ANILARDAN BİR GÜN
Kış akşamlarının her zamanki dinginliğinin hâkim olduğu bir gün. Kasım ayları civarıydı galiba. Ben saatlerce kendime göre belalı olarak gördüğüm İnkılâp tarihi dersine çalışmakla meşguldüm. Okuldan geldiğim saatten beridir inanılmaz bir güçle anlamak ve ezberlemek çabasındaydım. Ama olmuyordu, ben bu dersi bir türlü anlayamıyordum ve anlayamadıkça da nefret ediyordum. Ne olursa olsun bu dersten geçmeliydim ve geçtiğim takdirde iki buçuk yılda liseden mezun olacaktım. Bir şekilde yapmalıydım ama nasıl?..
Saat ilerlemiş bizimkiler televizyonun karşısında mayışıp kalmışlardı. Bende sessizce geçip bir kenarda oturdum. Ama düşüncelerimi dökebilmek çabası içinde kedi gibi kıvranıyordum. Ara sıra ofluyor, dikkatleri üzerime çekmek istiyordum. Aksilik ya, bu gece benimle ilgilenen kimse yoktu. Olmadı söyleyemedim. Kısa bir süre sonra kitap ve kalemimi alarak geriye döndüm. Sonunda annem fark etti benim bir karın ağrım olduğunu…
“ Sen ne döneleyip duruyorsun?” diyerek bana yöneldi. Babamda hala tık yok. Bende yüksek bir sesle, oldukça heyecanlı bir şekilde “ ben yarın kopya çekeceğim. Ama nasıl yapacağım bilmiyorum” dedim, dedim de annemin ıslık gibi çıkan sesi kulalarımda çınladı bir an. “ Neee!” Ben suskun suskun karşısında annemin sinirli halini izlemekle başbaşaydım. Sonra kendimi savunurcasına “ anlamıyorum işte. Çalıştım, çalıştım yine unuttum”
“ Yakalanırsan ne yapacaksın? Sakın yapma” dedi, annem. Babamda olayın farkına varmış “ öyle şey olmaz. Yaptığın kadarıyla geçersin” deyip duruyordu.
Aman Allah’ım kimse beni anlamıyordu, ben de İnkılâp tarihini. Bizim dingin akşamımız benim kopya merakımla sarsılıp, kargaşaya döndü. Ama ben takmışım ya bir defa kafaya, kim dinler annemle, babamın nasihatini. Ne diye gidip söylerim annemle babama hala bunu da anlamış değilim.
Diğer sabah okul bahçesine gittiğimde zil henüz çalmamıştı. Fırsattan istifade dedim ve hemen sınıfa çıkıp sıranın üzerine her şeyi yazdım. Yazılı saati geldiğinde beni bir heyecan dalgası sarmıştı. Aksilik, öğretmenimizde okulumuzun en sinirli, en acımasız öğretmeniydi. Yürürken bile soğuk rüzgârlar estirirdi etrafında. Bir nevi külyutmaz olarak bilinen öğretmendi.
Sırada üç kişi oturuyorduk. Özgür, Savaş ve ben. Sevgili arkadaşlarım şimdi kim bilir nerelerde, ne iş yapıyorlardır. Her neyse onları da böylelikle anmış oldum. Savaş ve Özgür’ün babası da öğretmendi ve okulda onları tanımayan yoktu. Birde en ön sırada oturuyorduk. Aslında ben içine kapanık, fazla konuşmayan, suskun puskun bir öğrenciydim. Bu nedenle hiçbir zaman göze batmamışımdır ve hatta hatırlanmamışımdır bile.
Yazılı saati geldiğinde öğretmenimiz büyük bir hışımla girdi içeriye. Sert mizacı ve keskin ses tonuyla “ Günaydın” kelimesini savururcasına söyledi. Sınıfta çıt yok, sıraların üzeri bomboş, ben ise domates gibi kıpkırmızı. Yazılı sorularını gördüğümde gözlerime inanamamıştım, nasılda kolaydı sorular, tıkır tıkır yapmaya başladım. Zaten sıraya yazdığım benim sorularımın cevabı değildi, tesadüf ya Özgür’e gelen soruların cevabı. Özgür sessizce bana yazdıklarıma bakmak istediğini söyledi. Bende ara sıra kâğıdı kenara çekip yazıları açığa getiriyordum. Savaş bizden önce bitirdi ve çıktı sınıftan. Özgür de sıranın boşalmasıyla yana çekildi. Tam ben kâğıdımı verecektim ki, öğretmenimiz sıranın üzerindeki yazıları fark etti ve işte o anda ben de bittim.
“ Pislik seni!.. Defol sınıftan!..” diyerek haykırmaya başladı. Her şey gözümde kapkaraydı o an. Gözyaşlarım yanaklarımdan akıp duruyordu.
Teneffüste sınıfa geldiğimde Özgür ve sınıftaki diğer arkadaşlar beni bekliyordu. Ama kimseyi dinlemiyordum, sadece ağlıyordum. Yusuf öğretmeni inandıramazdım ki, soruları kendim yaptığıma, sıranın üzerindekilerin benim soruların cevabı olmadığına. Her şey bitmişti sanki benim için o an.
Yanımdaki herkes her bir ağızdan bir şey söylüyordu. Kimse bu öğretmenin beni affedeceğini düşünmüyor, hatta onun dersinde kopya çekmeye kalktığım için mezun olmama bile imkân olmadığından bahsediyorlardı. Ben, yani öğrencilik yaşamı boyunca sesi çıkmayan, zayıf bile gelse asla kopya çekmeyen, pısırık, süklüm püklüm kız, gider okulun külyutmazının dersinden kopya çeker. Olacak şey mi?..Oldu işte!..
Yusuf öğretmenden özür dileyeceğimi söylediğimde arkadaşlarım “ asla yapma, seni rezil eder, tokat atar..” gibi bir sürü şey söylemeye başladılar. Tek bana destek olan Özgür’dü. Özür dilemenin sorun olmayacağını söyleyen…
Şişmiş gözler, kızarmış burunlarla hıçkıra hıçkıra gittim öğretmenler odasına. Yusuf öğretmen camın yanında dışarıyı izliyordu. Beni fark ettiğinde yanına gittim. Tek kelime çıkmadı ağzından iyi veya kötü. Ben ise “ Özür dilerim öğretmenim…” diyebildim sadece. Ve aldığım tepki, eliyle sert bir şekilde kapıyı göstermek olmuştu. O hareket hala dün gibi gözlerimin önünde…
Eve geldiğimde yüzümün halinden kötü haberler belli oluyordu. Benim otoriter ve katı annem öğretmenden aşağı kalır mı? Duyduğu an gürleyip esmeye başladı. Bir dövmediği kalmıştı.
İki gün okula gitmedim. Günlerce ağladım, Yusuf öğretmenle karşılaşmamak için teneffüslere çıkmadım. Sonunda annem okula davet edildi Yusuf öğretmen tarafından. Ben ise dört gözle annemin gelmesini bekliyordum. Aslında biliyordum mutlaka büyük bir ceza verecekti, mutlaka sınıfta bırakacaktı beni. Ve en önemlisi mezun olma hayallerim suya düşecekti.
Annem eve girdiğinde sormak istediğim halde soramıyordum. Hala ilk günkü kadar sinirli ve öfkeliydi. “ Beni rezil ettin” demekten başka bir şey bilmiyordu. Sanki ben rezil olmamıştım. Zaten annemin şu kuralcılığı, okul hayatım boyunca büyük bir baskıydı.
Sonunda annemin konuşacağı tuttu. İnanılmaz bir şeydi. Bunları söyleyen Yusuf öğretmendi…
“ …Hayatımda ilk defa bir öğrencim gelip benden özür diledi. Ben onun bu işe kalkıştığını ama başaramadığını biliyorum. Yazılı kâğıdındaki cevap onun hakkı… Ama onu sözlü yapacağım…”
Benim için inanılmaz bir şeydi. Ben bu sözlüden mutlaka çok yüksek
almalıydım. Hayatımda ilk defa bu dersi anlamıştım ve hatta kitabı sayfasına kadar ezberlemiştim. Ama sözlü günü gelip çattığında herkesi kaldırıp beni kaldırmaması beni çok üzmüştü ve ben “ öğretmenim bende sözlü olacaktım” dediğimde “ sen zaten kaldın, niye sözlü yapayım” demez mi? Buyurun cenaze namazına! Ne yapmaya çalışıyordu anlamamıştım. Neden psikolojik baskı yapıyordu…
İşte son gün ve karneler… Benim karnem de, İnkılâp Tarihi dört… Mutlu son ama acı dolu günler. Hak ettim veya etmedim ama yaşadıklarım bana çok şey öğretti…
YIL 1994 TUZLA LİSESİ
YORUMLAR
MERHABA!
HEMEN HEPİMİZİN ACI VE/VEYA TATLI ANILARI VARDIR. BELLEKLERİMİZDE İZ BIRAKAN ANILARI UNUTMAMIZ PEK KOLAY OLMASA GEREK!
ÖNEMLİ OLAN, ANILARDAN DERS ÇIKARIP AYNI YANLIŞI YİNELEMEMEMİZDİR.
BAŞARILI ÇALIŞMALARINIZIN DEVAMINI DİLERİM. TEBRİK, TEŞEKKÜR VE SELAMLARIMLA...
NOT: YUSUF HOCA, ELİ ÖPÜLESİ BİR EĞİTİMCİ OLMALI KANIMCA...
Eğitimci tarafından 8/24/2008 4:21:15 AM zamanında düzenlenmiştir.