- 945 Okunma
- 2 Yorum
- 0 Beğeni
Kara Kaplı Defterimden Notlar (1)
Yaşantımızda sevdiklerimizin, tanıdıklarımızın birer birer toprak olması, bir daha geri dönemeyeceklerini bilmiş olmamız ister istemez düşündürüyor insanı.Sayılı nefeslerimiz,adımlarımız var. Ölüm gerçeğini görmezden gelmek, hiç ölmeyecekmişiz gibi yaşam sürmek, akıllıların değil, olsa olsa alıkların işidir. Şu da var tabi; kurban bayramı geldi derken, geçip gitti, yarın okullar açılacak,yine dertlerimiz başlayacak.Çocuklar da haklı, arkadaşlarından ne görüyorlarsa onu almak, onu giymek istiyorlar. Örneğin ben, o yaşlarda biri yazlık, biri de spor olmak üzere kışı da bu iki ayakkabıyla çıkartırdım.Semt pazarından siparişim üzerine, annem spor ayakkabımı alır, ben de giyerdim. Marka falan mı? ne markası? Ben asla aramazdım öyle şeyleri. Ayağıma uyuyor mu, ucuz mu? Benim için yeterliydi. Ayakkabılarım yırtılana kadar giyerdim.İşe girdim de, kışlık ayakkabım oldu.
Babam Sümerbank malı yazlık ayakkabıyla koca kışı çıkarmıştı da,yokluğun gözü kör olsun, romatizma illetinden 43 yaşında vefat etti.Babam sağ olsaydı da, her gün ayaklarına kapanıp hıçkıra hıçkıra ağlasaydım.Rahat ettirseydim, başıma taç yapsaydım, kıymetini bilseydim. Babam sağ diye şükür etseydim. Keşkelerin hükmü yok maalesef yok.Keşkeler kadar ama kelimesi de beni düşündürür. Nerede bir ’ keşke ’ ve ’ ama ’ kelimesine rastlasam, yitik zamana karşı çaresizliğim aklıma gelir. Sadece benim aklıma gelmez sanırım, bu iki kelime üzerine sayfalar dolusu kitaplar yazılır.
İşte canlı şahidim biricik kız kardeşim Dilek. Bir tek kelimesi için ’ yalan ’ desin. ’ Ağabey, dur burada, yanıldın sen, yanlış hatırlıyorsun, öyle olmadı ama’ desin, ben de gerekli düzeltmeyi ’ keşke ’ yalan olsaydı deyip yapayım.Kız kardeşimle kurban bayramında bir araya geldiğimizde şu soruyu sordum : ’ Dilek, biz babamızın sağlığında hiç kurban kestik mi? Ben hatırlayamadım, kesmiş olsak hatırlardım. ’ Bana şu cevabı verdi kız kardeşim : ’ Hayır ağabey, biz hiç kurban kesemedik. Komşular getirirdi bize. Evimiz kurban bayramlarında et görürdü. Getirdikleri kurban da, nerede etin yağlı, nerede kemikli tarafları varsa, onlardı.’ Annem yanımızdaydı o sırada, mutfakta konuştuk bu konuyu. Annem de tastik etti.. ’ Hayır, babanız hiç kurban kesemedi, komşular getirirdi etimizi. ’ dedi. Empati yaptım da; mesela rahmetli babamın içine dert olup çöreklenmiştir bu mesele. O adamcağız kimbilir neler düşünmüştür. Demek ki, dert sahibi olması boşuna değilmiş. Kim olsaydı onun yerine, içine atar, dert sahibi olur, vakitsizce bu dünyadan göçerdi.
Allah’a çok şükür, aldığım maaş az çok yetiyor bize. Kurban da kesiyoruz, çocuklar komşuların eline bakmasın, boyunları bükülmesin diye baba olarak bunu da çok düşünmüşümdür. İşin dini boyutunu değil de, ben ilk önce hep bu konuyu düşündüm. Allah bilir ötesini. Sevap kazanmaktan önce, ben de bir babayım ve o çocuklar eve kurban eti girmediği zaman, tıpkı yıllar önce bizde olduğu gibi, boyunları bükük kalmamalıydı. Ama yapamıyorum, anılar canlanıyor, babam geliyor gözümün önüne.. O hiç kurban kesememişti. Bir baba için üzüntülerin en büyüğü bu değilse nedir? Çocuklarına karşı sevgisini sunardı, bayramlarda elini öperdik 3 kardeş.. Örneğin ben hiç hatırlamıyorum, babam bize bayram harçlığı verir miydi? Vermiş olsaydı mesela, biz 3 kardeş o parayı nerede harcamıştık? Ya da verdiği bayram harçlığına sadece dondurma mı alabilmiştik? Bir baba için bundan daha büyük ikinci bir ıstırap nedir?
Bir baba için üçüncü, dördüncü, beşinci olasılıkları yazıp da babamın ruhuna eziyet etmek gibi bir amacım yok.O da isterdi, evlatlarının rahat etmesini. Tek maaş, topu topu iki küçük odalı kiralık bir evde, yıllarca kırık dökük eşyalarla geçim sürdürmek kolay mıydı sanki? Bir baba için en acı olay, eve icra gelmek üzereyken, ikinci el eşya satın alan eskici Ömer amcanın, evimize girip, o kırık dökük eşyaların az sağlam olanlarını, hatta annemin gelinlik komidinine göz koyup, antika niyetine satın almasıdır. Elektrik faturasını ödeyemediğinden, elektriğin kesilmesidir. Biz çocukken bunları da yaşadık.
Ayın on beşine otuz gün var. Almışız bayram diye ayın dokuzunda emanet parayı, o da kuş olup uçtu. En iyisi mi düşünmemek hiç bir şeyi diyorum, yapamıyorum.Sıra bize geliyor, bir varmışız, bir yokmuşuz. Derin konu bunlar. Çocuklar ne zaman baba olurlarsa o vakit anlarlar beni. O zaman onlar da diyeceklerdir ’ Babamız sağ olsaydı da başımızda dursaydı, varlığı yeterdi bize.’ Son pişmanlık fayda vermiyor, hayat acısıyla tatlısıyla devam ediyor. Allah kimseyi kimseye muhtaç etmesin. Ölenlere mi geride kalanlara mı oluyor olan? Bence her iki tarafa da oluyor. Hele ki bu ölümler zamansızca olursa.
Para da bir yere kadar diyoruz, önce sağlık diyoruz. Garip olan şu ki; geçim sıkıntısı ve hayatın zorlukları içinde en önce sağlığımızı kaybediyoruz, kazanmak için ise çok para sarfediyoruz. Para bile kurtaramıyor. Basit bir örnek : Vehbi Koç’un çuvallarla parası vardı, ama pazarda kilosu 75 kuruşa satılan patatesle besleniyordu.Kefenin cebi yok. Yitirilen sağlık geri gelir mi? Ya ölenler? Öyleyse neden her şeyi dert ediyoruz? Ya kırdığımız kalpler? Değer mi dünya için? Ya kurulan tuzaklar? Neyi paylaşamıyoruz? Herkes bir gün ölecek.. Ölümün de hayırlısını dilemek gerekir. Kimileri yanarak, kimileri boğularak can veriyor. Bir tek parçası bile bulunamıyor. Boş mezarları bile olmuyor.
Bu yazıdan çıkarılacak pek çok dersler var : Sevdiklerimizin değerini her zaman ve her koşulda bilmeliyiz. Babalarımız ve annelerimiz evin temelidir, temel çökerse yıkılırız.Geçmişimizi asla unutmamalıyız.Aile bağlarımız ne kadar güçlü olursa, olumsuzluklar karşında direncimiz o denli artar. Her insan gibi bizler de ölümlüyüz.Sağlığımız en büyük hazinemizdir. Herkes yalan söyleyebilir ama hatıralar asla yalan söylemez, onlar geçmiş zamanın sessiz ve gizli tanıklarıdır.
Vecdi Murat SOYDAN
(Kara Kaplı Defterim)
16/09/2016, Isparta
YORUMLAR
Değerli Murat kardeşim, samimi, duygulu paylaşımınla okuma keyfini yaşadım. Yüreğine sağlık...
"Ben bir fotoğraf albümüyüm. Sayfalarımda, hiç değişmeyen, kimisi silik, kimisi derin izleri olan yüzler taşıyorum. Yüzlerce…
Yüzlerce yüzün her birine dair öyküler var. Upuzun öyküler… İnsan, bir yerden bir yere bu öykülerle gidiyor.
İçimdeki fotoğrafların öykülerini hafıza isimli bir silgi, silmekle meşgul. Silinen her öykü, fotoğrafın değerini azaltmakta.
Fotoğraflar eskiyor ve tabiidir ki, unutuluyor.
Geriye kalanlar ise ancak bir kısa metrajlı film…
*
hayatım uzun metrajlı bir filmdir sanmıştım
—aptalca çocukluklarımı
—tembel öğrenciliklerimi
—can sıkıcı arkadaşlıklarımı
—heyecansız aşklarımı
—izleyenleri sıkabilecek evliliğimi
—tatsız tuzsuz, bereketsiz iş hayatımı
—temposu düşük emekliliğimi
kesti montaj işçileri
onca yaşadıklarımdan sonra
geriye bir kısa metrajlı film bile kalmadı...
*
Aradığımız/ peşine düştüğümüz devasa boyutlu mutlulukları elde etmek isterken, küçük mutlulukların da aslında çok önemli olduklarını es geçtiğimiz toprak zeminli bir sokakta kısacık bir yolculukmuş meğer, hayat…
Peşine düştüğümüz iç güdüsel/duygusal kararlarımızın gerçekleştirilmesi için mücadele ederken, aslında azimle başarmamız gereken kesin kararlarımızı hep ertesi güne tehir ettiğimiz toprak zeminli bir sokakta, kısacık bir yolculukmuş meğer, hayat…
*
Sandıktan çıkarttım naftalin kokulu elbiselerimi, bütün çocuk günlerimi sığıştırarak. Siyah beyaz fotoğraflarıma baktım birer birer. Bütün çocukluk günlerim yalın ayak…Hatıra defterimi yırtıp atmıştım,sarhoşluklarımdan birinde, sanırım içindekileri unutmak isteyerek; ama, o günleri ne mümkün unutmak! Annemi tanıyorum hemen, kucağında sıkı sıkıya tuttuğu o çocuk benim. Üşüyordum ya az önce, ısınıverdim çabucak...
Sıcaklığı hiç değişmemiş; sevgi sıcaklığında. Oysa uzun yıllardır unuttuğumu sanıyordum. Beni hayata bağlayan empati, annem gözlerimin önünde işte…Tüm nimetleri sunan eller gene hizmet peşinde. Sendelememe izin vermiyorlar. Üstüme annemin sükûnetini örtünüyorum uyuyarak.
Çocukluk resimlerim buruk bir tad bırakıyorlar bakışlarıma. Çocukluğum iyi geçmemiş mi ne? Hep acılı şeyler mi yaşadım ki…
“Allah, Allah!"
Allah, Allah! Çocukluğuma dair her fotoğrafta hüzün var; bir tek fotoğraf yok, sevinç, mutluluk haykıran; ama şimdi, bu yaşlı kafa her fotoğrafa sırıtarak bakıyor nedense! Balık kafalı yaşlı adam unutmuş yaşanan hüzünleri, şimdi onları küçümsüyor.
Albümler yaşlanınca gülmek için mi hazırlanıyor? Utanmalısın!
Utanmak mı? Neden?
Hayat bir göz açıp kapama aralığında sürüyor.Bir göz kırpma anında milyonlarca insan doğuyor, milyonlarca insan ölüyor, milyonlarca şey yaşanıyor. Değişik tatlar, acılar, deneyimler; elde kalanlarla hayat devam ediyor.
Hayatın her aşaması kendi duygu ve deneyimlerini yaşatıyor.
Tanrı, gülümseyerek bizi seyrediyor. Biz de bize ait olanları hatırlayarak gülümsemeliyiz...
.../...
I.
Pötikare gömlek giyinmiş, kısa pantolonlu şu çocuğu çok iyi hatırlıyorum. Unutmam da mümkün değil zaten, çünkü bir pötikare gömleği hayatımda ilk ve son kez o gün giyinmiştim. Beş yaşımdaydım. Tuhaf! O yıllarıma dair pötikare gömlek giymiş olmaktan gayri hiç bir şey hatırlayamıyorum. Aslında hafızamdakiler gömleği giyinmiş olmam değil, onu giyinmiş olmamdan ötürü yaşadıklarım...
Aslında yaşanan olay tek, ama yaşanan sarsıntı çok! Evet! Bir pötikare gömlek giyişim yüzünden yaşamımız bambaşka bir çizgide sürmek zorunda kalmıştı.
*
"Hey, çocuk!"
"Kim o seslenen?"
"Benim, ben!"
"Sen kimsin? Göremiyorum seni..."
"Beni göremezsin. Ben senin geleceğinim."
"Sen beni görebiliyor musun?"
"Ben görebiliyorum. Sen benim geçmişimsin."
"Ama seni henüz yaşamadım ben..."
"Hep beş yaşında kalacağını sanma çocuk! Her fotoğrafta yüzlerce öykü yazılı. Her öykü hayatımıza ait bir zamanı tüketti; onun için böyleyiz ya! Sen, tükene tükene ben olacaksın..
SELAMLAR, SAYGILAR
İlgi ile okudum yazıyı.
Ve,
inanın kendimden çok şey buldum.
Yokluklar içinde büyüdük ama,
yine de mutluluk dediğimiz sihirli olguyu bir ucundan yakaladığımız anlar çok olmuştur.
İlk paragraf olmasaydı,
yazı çok daha güzel olacaktı diye düşünüyorum.
Cümlelerin arasındaki gizemi keşfetme maharetini çoktan kazandık her birimiz çünkü.
Güzel bir yazı.