REM UYKUSU
Siyahla beyazın tezatlığındaki kuytulardaki grinin sevilişleridir dostluk…Bazen derin bir uyku,bazense bir uyanıştır. İki çocuk kalpli insanın sevgiye,güvene,dostluğa ve hayatın tüm olumsuzluklarına dair bir hikayedir İnci ile Melek… Günlerden Cuma, aylardan hazan…Bir zil sesi ile irkilir Melek.Bu çalış acıydı.O gün yaşayacaklarının habercisiydi sanki.Sessizce adımladı kapıya kadar olan o yolu.Karşısında yabancı bir sima,elinde dışı beyaz,içi kara bir zarf…Baktı,aldı ve açtı.Heyecanlanmıştı.Kalbi yerinden fırlayacak gibiydi okumaya başlamadan önce.Bir nottu İnci’den gelen.Şöyle yazıyordu: “Biliyorum Melek bana kızgınsın ama bugün 16 Eylül..Beni kırmayacağını düşündüğümden senden son bir şey yapmanı isteyeceğim.Yazılı olan adresteki bankaya gidip sana ait olan kasayı açar mısın? Sevgilerimle İnci AKSOY Melek şaşkın bir halde, geçmişi bir kenara bırakarak hemen hazırlandı.Bir an önce bankaya gitmek istiyordu çünkü kıramazdı İnci’yi sadece onlara özel bu günde.Bankaya gittiğinde ve kendine ait olan kasaya ulaştığında heyecanı artarak devam ediyordu.Çünkü kasada bir anahtar ve bir not daha bulmuştu.Notu okuduğunda heyecanı artık korkuya dönüşmüştü.Çünkü bir mezarlık adresi vermiş ve anahtarla beraber bu adrese gitmesini istemişti.Neye uğradığını bilemez halde soğuk bir ter attı ve o an aklına “İnci’nin yaşayıp-yaşamadığı, neden mezarlığa gitmesini istediği gibi olumsuz bir sürü soru yol boyunca beynine hücum etti.Bu arada telefonla İnci’ye ulaşamaması da İnci’nin hayatıyla ilgili derin endişelerinin artmasına neden oldu.Mezarlığa giden yol sanki ömrünün en uzun yoluydu.Mezarlığın kapısından içeriye girdiğinde parsel numarasına kadar olan o ağaçlı yol ise uzun,kasvetli ve hiç bitmeyecek gibi ruhunu tarifsiz şekilde bunalttı.Bankadaki notu okuduktan sonra kendisini yaşayabileceği en kötü sona hazırlamasına rağmen mezar taşında yazan o isim; ömrünce unutamayacağı büyülü harflerden oluşuyordu: “İNCİ AKSOY” Yıkılmıştı.Dizlerinin bağı çözülerek yere yığıldı.İnanmak istemedi tüm olanlara.Hayır o olamazdı, o o-la-maz-dı… sessiz feryatları sarmıştı ruhunu.Kafasını kaldırdı,tekrar tekrar baktı.Yine inanmak istemiyordu.Yaşadıkları hayaldi.Bu acı gerçekle yüzleşemiyordu.Eliyle toprağı sıktı ve mezarına kapaklanarak hıçkırıklara boğuldu.Orda toprağın altında yatan ömrü boyunca yanında olmasını istediği dostuydu ahiret kardeşiydi. Ve sonra ağlamaları azalmaya başladığında sorgulamaya başladı.Ne olmuştu onlara? Niye ayrılmışlardı? Hayat ne kadar da acımasızdı.. Şimdi iki ayrı dünyada bir daha hiç bir araya gelemeyeceklerdi.Ölüm İnci’ye,yalnızlık ise Melek’e hiç yakışmamıştı. İnci neden ölmüştü ve son zamanlarında onun yanında neden değildi.Bunları düşünürken banka kasasından aldığı anahtar geldi aklına.Mezar taşına doğru baktı ve o ana kadar fark edemediği; mezar taşının çalar saat şeklinde ve 12 rakamının olduğu yerde de bir kilit bulunduğunu fark etti..Mezar taşının bir çalar saat şeklinde olmasına anlam verememişti.Anahtarın o kilite ait olduğunu düşündü ve anahtarla kilidi açtı.Bir şok daha yaşadı.İçinde nottan ziyade uzunca yazılmış bir mektup buldu.Bütün yaşadığı bu duygu karmaşasından sonra mektubu okumaya cesareti kalmamıştı.Bir taraftan da en değerli dostunun neden yaşamak yerine ölmeyi tercih ettiğini merak ediyordu ve son zamanlarında yanında olmadığından dolayı da büyük bir pişmanlık yaşıyordu.Derin bir nefes aldı ve mektubu okumaya başladı…. “ Meleğim” Bana kırgınsın biliyorum ama seni son defa üzüyorum.Bu bana kızacağın son hareketim.Böyle olmasını hiç istemedim.Şimdi seninle ayrı dünyalarda olmaktansa her yıl kutladığımız gibi bu 16 Eylül’ü de beraber neşeli,umutlu ve mutlu olarak geçirmeyi ne çok isterdim.Biliyor musun sanki dün gibi aklımda seninle o ilk tanışmamız. Yıllar önceki o günü hatırlar mısın bilmem? Birbirimizin hayatında bu denli önemli olacağımızı hiç düşünememiştim. Babanın tayini çıkıp bizim oraya yerleştiğiniz o seneyi hiç unutamam.Çünkü seni bana getirmişti.Tanışmamız kader ama dostluğumuz bizim seçimimizdi.Küçücük kalplerimizde kocaman sevgiler biriktirdik zamanla. İlkokul yıllarında sınıfa ilk gelişin ve öğretmenin seni benim yanıma oturtması ve bu ana kadar sürecek dostluğumuzun o ilk başlangıcı; şimdi bir film şeridi gibi gözümde.Gelişinde hissetmiştim farklı biri olduğunu yada benim kalbimin seni herkesten farklı kılacağını..Zaman ilerledikçe küçüçük kalplerimizdeki sevgimiz daha da büyüdü..Önceleri zamansız vakit ve yerlerde uykuya dalmalarına anlam verememiştim.Ama her şeyin bir anlamı vardı hayatta.Bir ders sırasında öğretmen kızmasın diye seni uyandırmak isteyişlerimin bile büyük anlamı olacaktı zamanla…Sonraları öğrendim “Narkolepsi Hastası” olduğunu ve tıpta bir çaresinin olmadığını.Hastaların “Rem Uykusu” adı altında bir uykuya daldıklarını ve uyandıklarında ya hiç hatırlayamadıklarını yada çok az hatırlayabildiklerini ve 2000 kişiden bir kişide görülebilecek bir nörolojik bozukluk olduğunu..Tüm bunları öğrenmem seni herkesten ve her şeyden daha da farklı kılmıştı. Yanlız kalmak istediğin vakitlerde bile uyku haline geçebileceğin ve insanların sana o anlarda zarar verebilme ihtimallerinin yüksek olması beni sana daha çok bağlıyordu artık.Seni hiç yalnız bırakmak istemiyordum ama bunu sana hissettirmeden yapmalıydım.Çünkü sana acıdığımı ve sırf hasta olduğun için yanında olduğumu düşünebilirdin.Halbuki ben seni yanıma oturduğun o ilk anda ki gibi uyanıkken de,uyurkende gerçekten çok sevdim.Zamanla bu sevgimiz karşılıklı huzur dolu bir dostluğa dönüştü.Artık ailelerimiz de dahil kimse bizi tek başımıza düşünemiyordu.Ben demek sen demekti ve sen demek ben…Zaman beraber akıp gidiyordu.Senin hayatında önemli bir yere sahip olmak,seninle beraber büyümek çok güzeldi. Zaman akıp giderken çocukluktan gençliğe dönüşüyordu ve gençliğin verdiği o deli heyecanlar,çoşkular hayatımızda kendini hissettirmeye başlamıştı.Lise zamanlarında kurduğumuz sosyal çevremiz bizi birbirimizden bir nebzede olsa koparmaya çalışır gibiydi.Sonra ilk aşklar yeni heyecanlar büyümenin verdiği sendromlar ilişkimizde yeni sorunlar dostluğumuzu sınar gibiydi.İşte tam bu noktada ayrılıklarımız başlamıştı. Lisenin bitmesine az bir zaman kala bir gün gittiğimiz o kafe de buluşmuştuk ya hani seninle. Hayallerimizden bahsediyorduk. İkimizde üniversitede okumayı,kariyer yapmayı ve huzur dolu bir hayatı arzuluyorduk herkes gibi.O gün söz vermiştik birbirimize hatırlar mısın? Zaman bizi yenmeye çalışsa da biz zamanı durduracaktık ve hep o günkü gibi yani 16 Eylül’deki gibi kalacaktık. Üniversite sınavı tercihler derken hayat tam bizi ayıracak diye düşündüğümde; ayrı şehirde ayrı üniversitelerde de olsak hayata inat yine beraberdi gönüllerimiz.Şimdi düşünüyorum da aslında seçtiklerimiz yada seçemediklerimiz yani tercihlerimizin nasılda insanı hoyratça yollara sevk ettiğini,zamana kızmanın insanoğlunun en aciz yanı olduğunu,senin yanında olduğum zamanların bana nasıl iyi geldiğini şimdi şimdi içine düştüğüm bu derin yalnızlıkta daha iyi anlıyorum. Sonra nasıl oldu bilmiyorum.Sebepsiz kavgalarımız,zamansız tartışmalarımız başladı önceleri.Seni tanıyamıyordum kendimi çözemiyordum. Büyümek bu olsa gerek dedim.Ama değil, ne vakit senden ayrı yollara saptım orda çıkmazlara girdim.Halbuki ben seninle beraber kurduğumuz hayallerin peşinden gidip klasik ama huzurlu,sade ama mutlu; çok kalabalık değil ama güvenli bir hayatın peşinden gitmek isterken nasıl niçin oldu da kendimi burada çirkin dünyada,yalancı insanların içinde senden uzakta buldum bilmiyorum. Yaz tatili için kasabaya gelen Serkan’la tanışman senin mutluluğun,benimse mutsuzluğum olmuştu.Aldığın o evlilik kararı ikimizi farklı dünyaların insanları yapıvermişti.Okul sıraları,geçen yıllar,insanlar ayıramamıştı o ana kadar bizi ama işte o gün yani evlendiğin o gün artık tamamen ipler kopuyor gibiydi.Çünkü ben gidişinle kendimi karanlık dünyalarda buldum.Dönüşü olmayan bir yola girmiştik ikimizde.Ben yapayanlız kaldım.Ailemi de feci bir kazada kaybetmem hayata tutunmam için hiçbir sebep bırakmamıştı artık.Hayata tutunabileceğim,acılarıma mesnet yapabileceğim hiçbir şeyim kalmamıştı.Kendimi üniversitede edindiğim kötü alışkanlıkları daha çok yapar buldum.Bu alışkanlıklar beni gün be gün öldürüyordu.Biliyordum,hissediyordum.Yanlızlık,ailesizlik,sevgisizlik ve sensizlik her tarafımı sarmıştı.Ölmek bana güzel ve hayatım için çare geliyordu. Şimdi Meleğim tüm bunları sana niye yazıyorum.Şunu bilki hayatının hep ta içinde olmak istedim. Daha doğrusu hayatında hep bir “ÇALAR SAAT” olmak istedim. Uyuduğunda uyandığında yanında ben olmalıydım. Bütün kötülüklere inat seni ben uyandırmalıydım.Üzgünüm Meleğim çok üzgünüm bu çalar saatin pili bitti ve zaman benim için durdu artık.Şimdi ben tüm hayatım için pişmanlığın en büyüğünü yaşarken ve ölmek için saniyeleri sayarken; tek tesellimin senin huzur dolu bir hayatının,mutlu bir aile yaşamının ve her zaman güzelliklere uyandıracak bir başka çalar saatinin olmasını istediğimi bilmeni isterim.Uyandırılamayacak bu uykuya dalarken bilmeni istediğim son şey:SENİ ÇOK SEVİYORUM.Herşey için beni affet Meleğim! ! ! İNCİ AKSOY: Doğum Tarihi: 20.02.1981 Ölüm Tarihi:27.07.2006 Ölüm Nedeni: İntihar MELEK ÖZBEN:Doğum Tarihi:27.12.1980 Ölüm Tarihi: Ve Melek okuduklarından sonra bir dostu kaybetmenın büyük üzüntüsü ve pişmanlıkları ile başbaşa kalmıştır. Şöyle geçirir içinden:Kapısına kadar gelen bu dostuna onu en son gördüğü gün yüz çevirmeseydi ve zamanı geri alabilseydi uzanan o eli tutabilseydi bugün yanında olur muydu? ? ? ? ? İnci Melek’i son kez uyandırmıştı KEŞKELER UYKUSUNDAN....
YORUMLAR
Henüz yorum yapılmamış.