- 824 Okunma
- 0 Yorum
- 0 Beğeni
Bir İllüzyonun İçinde
Görmezden gelemiyorum bir türlü. O zaman bu müziğin hiçbir anlamı kalmıyor ki! Bu masalardaki insanların, bu koza misali herkesin üzerine gerilen sıcacık kafe havasının, bu kahkahaların, dışarıdaki dünyayı zerre kadar aksettirmeyen çeşit çeşit duvarın...
Ben karşı kaldırımda dilenen o kadını görmezden gelemiyorum yine de. Kucağındaki göstermelik bebeğin en son ne zaman midesine bir şeyler girdiğini düşünmekten alamadığım gibi kendimi... Okey pullarının şıkırtıları çok ince bir duvar olabiliyor bana. Diğerlerineyse gayet yeterli geliyor duvarın harcı. "Usta iyi iş çıkarmış" der gibi o görüntüyü çekip çıkarıyorlar gördükleri onca şey içinden; pulların yan yana gelişlerine öyle bir odaklanmış ki gözleri, onun dışında her şey fazladan bir ayrıntı, lüzumsuz bir şey...
Buradan kalksam mı acaba? Onu kaybedeceğim yoksa. Çünkü o kadınla bebeği bu kadar görünür kılan o şey; o sefalet, çaresizlik kafenin dışarıdan kendini ayıran kozasını delip de giremiyorsa hâlâ gözüne gözüne, o da tıpkı bu kalabalık gibi büyük bir illüzyonun içinde kaybolmuş demektir, göremiyordur.
Eğer gerçek dünyadan bu kadar uzaklaştırabiliyorsa onu da diğerleri gibi bu sahte ılıklık, kafe kafe olmaktan çıkıp çevresindeki her şeyi yiyip yutan bir kara deliğe dönüyorsa; ne anlamı kalır ki bana yönelmiş gözlerindeki derin mavide kendimi görebilmemin?!
Eğer başka bir sokakta olsaydı bu kafe, hatta başka bir ülkede... Ve orada açlık ve sefalet bu kadar somutlaşıp ete kemiğe bürünemeseydi bir kadınla kucağında ağlayan minicik bir bebek şeklinde; orada bu türden var oluş şekillerine izin vermeyen bir anlayış hüküm sürseydi... O kadınla bebeğinin o kaldırımda iki dakikadan fazla aç durmasına fırsat vermeden sıcacık bir tas çorba sunulsaydı önlerine... Ve boş midelerini doyurmaları için gereken zamanın dolması beklendikten sonra bir saniye bile kaybedilmeseydi asla aç kalmayacakları emin ve sıcacık bir yere götürülmeleri için... O zaman mutlu olabilirdim belki, bu kadar derin bir mavide kaybolmadan kalabilen tek şey ben’im diye. Çünkü bilirdim: Hiçkimse kaybolmuyor aslında. O görmese de onları, sırf beni var etse de dünyasında, onları da gören birileri var mutlaka...
Ama burada öyle değil... Kimse görmüyor bir diğerini. Görebilenler o kadar az ki! O yüzden gören gözlere ihtiyaç var. Çünkü minicik bir bebeğin açlıktan ağladığı bir yerde hiçkimse bir tek sevdiğine yer açmak için içinde; o kadar derin mi derin, karanlık bir kuyuya dönderemez gözlerini.
Ama onun gözlerinde kaybolmak o kadar kolay ki! Karşı kaldırımdaki bebeğin ortalığı inleten ağlaması haykırıyor bunu bana. "Bak, bu kadar yaygara edip varlığımı tüm dünyaya ilan ediyorum; karşında oturan o gence bir türlü gösteremiyorum yine de kendimi." diyor. "Kendiyle öyle meşgul ki, iki adım ötesinde birini bıçaklasalar, kan revan içinde bıraksalar ortada, oralı bile olmaz. Bence sen o masadan kalk bir an önce... Ya da kalkamasan bile bir daha bir masaya oturduğunda mümkünse karşında oturan şahıs dışarıdaki dünyanın feryatlarını duyabilecek biri olsun en azından. Bu genç yanlış bir pusula oluyor insana... Ne hayatın soğuğu titretebiliyor içini, ne de havanın... Yani onun dünyasında, her şeyi görünmez eden türden bakışlar var demek oluyor bu, kalbe temas etmeden gelip geçen görüntüler..."
Aç bir bebeği bile içine çekip kaybeden yoğunlukta bir karanlık hüküm sürüyorsa bir yerde ve üstelik o yer benim için hayatın anlamına denk düşecek kadar önemli birinin gözlerindeyse ve ben yine de onlarda kendimi bulabiliyorsam; ilk olarak yapmam gereken şey o kara deliğin çekimine giren diğer şeyleri, hepsini olmasa da en azından kaybolmaması gerekecek kadar önemli olanları, kendi bulunduğum yere yöneltmek olmalı... Benimle birlikte, sevdiğim erkeğin gözlerinde var olma savaşı veren onlarca rakibim olur o zaman. Kadınlar arası bir rekabetten söz etmiyorum kesinlikle, hayır! Benim kast ettiğim, başka iki şey, daha doğrusu iki insanla; içimizdeki "âşık insan" ve "iyi insan"la ilgili... Üstelik çok tatlı, kimseye zararı olmayan türden bir rekabet...
Karşımdaki bu genç adam tam da bir âşık gibi bakıyor bana. Ama aç bir bebeğin feryatlarını duyamayacak kadar "içindeki iyi insan"ı kaybetmiş biri gibi de bakıyor aynı zamanda. Yani ben rakipsiz bir savaşın galibiyim aslında. Benim dışımda hiçbir şeyi sevemeyen buz gibi bir kalpte salatanat sürüyorum. Kendimden başka kimsenin olmadığı ıssız bir adanın sahibiyim. Beni bu kopkoyu yalnızlığın kuyusundan çekip çıkaracak o gemiyi bekliyorum.
YORUMLAR
Henüz yorum yapılmamış.