DIRDIR…(mizahi öykü)***********
Okuduğunuz yazı Günün Yazısı olarak seçilmiştir.
Karı koca Hüdaver’iz biz. Hanımımın adı da, benim adım da Hüdaver... Bundan tam yirmi bir sene önce, ilk tanıştığımızda, "merhaba, benim adım Hüdaver," diyerek tokalaşırken, "Merhaba benim adım da Hüdaver!" deyince, önce benimle dalga geçtiğini sanmıştım. Sonra, doğru söylediğine, "vallahi doğru söylüyorum!" diye yemin edince inanmıştım...
Belki bilmiyorsunuzdur; Hüdaver, ’Tanrım! Kız veya erkek fark etmez, bana uzun ömürlü bir çocuk ver’ anlamında kullanılan bir addır. ’Hüdaverdi’ değil, sadece ’Hüdaver! Öğrenciyken, arkadaşlarım ’Hüdaver’ demek yerine sürekli ’Hüdaverdi’ diyerek beni illet ediyorlardı. Bana ’Hüdaverdi’ diyenleri dövebilmek için ’Kung-Fu’ kursuna bile yazılmıştım. Kung-Fu eğitimi uzun ve kayalı, sarp bir yoldu; birilerini dövecek kadar bir şeyler öğrenmek isterken, kursta ’Kung-Fu’nun bir spor olduğunu ve insanları dövmek için kullanmanın yasak olduğunu öğretmişlerdi. İnsan dayak atma becerisi yokken birilerine sürekli dayak atma hırsıyla yaşarken, dayak atma becerisini kazandıktan sonra bu hırsını yitirerek, bir tokat atıp tahrik edenlere bile öbür yanağını da uzatır olması, tırnak içinde, mendebur bir ’sünepelikti’.
Okullar bitip de memuriyete başladıktan sonra, evlenecek bir kız araştırmaya başlamıştım. Adaşımla da o aralar tanışmıştım. Âşık olduğum için filan değil, adlarımız aynı olduğu için, sırf orijinallik olsun diye, hemen evlenme teklif etmiştim. O da aynen benim gibi âşık olduğu için filan değil, isimlerimiz aynı olduğu için sırf orijinallik olsun diye evet, demişti. Bu orijinal evlilikten çıka çıka, dünyanın en kısa süren ’cicim ayları’ değil, ’cicim günleri’ değil, ’cicim saatleri’ de değil, ’cicim dakikaları’ çıkmıştı; sadece bir kaç dakika sürmüştü ve nikâh muamelelerinden sonra, nikâh cüzdanını teslim alıp da koynuna sokuşturduktan bir kaç dakika sonra, orijinallik olsun diye kiralayıp süslettiğim faytona binecekken, ansızın bitivermişti.
"Bana layık gördüğün gelin arabası bu mu? Altı kapılı Limuzin kiralamaktan aciz idiysen, niye evlendin benimle? Bir otomobilin bile yok! Ahlaksız herif! Utanmaz herif! Allah belanı versin inşallah!"
Benin hanımım gibi bir hanımı mumla arasanız bulamazsınız! Hanımım, uçakla, gemiyle, trenle, otobüsle, otomobille, yani bilinen, bilinmeyen her şey ile seyahat etmekten nefret ediyordu.
Memuriyetini gurbet ellerde yaşayan biri olarak seyahat etmekten de uzak duramıyorduk. Yıllık izinlerde olsun, yakın hısımlarda yaşanan evlilik, ya da ölüm gibi gelişmelerde olsun, seyahat etmeye mecbur oluyorduk.
Elazığ’da çalışırken, babam vefat etmişti. Şubat ayındaydık. Kış şartları hüküm sürüyordu. Karayoluyla seyahat etmek mümkün değildi. Cenazeye mecburen uçakla gidecektik.
Uçak fobisi olduğu için, uçaktaki yerimize oturduğumuz andan itibaren adeta bir sinir küpü kesilen hanımımı rahatlatabilmek için, bilimsel bilgiler verme çabasına giriştim. "Uçaklar, havacılık otoriteleri tarafından çok detaylı testlerden geçirilir, karıcığım. Standartları vermeyen uçakların kesinlikle yolcu taşımasına izin verilmez. Yeni nesil sistemler sayesinde artık havada çarpışma, windshear olarak adlandırılan çok aşırı rüzgâr değişimleri gibi olayların önüne erken uyarı sistemleri sayesinde geçilebiliniyor."
Hanımım, "saçmalama!" diye bağırdı. "Kabin basıncı kaybı olduğunda başıma oksijen maskeleri düşüyor ya! Önleyebiliyorlar mı bunu?"
"Ama karıcığım, oksijen maskeleri o tip acil durumlarda otomatik olarak düşürülüyor. Hemen kullanabilmemiz için..."
Bu defa "saçmalama!" diye emretmek yerine, "sen hakikaten çok saçmalamaya başladın!" diyerek düşüncesini açıklamakla yetindi. "Kullanmamızı istedikleri bir şey ile niçin kafamızı gözümüzü yarsınlar ki?"
"Abartıyorsun be karıcığım; şimdiye kadar gaz maskesiyle kafası gözü yarılmış tek bir insan yok!"
"Ben sana yarılıyor diyorsam, yarılıyordur. Ukalalık yapmayı biliyorsun ama bir otomobil alıp da beni bu tehlikeli yolculuklardan kurtarmayı bilmiyorsun. Allah belanı versin inşallah! Ahlaksız herif! Utanmaz herif! "
Hanımımın bu gerilimden çıkması için hemen o anda aklıma geliveren bir fıkrayı anlattım: "Almanya’nın önemli bir inşaat firması, Azerbaycan’da ihalesini kazandığı petrol boru hattı inşaatını yönetmeleri için biri Avusturyalı, biri Sırp, biri Bulgar, biri Türk, dört mühendisini görevlendirmiş. Uçakla Bakü istikametinde uçmaya başlayan bu dört mühendisten Avusturyalı olan, tam da Viyana üzerinden geçerlerken kalkmış yerinden uçağın kapısına dayanmış. Sinir krizleri geçirerek başlamış bağırmaya. ’Açın kapıyı, atlayacağım ben!’ Arkadaşları koşup gelmişler, ’ne oldu, niye dellendin böyle?’ diye sormuşlar. Avusturyalı, kederle, ’benim annem o..spuydu, uçak memleketimin üstünden geçerken onu hatırladım. Bırakın atlayacağım!’ diye ağlıyormuş. Arkadaşları zar zor oturtmuşlar yerine, teselli edip sakinleştirmişler... Uçak Sırbistan’ın üstünden geçerken, bu defa da Sırp mühendis gitmiş kapıya, başlamış bağırmaya. ’Açın kapıyı, atlayacağım ben!’ Arkadaşları koşup gelmişler, ’ne oldu, niye dellendin böyle?’ diye sormuşlar. Sırp kederle, ’benim annem o..spuydu, uçak memleketimin üstünden geçerken onu hatırladım. Bırakın atlayacağım!’ diye ağlıyormuş. Arkadaşları zar zor oturtmuşlar yerine, teselli edip sakinleştirmişler... Uçak Bulgaristan üzerinden geçerken, bu defa da Bulgar koşturmuş kapıya, ’Açın kapıyı, atlayacağım ben!’ diye bağırmaya başlamış. Arkadaşları koşup gelmişler, ’ne oldu, niye dellendin böyle?’ diye sormuşlar. Bulgar kederle, ’benim annem o..spuydu, uçak memleketimin üstünden geçerken onu hatırladım. Bırakın atlayacağım!’ diye ağlıyormuş. Arkadaşları zar zor oturtmuşlar yerine, teselli edip sakinleştirmişler... Uçak en son Trabzon’un üzerinden geçerken bizim Türk mühendis Temel de koşturup gelmiş kapıya, ’Açın kapıyı, bu kadar çok o..spu çocuğu arasında duramam ben, atlayacağım!’ diye bağırmaya başlamış... Ha! Ha! Ha!" Fıkraya, kendim anlatıp, kendim güldüm.
Hanımım ise öyle bir celallendi ki, fıkrayı anlattığıma da, anlatacağıma da pişman oldum. "Ne yani? Sen şimdi bana, ’o..spu’ mu demek istiyorsun? O..spu senin anana derler! Bir otomobil alıp da beni kurtarmadın ya bu tehlikeli yolculuklardan, Allah belanı versin inşallah! Ahlaksız herif! Utanmaz herif! "
Eskişehir’deki cenaze törenine katılıp, hazır gelmişken bir kaç gün de annemle beraber kaldıktan sonra Elazığ’a dönecektik. Havalar yumuşamış yollar açılmıştı. Bu defa hanımımın uçak fobisi nedeniyle otobüsle dönmeye karar verdik.
Tabii ki, otobüse binip yerlerimize oturabilirsek! Beti benzi atmıştı. Gerginlikten nefesini burnundan alıp veriyordu. Onu sinirlendirmemeye çalışarak otobüse bindirmeye çalışıyordum. Ciddi bilimsel açıklamalar yapmaya kalksam da, fıkra anlatıp neşelendirmeye çalışsam da küfrü yiyordum.
Ben nasıl davranmam gerektiğine karar vermeye çalışırken, o söylenmeyi sürdürüyordu. "Keşke gelmeseydim, Elazığ’da kalsaydım da, sen yalnız başına gelseydin. Ama kayın pederimi pek severdim, gelmemem olmazdı..."
Cevap vermeye cesaret edemeden, susuyordum. İyi halt ediyordum. Susmanın neme nem bir suç olduğunu bilmiyormuşum gibi...
"Öküzün trene baktığı gibi bakıp durmasana öyle! Bir şey söyle!"
"Peki, karıcığım!" dedim, ama söylemek için bir şey bulamadım.
O, "Peki karıcığıymış! Ukala herif sen de! Sen kadın ruhundan ne anlarsın ki zaten? Öküz gelmişsin, öküz gidiyorsun işte... Allah belanı versin inşallah! Ahlaksız herif! Utanmaz herif! Bir otomobil alıp da beni kurtarmadın bu tehlikeli yolculuklardan!" diye diye otobüse bindi, şoför mahallinin hemen arkasındaki yerimize oturdu.
Az sonra otobüs hareket etti. Henüz Eskişehir sınırlarının dışına çıkmamıştık ki, hanımım gene söylenmeye başladı.
"Göz kapaklarını gördün mü? Pek ağır görünüyorlar. Açık tutamaz, az sonra ikisi de kapanmaya başlar."
"Kimin?"
"Ebenin körünün! Şoförün elbet!"
"Göz kapağı uzmanı olan sensin. Ben anlamam," diyecek oldum;
Hemen tavrını koydu. "Alay mı ediyorsun sen benimle?"
Sustum tabii ki! Hanımımın da suratı bir karış, gözleri şoförün gözlerinde, benimle ilgisi kalmadı. Bu boşluktan istifade gözlerimi yumup az kendimden geçtim.
Mümkün mü? Böğrüme yediğim bir dirsekle uykumdan sıçradım.
"Gördün mü bak, gözlerini yumduğunu görmeyelim diye koyu camlı güneş gözlüğü taktı gözüne!"
Baktım, şoför gerçekten de güneş gözlüğü takınmış, ama hanımımın dediği gibi uyuyabilmek için değil, dışarıdan vuran Güneş ışınlarının gözlerini almasını önlemek için...
Olanca sevecenliğimle, "hayatım, adamcağızı lafa tut, istersen; o zaman uyumaz," diyerek başımdaki belayı şoförün başına sarmayı denedim.
"Benim de aklımdan geçti ya, ne diyeceğimi bilemedim; onunla konuşabileceğim bir konu bulabilsem..." deyince ona aklıma gelen bir fıkrayı anlatmak istedim.
"Sana bununla ilgili bir fıkra anlatayım, bak... Otobüs şoförünün hemen arkasındaki koltukta oturan bir yolcu, tıpkı senin gibi şoförün uyumasından çok korktuğu için, onun zihnini uyanık tutacağını umarak saçma sapan sorular soruyormuş.
’Şoför bey, babam aslan, anam kaplan olsaydı ben ne olurdum?’
’...’
’Şoför bey, babam köpek, annem inek olsaydı ben ne olurdum?’
’...’
Yolcu bu saçma soruları ürettikçe, şoför sinirleniyor, fakat ya sabır çekerek yolcuyla muhatap olmamaya çalışıyormuş.
Nereye kadar? En sonunda sabrını yitirerek, suskunluğunu bozmuş:
’Pekala, sen söyle bakalım! Anan o..spu, baban pez..enk olsaydı, sen ne olurdun?’
Yolcu gülmüş. ’Garanti otobüs şoförü olurdum her halde!’
Anlattığım fıkraya yine kendim güldüm.
Hanımım ise gülerek değil, ama gamatayı basarak deşarj olmayı tercih etti. "Sen benim anneme o..spu, babama pez..enk mi dedin şimdi? Ha? O..spu senin anana, pez..enk de senin babana derler! Bir otomobil alıp da beni kurtarmadın ya bu tehlikeli yolculuklardan, Allah belanı versin inşallah! Ahlaksız herif! Utanmaz herif! "
Onun bu hakaretlerine iyice alışmıştım, ağrıma gitmiyordu. Aslında kalbi temizdi onun, her şey dilindeydi. Bütün mendeburluk bendeydi, bir otomobil alıp da hanımımı bu çileli yolculuklardan bir türlü kurtaramamıştım!
*
Eve, "Sana önemli bir haberim var karıcığım,” diyerek giriyorum.
Dinlemiyor. Hemen dırdıra başlıyor. “Bana önemli bir haberi varmış! Ukala herif sen de! Elinde iki ekmek, bir kilo kıymayla mı geldin? Elini kolunu sallaya sallaya gelmişsin yine! Bir günden bir güne elin kolun dolu gel de şu eve dişimi kırayım! Öküz gelmişsin, öküz gidiyorsun işte... Sen karı kıymetini ne bilirsin ki zaten? Allah belanı versin inşallah! Ahlaksız herif! Utanmaz herif! Bir gün yüzü göstermedin bana! Manyak kafam benim! İkimizin adı da Hüdaver olduğu için, sırf orijinallik olsun diye evlilik yaparsan sonun böyle olur işte…”
“Hüdaver’ciğim, susarsan sana önemli bir şey diyeceğim…”
Hüdaver’ciğim önemli haberin ne olduğunu merak edip sormuyor bile, her zamanki gibi yine burnundan soluyor.
“Şu halime bak! Pazenden elbiselerle çingene karıları gibi dolaşıyorum ortalıkta. Söylesene bana, zorum ne? Bir de kürk kaban alacağım sana, diye söz verdiydin bana! Bu kafayla gidersen, sen değil kürk kaban, muşambadan kaban bile alamayacaksın bana! Kışa alacağım diyordun, işte kış geldi. Hani? Nerede? Bu kara kışta almadıktan sonra başına çal o kürkü! Domuz herif! Domuz gelmişsin, domuz gideceksin... Allah belanı versin inşallah! Ahlaksız herif! Utanmaz herif! Bir kürk kabanı bile çok gördün bana!"
Yerden göğe kadar haklı. Bütün mendeburluk bende, söz verdiğim halde bir kürk kaban bile alamadım karıcığıma.
“Haklısın karıcığım! Ama bir dinle…”
“Haklısın karıcığıymış! Beni ne doktorlar, ne avukatlar istediydi de varmadıydım. Onca kısmetimi seninle evlenip sürünmek için tepmişim meğer! Annem, bu devlet memuru, bakamaz sana, süründürür, dediydi de, dinlemediydim. Eşşek kafam benim! Aldığı maaşa bak! Bin altı yüz seksen beş lira yetmiş beş kuruş… Yedi yüz elli lira ver kiraya, kalır dokuz yüz otuz beş lira yetmiş beş kuruş… Üç yüz lira ver doğal gaza, kalır altı yüz otuz beş lira yetmiş beş kuruş… Yüz yirmi lira elektrik, otuz lira su, elli lira internet, kalır dört yüz otuz beş lira yetmiş beş kuruş… Onun da üç yüzü cigaraya, yüz otuz beşi dolmuşa derken kalır yetmiş beş kuruş. Koca bir ay yetmiş beş kuruşla mı geçineceğiz Hüdaver efendi? Yat kalk, anneciğimin dul maaşına dua et, yoksa acımızdan gebereceğiz!”
“Ama Hüdaver’ciğim, dinlesene bir…”
“Sus! Bana Hüdaver’ciğim falan deme! Maymun herif! Yüz kere söyledim sana… Hacer’in kocası kiloylan tütün alıyor dedim, onu sarıp içiyor dedim, içme şu uçlu cigarayı, pahalı, dedim…”
“Sen de içiyorsun, hem de yabancısını!”
“İçerim elbet! Benle sidik mi yarıştırıyorsun sen? Ben senin gibi ne idüğü belirsiz biri miyim? Köklü aile kızıyım ben! O odun kafana sok bunu… Odun kafalı herif! Odun gelmişsin, odun gideceksin... Allah belanı versin inşallah! Ahlaksız herif! Utanmaz herif! Bir malbuşu bile çok görüyorsun bana!"
“Estağfurullah karıcığım, lakin söyleyeceğim şeyi bir dinlesen…”
“Estağfurullahın batsın! Karnımda piçini taşıyorum bir de… Sen eşek gelmişsin, eşek gideceksin. Yeter artık! Ben seninle yapamayacağım. Yarın gidip aldıracağım piçini, çocuk mocuk yok sana! Neydi o kürtajcı herifin adı? Hani gazeteler yazdıydı, beş aylık hamile karıya kürtaj yaparken ölümüne sebep oldu diye. Her neyse işte, bileziğimi bozdurup ona gideceğim. Yarım saatte söker alır dölünü. Kim gittiyse memnun adamdan. Köşebaşındaki Azize karısı aldırdıydı bir çocuk da, eli pek hafif deyip sabah akşam Allah razı olsun diye anıyor adamı.”
“Çocuğuma elletmem, bilmiş ol!”
“Nasıl elletmeyecekmişsin bakayım? Sen işte olacaksın nasıl olsa, o arada gider, gelirim ben.”
“Savcılığa dilekçe veririm, rızam hilafında dört buçuk aylık çocuğuma kürtaj yaptıracakmış, mani olun diye…”
“Ver! Cumhurreisimiz ne dedi? Fetöcü olduğundan şüphelendiğiniz kocanız bile olsa ihbar edin dedi. Ver dilekçeyi de, ben de Fetullah denilen terörist başının bir iki kitabını bulup koyayım kitaplarının arasına, bu Fetöcüdür deyip ihbar edeyim seni. Hanyayı da, konyayı da görürsün o zaman. Sonra, ahhh ah, ne yaptım ben, diyerek kafanı duvardan duvara vurursun da iş işten geçmiş olur… Bok herif sen de! Bok yolundan gelmişsin, bok yoluna gideceksin... Ahmak herif! Geri zekalı! Allah belanı verir inşallah!”
“Tamam karıcığım, tamam, dilekçe filan vermem, sinirlenme sen. Sana söyleyeceğim şeyi duyduğun zaman, zaten kürtaj yapmayı hiç istemeyeceksindir.”
“Neymiş o, beni kürtaj olmaktan bile caydıracak kadar önemli olan şey?”
Çok şükür Allah’ıma, nihayet dinleyecek beni.
“Sana vereceğim çok önemli haber şu ki, ben…”
Odanın kapısı açılıyor, bir kaynanam eksikti ya, o da geliyor. Haliyle lafım da yarım kalıyor.
“Kızımı yine niye kızdırıyorsun Hüdaverdi?”
İsmimin Hüdaverdi diye telaffuz edilmesinden oldum bittim nefret ederim.
“Hüdaverdi değil efendim, Hüdaver!”
“Her ne boksa… Kızımı sabah akşam sinir et diye vermedim ben sana. Gül gibi kızımı zebilziyan ettin. Ah, kabahat sende değil, bende... Ben, eşek kafalı ben... Hem kızımı ziyan ettim, hem kendimi. Benim kızım gibi kızlar, şimdiki zamanda karaborsada... Alıncaya kadar yalvarıp yakarıp ayaklarıma kapandın. Onu dünyanın en mutlu karısı yapacağım diye diller döktün. Söylediğin her laf yalanmış meğer. Çarşının ortasında daire alacağım, orada oturtacağım dedin, getirdin bu kıyı mahallede oturttun. Yetmezmiş gibi, bir gecekondu kiralayıp oturtmaya kalkıştın da, zar zor bu apartman dairesini kiralattık. Fakir olduğuna göre adam olsaydın bari, lakin adam da değilsin. Damat olup da damat gibi bir adam olamadın. Kızımı verdiğime de vereceğime de pişman ettin beni. Ne avukatlar, doktorlar çaldıydı kapımı da yüzlerine kapadıydım kapıyı. Ne zorumuz var ki, senin kahrını çekelim? Bu isin sonu nereye varacaksa, varsın artık... Körpe kızımın vakti geçmeden, bir çaresine bakalım... Senin layığın, benim kızım olmaz, olsa olsa kendin gibi mıymıntının teki olur… Anladın mı Hüdaverdi efendi?”
Gerçekten sinirlerim bozuluyor bu defa:
“Bana bak, valide hanım! Benim adım Hüdaver, aynen kızının adı Hüdaver olduğu gibi,” diye çıkışıyorum. “Size vereceğim haberden sonra benimle yine Hüdaverdi deyip alay edecek misiniz bakalım?”
“Neymiş o haber?”
“Size vereceğim haber şu ki, ben sayısal lotoda altıyı tutturdum. İki milyon lira ikramiye kazandım. Geldiğimden beri onu demeye çalışıyorum size, ama dinlemiyorsunuz ki!”
Karımla kaynanam girdikleri şoktan kurtulana kadar birbirlerinin suratına baka kalıyorlar. Epey bir şaşkınlıktan sonra kendine ilk gelen kaynanam oluyor. Kızına:
“Hüdaver kızım! Hüdaver oğluma öfkeyle pek ağır mı konuştuk, ne? Pek haksızlık ettik galiba, baksana aslan gibi benim damadım.”
“Tabii aslan gibidir benim kocacığım. Öyle olmasa onunla bunca yıl evli kalır mıydım? Canım benim... Sen öyle sinirli iken söylediğim lâflara pek kulak asma... İkimiz de bir yastıkta kocayacağız elbet...” Kalkıp geldi, bir güzel sarılıp öptü beni.
Ona, “bana ne söylerseniz söyleyin, ama Hüdaverdi demeyin bir daha!” diyerek sitem ediyorum. “Adıma Hüdaverdi denilmesinden hiç hoşlanmıyorum.”
“Asla demeyiz kocacığım. Der miyiz kız anne?”
“Yok valla, asla ve kat’a demeyiz…”
YORUMLAR
cok güzel bir konuyu ele almışsınız gerçekten böyle bayanlarımız var onlarla o tip bayanlarla yaşamak zorunda kalan beylerimizede sabır dilerim ama istisnadır bu gibi bayanlar cok iyi olanlarda var yüreginize kaleminize emeginize saglık cok güzeldi hele anlatım bı okadar guzel kutlarım sızı degerlı hocam sayın kemal bey saygı sevgı dua ıle kalın saygılar
Kemnur
O kadar hakarete bir de ikramiyeye ortak mı edecekmiş o herif... Hüdaver değil bildiğin Hüdaveri işte:)
Üç hatunun , -ki biri eşim, biri ablam biri kızımdır- dırdırından ve kendi aralarında bünyemi bile isteye Suriyeye çevirmelerinden müzdaripken gidip ne kadar şans oyunu varsa oynayıp, hasbel kadar kuşun gelip taşıma değmesini de dileyerek sırra kadem basmak istiyorum harbiden... Ama nerde bende Hüdaver...di şansı. Benim adım Hüdaaldı olmalıydı...
Kemnur
Kemnur
Bayram bitti ama tebessümümüz sayenizde devam ediyor Hüdaverdi Bey :) Şaka, şaka... Nefis bir kurgu mizah yazısı okudum.. Ben de çok düşünmüşümdür, mesela şans oyunlarından büyük ikramiyeyi tutturmuş olsam, yollarıma serilecek kırmızı halıları geçtim, davul zurna da az gelir. Koynuma şöyle fıstığından da bir hatun sokarlar, sağ olsunlar beni çok düşünürler dermişim...
Allah düşürmesin böylelerini. İnsan anında intihar eder ağabey... Ne karıymış ya, düşman başına..
Beterin de beteri varmış, çok şükür, bin şükür halimize.
Cidden ayda 20 TL elektrik parası geliyorsa, garanti kaçak bir hat döşelidir :)
Neyse; şimdi ortalık kötü. Bir de elektrik kurumu anamızı dinimizi bellemesin.. Elektrikte demek ki büyük indirim olmuş, ben kaçırmışım havadisleri.
Mizahi yazılarınız bayram tadında yüzümüzü güldürmeye devam ediyor.. Etsin :)
Saygılar ağabeyime...
Kemnur
Yaşanmamış Aşkların Şairi
Kemnur
Kemnur
Kadının ettiği küfürler nedense beni de rahatlattı :))) arada bi öyle saydırmak fena olmaz aslında (ama birilerine değil bir duvara yahut bi deniz kıyısına)
Tebrik ediyorum çok güzeldi her zaman ki gibi döktürmüşsünüz Hocam
sağlıcakla kalın :)
Kemnur
"Kadını parasızlıkta erkeği paralandığında tanırsın" sözü de pek meşhurdur
İki milyon ikramiyeden sonra erkek Hüdaver'de bir değişim olur mu Allah bilir
Kemal Sunal rahmetlinin "Atla Gel Şaban" filmine de uzanmadım değil hani
Yüreğinize, emeğinize, kaleminize, kelamınıza bereket hocam
Güne gelen yazınızı kutlarım efendim
Nice bayramlara kavuşmanız dileklerimle
Saygı ve selamlarımla...
Kemnur
Hayat zindan olur be Hocam dırdır ile ki Allah böyle hanımları eksik etsin başımızdan kutlarım içtenlikle Kemal Hocam...
Kemnur
VallahiBu hikayede ben erkek olsam sonu farklı olurdu. Var böyle kadın da, var mı böylesi sabırlı erkek.
Kaleminize sağlık üstadım.
Kemnur
http://www.edebiyatdefteri.com/yazioku.asp?id=144604
OKUYUP YORUMLADIĞINIZ İÇİN ÇOK TEŞEKKÜR EDERİM. KURBAN BAYRAMINIZ MÜBAREK OLSUN... SELAMLAR
O nasıl bi dırdır.. Okumak bile yetti.. asıl erkek olan Hüdaver'e yazık olmuş,öyle biriyle evlendiği için.:)) Bu konunun benzerleri Türk sinemalarında da epey işlendi yanlış hatırlamıyorsam..
İnsanlar en çok paraya önem verir olmuş artık.O hakaretler,laflar 2 dk da yerini iltifatlara bırakıverdi..
Kemnur
http://www.edebiyatdefteri.com/yazioku.asp?id=144604
OKUYUP YORUMLADIĞINIZ İÇİN ÇOK TEŞEKKÜR EDERİM. KURBAN BAYRAMINIZ MÜBAREK OLSUN... SELAMLAR
Kemnur
http://www.edebiyatdefteri.com/yazioku.asp?id=144604
OKUYUP YORUMLADIĞINIZ İÇİN ÇOK TEŞEKKÜR EDERİM. KURBAN BAYRAMINIZ MÜBAREK OLSUN... SELAMLAR