- 852 Okunma
- 1 Yorum
- 0 Beğeni
O Pervasız Gülüş
O adamı bir edebiyat sitesinde gördüm. Tanımadığım bir yazarın sureti olarak... Kameraya gülümsüyordu pervasızca... Kamera arada yokmuşçasına gerideki dünyaya bakıyordu aslında. O bakışın ona sunduğu görünümün bir yansıması olarak o kıvrımı kondurmuştu dudaklarına... Aslında ağzından çok gözüyle, duruşuyla, bir bütün olarak gülüyordu daha çok. Nasıl bir süzgeçti bu, hangi parçalarını eliyordu karşısında uzanan o görüntünün? O gülüş öyle herkeste bulunacak türden bir cevap değildi dünyaya. O umursamayan, meydan okuyan tavır herkese nasip olmazdı.
O sanki karşısında kendi dışında bir dünya yokmuşçasına, ellerinin arasına alıp yoğurduğu bir hamur misali yön verebildiği bir uzantısı gibi bakıyordu gördüğü şey her neyse. Benim göremediğim neler görüyordu orada kimbilir...
Bir kapı vardı önümde şimdi mesela. Onun gibi bakabilseydim, böyle duraksar mıydım karşısında? Hiç sanmıyorum. Muhtemelen hemen açıp girerdim içeri, neyle karşılaşacağımı zerre umursamadan hem de. Karşıma çıkacak şey her ne olursa olsun yoğurduğum o hamura dair bir şey değil miydi sonuçta, onu ellerimde duyumsamayacak mıydım? Onca yaşanmışlık içinde ona da bir yer olacaktı mutlaka. Koca bir kalabalıktaki âşinâ yüzlerden biriymiş gibi başımla hafifçe selamlayıp yoluma devam edecektim. Tabii onun gözlerinden bakabilseydim olacaktı tüm bunlar.
Ama şu an için kendi gözlerimle yetinmek zorundaydım. Onlar da bana bir kapının önünde durduğumu söylüyorlardı. Ardında neler olabileceğine dair hiçbir fikrim yoktu. Diyelim karşılacaklarım, o ana dek hiç rastlamadığım türden, nasıl karşılık vereceğimi bilemeyeceğim şeyler olsun; o adamınki gibi geniş mi geniş, ferah bir tebessümle cevap veremez miydim ben de onlara? O gülüşün kucağında iyice bir yumuşatıp onları, dönüştüremez miydim?
Galiba ben fena halde bir şeyleri gözden kaçırıyordum. Yeni olan her şeyi benimle savaş hâlinde olan bir dünyanın yeni bir hamlesi olarak görüyordum belki. O adam ve onun gibiler için önlerine dikilen bir kapı muhtemelen, başka bir dünyaya adım atacakları bir eşik, yepyeni bir başlangıç anlamına gelirken; benim içinse aksine bir bitiş, adımlarımı geriye yöneltmememe neden olan derin bir uçurumdu.
Bir ilan vardı elimde, bu kapının önüne de onun için gelmiştim zaten. Sanki böyle kıpırtısız bekleyince, o tahta yüzey bir süre sonra saydamlaşıp içeriyi göstermeye başlayacakmış gibi beş dakikadır duruyordum olduğum yerde. Acil paraya ihtiyaç vardı, borçlar dağ gibi birikmişti. Yeni eşiklerden geçmem gerekliydi, yeni ufuklara yelken açmam...
Hayat beklemiyordu benim gibi, o pervasız gülüşü kondurmam için dudaklarıma. Arkadan iteliyordu apansız denize. Deniz dalgalıymış, süt limanmış en küçük fark gözetmeden "hadi yüz artık" diyordu.
Kapıyı açtığımda sekizinci dakikaya girmişti bekleyişim. Annem telefonla aramasaydı daha kaç sekiz dakika geçecekti kim bilir? "İlan için görüştün mü?" dedi beni ne kadar iyi tanıdığını kanıtlayan bir endişeyi giydirerek sesine. "Yoksa vaz mı geçtin oraya gitmekten?" diye soruyordu aslında bana.
"Şimdi tam da kapıdan girmek üzereydim anneciğim." dedim, gözlerimin önünde o yazarın gülümseyen yüzü... Dünyaya karşı takındığı o meydan okuyan ifade, o küçümseyiş rotasını değiştirmiş, bana yönelmişti şimdi. "Bu kapıdan asla giremeyeceksin!" diyordu sanki bana. "O yürek yok sende!"
Kapıyı açtım hemen... Ve ilk kez gireceğim bir kapıdan girdiğimde şimdiye dek hiç yapmadığım bir şey yaptım: Hiç duraksamadan yürümeye başladım yani.