoruz dercesine başını sallıyor çocukların en büyüğü. “Annesine ve babasına haber verelim, telefonlarını biliyor musun?” Ancak ilgisizlikleriyle karşılaşıyorum. Aklım karışıyor, korkudan olabilir mi bu davranışları? Arkadaşlarının çaresizliğine yardım eli uzatmamaları ve scooterlarından inmeden öylece bakmaları... Bu davranışlarının bir izahati benim için hâlâ yok.
Gelen sağlık ekibine gerekli bilgileri verirken süt dolu bardağı uzatıyoruz, tembih üzerine tembih ediyoruz. Kana bulanmış ellerini dezenfekte ediyor kızım, ben de uzatıyorum ellerimi. Ambulans şoförü sessizce söyleniyor "Şu Suriyeliler…" diye başlayarak. “İnsanlık görevimizi yapmalıyız.” diyorum sadece.
“Araplar tarih boyu sırtımızdan vurdu bizi. Hâlâ uslanmayacak mıyız, bu darbeler bir değil iki değil. Bir gün o çocuk büyüyecek ve ataları gibi olacak.” Ambulans giderken ardından konuşan adamın isyanı "Her gün onlar yüzünden arkadaşlarım ölüyor." derken daha da büyüyordu. "Onlar nerede doğacaklarını seçme hakkına sahip değil." dedi genç bir çocuk çıkışarak. Hiddetlendiler, suçlu aradılar. Ben ise ağlıyordum hıçkırıklara boğularak ya bir gün aynı duruma düşersek diye.
Eskişehir’de insanlığı kurban ettik istemeden de olsa. Bir çocuktu düşen, iç savaştı bizleri birbirine düşüren.
H. Çiğdem Deniz.
YORUMLAR
Efendim!
Bakıyorum da, sadece iki yorum almış bu güzel yazınız.
İnanın, burada Suriye'lilere söğüp sinseydiniz, epeyce çok taktir edeniniz olurdu.
İlgiyle okudum hikayenizi.
Konu da,
olaya yaklaşımınız da,
bizlere aktarışınız da ilginçti.
Ben Karadenizliyim.
Bu yörenin tarihine çok merakım vardır ve gerek kitaplardan, gerekse insanlardan çok araştırmalarım olmuştur.
1916-1918 yılları arasında bu yöre Rus istilasına uğradı.
Erkelerinin hemen hemen hepsi cephelerde olan yöre insanları (Kadınlar, çocuklar ve yaşlılar yani), ister istemez göç etmişlerdir memleketlerinden.
O zamanlar yol yok, köprü yok, vasıta yok.
Yollarda perişan olmuş bir çoğu. Bir çoğu da gittikleri yerlerde...
Üstelik de, göçü kendi vatanları dahilinde yapmışlardı.
Suriyeliler...
Gidecek bir yerleri yok ki; başka bir ülkeye sığınmışlar.
Onları hep bizim muhacirlerle kıyaslıyorum.
Kıyaslıyorum da, bir insan olarak hallerine çok üzülüyorum.
Bir de, onlara söğüp sinen yurdum insanlarına.
Ne demeli?
Allah, yardımcıları olsun.
Bizimkilere de akıl fikir versin.
Bu öyle derin bir konu ki...
Sizde güzel anlatmışsınız. Sağ olun.
Selamlarımla.