Şampiyon
’Hapşşşşşuuu..!’ Günlerden cumartesi. Gece saat biri geçti. Şampiyon son parti biter bitmez kendini dışarı attı: ’üşüttüm mü ne?’
Cumartesi gününün son dört saatini "Dostlar Kavesi"nde geçirmişti. Gece ışıklarıyla yarı yarıya aydınlanan Oslo sokaklarında kasım ayının ayazı büzüştürüyordu eğlencecileri. Şampiyon birkaç sokak ileriye parkettiği Mecedes’ ine doğru yürümeye başladı. Yumurta topuklu ayakkabılarından çıkan tok ses nemli duvarlarda yankılanıyordu. Köprüyü geçtikten sonra, dere boyunca yürürken Dostlar’ a karşıdan baktı. Kayıt oyunu halen tüm canlılığıyla devam ediyordu.
Eller halen masalara doğru dikey ve kararlı reflekslerle kalkıp kalkıp iniyordu. Hem de durmadan çalıştırılan üretimhanenin makinaları iyice ısınmıştı. gece vardiyası yapılıyordu şimdi. Memlekette de bu üretimhanelerden bolca vardı. Orası sanki Türk erkeğiyle bütünleşmişti. Ülke orada kurtarılır, futbol maçlarının kritiği orada yapılırdı. Ara sıra ziyaret etmeden rahat edilemezdi.
Şampiyon uyuşmuş bacaklarını açmaya başladı. Adımlarını sıklaştırarak yürümeye devam etti. Şampiyon beyaz tenli, orta boylu, kumral saçlı, badem gözlü bir Anadolu delikanlısıydı. Lacivert-çubuklu takım elbisesi halis Ankara- Samanpazarı malıydı. Mercedes’ ine biner binmez kontağı çevirdi. Kasetçalar da otomatikman çalışmaya başladı: ’ Dert bende derman sende, aşk bende derman...’
Mercedes’ ini polis istasyonunun bulunduğu Grönland’ dan Oslo City alışveriş merkezine doğru yöneltti. Daha sonra sağa dönüp hızla Karl Johan caddesine doğru ilerledi. Kente yaklaşmak istiyordu. Cumartesi coşkusunu evindeki yalnızlığına az da olsa taşımak onu mutlu edecekti. Kaldırım boyunca çığlıklar atarak yürüyen Oslolular’ a gözleri takılmaktaydı. Bağzı kadınların giyisisi dar ve beyaz ya da çok açık ve dardı. Şampiyon onların resimlerini çekercesine bakıyordu. Solda meclisi geçtikten sonra ağır ağır seyretmeye başladı. Daha kraliyet sarayına varmadan iki kişi el kaldırdı. İkicirklendi birden, kibar görünümlü bir genç çift. Frene basarak sağa sinyal verdi ve serçe durdu.
- Bizi Röa’ ya bırakırsan sana yüz kron peşin.
- Oralar biraz karışık, umarım adresi bulacak kadar ayıksınızdır.
- Merak etme yolu tarif edeceğiz sana.
Erkek uzun boylu, sarışın, kıvırcık saçlı. Ceketi-kravatı düzgün; alkol ve gecenin neşelendirdiği bir delikanlıydı. Ön koltuğa oturup, başını sanki birşeyleri tastiklermiş gibi ön koltuğa eğerek aklınca Şampiyan’ a güvence verdi. Arkaya oturan kadın ise 27 yaşlarında ince uzun bacaklı, uzun sarı saçlı, mavi gözlü bir İskandinav güzeliydi. Siyah ve dar bir gece giyisisi vücudunu sımsıkı sarmıştı. Fileli- siyah çorapların altındaki bacakları ise son derece düzgündü. Arka koltuğa dokunan o parlak sarı saçlar sanki Şampiyon`un göğsündeydi ve durmadan okşuyor, ısıtıyordu. Şampiyon sola sinyal verip hareket eder etmez soru yağmuruna tutulmaya başlandı:
’Nerelisin?’, ’ Neden burada yaşıyorsun?’ Şampiyon duymazlıktan geliyordu. Radyoda arabaya binenlerin sevebileceği müziklerin çalındığı bir kanalı aramaktaydı. Ancak bundan hoşnut olmayan arka koltuktaki güzel kadın konuşmaya başladı: “Arabana bindiğimizde çalan o ilginç müziği neden susturdun?”
Şampiyon`un kadınlardan yana şansı gülmüyordu ki hiç. Çok istemesine rağman gönlüne göre birini, yani arka koltukta oturan o güzel avrat gibisini hiç bulamamıştı. Babası Almanya`dan Norveç`e taşınan bir sıhhi tesisatçıydı. Oğlunun memleketleri olan Ürgüp`ten bir <> kızla evlenmesini istemekteydi ama, Şampiyon`un gözü hep bunlardaydı. Şöyle uzun ince bacaklı, bembeyaz tenli, sarı saçlı, mavi gözlü, bir içim su dilberlerden bulabilse neler yapmazdı ki. Ona bir prenses gibi davranır, kayak yapmaya götürür, uzak bir dağ kulübesinin en büyük odasında yanan şöminenin önüne serilmiş postun üzerinde okşardı saçlarını. Sessizliğini bozmadan tekrar kaseti yerine ittikten sonra, sigarasını küllüğe koyup vitesi değiştirdi. Güzel kadın yılmıyordu:
’Nereli olduğunu söylemekten neden bu kadar çekiniyorsun?’ Şampiyon kırmızı ışıkta durup, vitesi boşa attıktan sonra arka koltuğa doğru çevirdiği aynada göz göze geldi genç kadınla. Kadınlara hep nazik konuşmuş, kibar davranmış, iyi niyetli olmuştu kadın kısmısına. Ama bu hiçbir olayı değiştirememişti. Kadınlardan yana kötü giden şansını döndürememişti. Son zamanlarda kendini yanlızca işine, kahvedeki kayıt oyununa ve bir kaç memleketli dostuna vermişti. Bir de televizyonda wrestling (Amerikan güreşi) adı verilen gösterileri sıkı takip etmekteydi.
Kayıt oyununda iki süpere as vurmuştu. O günden beri ona “Şampiyon”derdi herkes. Ürgüp`lü yaman Şampiyon. Mercedes`li, muharebe birliğinin havayi fişek bataryası, iki süpere as vuran Şampiyon. Delikanlı, yiğit Şampiyon.
Ne kadar güzel olursa olsun artık hiçbir kadına boyun eğmeyecekti. En son beraber olduğu Monica`dan da canı yanmıştı. Kadın nasıl bırakıp giderdi? Bu ne cesaret. Ondan daha sağlam delikanlıyı nederen bulacaktı? Neye güvenip gitmişti?.. Daha genç yaştan alışmışlar: <> (ilişkiye kolayca son vermeye). Korkulurdu bunlardan. Güzel ama can yakar. İki çocuktan sonra bile kapıya koyar erkeği hiç acımadan. Canı yananların sayısı belli değildi. İstatikler ağlıyordu. Şampiyon şanslıydı, çocuk edinmemişti Monica`dan. Artık saygısı yoktu ne yapacağı belli olmayan zırttapotlara:
’Kadınlardan korkuyorum artık’
Yüzü dışarıya dönük olan genç adam hafif gülümseyen yüzünü Şampiyona çevirdi ve kafasını öne arkaya temkinlice sallayarak derinden bir onay gönderdi. Genç kadının ise gözleri büyüdü. Tepkisini belli etmeden:
’Benim adım Katrine. Sen de adını söylesen ne olur sanki?’
Ön koltuktaki genç adam adının Roy olduğunu söyledi. Biraz sessizlikten sonra:
’Benim adım Şampiyon. Türk asıllıyım.’
Arabanın içinde yalnızca <> duyuluyordu. Katrine tek elini sürücü koltuğuna atarak:
- Ne var bunda? O kadar da zor mu bunu söylemek?
- Neden çok önemli? Alt tarafı ben sizi evinize götüren bir korsan taksiciyim şu anda.
- Senin gerçek adın Şampiyon olamaz, bu bir özel isim olmalı. Yoksa sporcu musun?
- Soru sormayı çok seviyorsunuz kibar bayan.
- Neden kadınlara karşı bu kadar nefret ve korku duyuyorsun?
- Yanıtlamak istemiyorum.
- Normalde ne işle uğraşıyorsun?
- Belki günün birinde, gündüz ve çok daha gerçekçi bir ortamda sıfır alkollü olarak
karşılaşabilirsek söylerim.
Katrine başını çevirdi ve pencereden dışarıya düşünceli gözlerle bakmaya başladı. Çetin cevizleri severdi aslında. Ama bu adam çok tersti. Belki de müslümandı. Müslümanlar hakkında çok olumsuz duyumları vardı. Bunlar kadını çok aşağı görürdü.
Bu sırada Röa`ya yaklaşmışlardı. Roy, Katrine`ya dönerek önce kendisini bırakmalarının daha uygun olacağını söyledi. Şampiyon`un bilmediği önemli bir konu vardı. Aynı semtte oturan ve çarşıda rastlantı sonucu karşılaşan bu iki genç yalnızca eve gidecekleri taksinin parasını bölüşmek için beraberdiler. Katrine önce bırakılmayı benimsemeyerek: ’Senin evin yolumuzun üstünde, ilk önce seni bırakalım arabada yanlız kalmaktan korkmuyorum, şoförümüz gayet terbiyeli bir bey’ dedi. Roy buna itiraz etmedi. Önünde iki büyük Amerikan arabasının park edilmiş olarak beklediği bir villaya yanaşıp, önüne küçük çakıl taşları serpilmiş bahçe kapısı önünde durdular. Roy ücretin yarısı olan elli kronu verdikten sonra indi.
Katrine şimdi istediği gibi konuşabilirdi. Şampiyon`un bir kadın tarafından aldatılmış veya terkedilmiş olduğundan kuşkusu yoktu. Şampiyon’ un üstüne üstlük çocuğu bile olabileceğini düşündü. Belki de nafaka parasını denkleştirmek için çalışıyordu korsan taksici olarak. Bu güneyli erkekler de ne kadar duygusaldı. Bir kadın tarafından terk edilmeyi gururlarına yediremezlerdi. Çocuk edindikleri bir kadının terkedip, hele hele başka bir erkeğe gitmesi ise çılgına çevirirdi onları. Çocuğunu kendi ülkesine kaçırmaya kalkan, hatta kaçıranlar da vardı. Neden böyle bir davranışta bulunuyolardı ki? Çocukları nasıl olsa bakılıyordu. Hem de en iyi şekilde. Hem çocuğa en iyi kadın bakabilirdi. Erkeklerin görme ve beraber olma hakları da vardı zaten. Belki de bu tutumları gururdan ibaretti güneylilerin. Ne var yani çocuksa çocuk.
- Çocuk edindiğin bir kadın seni terk mi etti?
- Hayır çocuğum yok ama kadına güvenemem artık.
- Neden?
- Gerçekten nedenini mi soruyorsun bana? Buna inanamıyorum.
- Çok olumsuzsun. Bak ben seninle bir arkadaş gibi konuşuyorum.
- Aman ne güzel, ne büyük incelik.
Katrine burun kıvırdı. Bu güneyli yanlızca ters olmaya çalışıyordu, içindeki iyi kişiliği saklıyordu ama neden? Konuşmamaya karar verdi. Ve camdan dışarı bakmaya başladı. Evine yaklaşmışlardı.
- Şu yola dön. Sağdaki park yeri.
- Burası mı?
- Evet.
Şampiyon, Katrine`nin gösterdiği yere yanaştı ve başını önüne eğerek bekledi. Katrine ise kararsızdı. Birden bire:
- Bana bir yarım saatliğine misafir olur musun?
- Neden?
- Konuşuruz.
- Benimle ne konuşacaksın?
- Problemlerini bana anlatırsın, kimse duymaz.
- Hayır, gelmek istemiyorum çünkü içtenliğine inanmıyorum.
Katrine gülümsemeye başladı:
- Hayır, sen bu kadar sert bir insan değilsin. Seni isteyerek davet ediyorum.
- Bana bir nedenden dolayı acıyorsun.
- Hayır acımıyorum.
- İnanmıyorum.
- Şimdi arabadan çıkıyorum ve seni bekliyorum.
Şampiyon kararsızdı, aslında tam istediği gelişmeler yaşanıyordu. Aşkıyla esir eden, yakan, düşlerinin kadını onu evine davet ediyor, bütün olumsuz konuşmalarına rağmen ısrar üstüne ısrar ediyordu. Oturduğu yerden kalkmadan, kafasını camdan dışarıya uzatarak, umutsuzca:
- Bütüm kalbinle mi?
- Evet. İstersen bir da davetiye yazayım.
- Peki, beş dakika geleceğim.
Şampiyon, arabasının pak ediliş konumunu daha iyi bir şekle getirdikten sonra sokak kapısında beklemekte olan Katarina`ya doğru yürümeye başladı. Burası dört katlı bir apartmandı. Katrine en üst katta oturuyordu. İçeri girdiler. Askıda ceket asacak yer yoktu. Bir çok çocuk giyisisi, yağmurluklar, manto vs. Antreden oturma odasına geçtiler. Şampiyon televizyonun karşısındaki iki kişilik, kırmızı koltuğa kuruldu. Katrine müzik setine bir compac disk koydu. Şampiyon`a sonsuza dek yabancı olacak ve öyle kalacak melodilerden biri doldurdu oturma odasını. Katrine sehpanın üzerinde duran şarap şişesini açtı.
- Şarap içer misin?
- Peki, bir bardak.
- Karnın aç mı?
- Hayır. Değil.
Aradan bir kaç bardak şarap geçerken konuşmalar yavaşladı. Katrine Şampiyon`un karşısında oturuyordu. Bu iki insanın yazgı senaryosu ve evreni, azda olsa birbirine yaklaşıyordu. Şampiyon`un gözleri duvarlarda, mobilyalarda ve pencere önündeki çiçeklerde dolaşıyordu. Daire son derece zevkli döşenmişti, ama burada yaşayan küçük bir çocuğun varlığı belliydi. Çünkü çocuk olan ev tam anlamıyla düzenli olamazdı. Düzensizlik mutlaka bir yerden patlak verirdi. Bu zevkli döşenmiş dairede de, koltuk altlarından taşan oyuncaklar ve mutfak masasındaki envai çeşit, yıkanmayı bekleyen miki fareli bardaklar, kap kacak bu gerçeğin basit kanıtlarıydı. Saatler ilerlemekteydi. Aradan bir kaç sıradan konuşma geçtikten sonra Katrine esneyerek yavaş yavaş uykusunun geldiğini gösterdi.
’Saat neredeyse üç buçuk, uyku zamanı yaklaşıyor. Sen istersen gidebilirsin. Ha şarap içtin araba kullanmaman gerekir, dur sana bir taksi çağırayım.’
Katrine telefona sarılarak, numaraları tuşlamaya başladı. Son numarayı tuşlamadan parmağı havada kaldı. Şampiyona dönerek: ’İstersen burada, oturduğun koltukta da yatabilirsin. Benim için bir sakıncası yok.’
Şampiyon yanıt vermedi. Yalnızca Katrine`nin gözlerine hafif bir gülümsemeyle bakmaktaydı. Katrine ise telefonu bırakarak: ’Ya da içerideki yatak odasında benimle uyursun. Bu da bir seçenek’ dedi. Bu tümceden sonra artık aralarında bir konuşma geçmedi. Katrine salondan görünen yatak odasına yürüdü. Kapıyı aralık bırakıp, bir iki adım attıktan sonra üzerindekileri çıkarmaya başladı. Salonun loş ışıkları yatak odasına kısmen girmekteydi. Arkası dönük olarak soyunan genç kadının pembe beyaz, diri vücudu karanlıkta tıpkı yağlı boya tablolardaki bereketi kadınların verici alımlığına büründü. Katrine bakmadan ve tek söz etmeden yatağa girdi. Şampiyon`un el parmaklarının araları terlemeye, nabzı pompa gibi atmaya başladı.İş ciddiye binmişti. Şampiyon`a iki seçenek kalmıştı; ya çık git, ya da gir çık.
Şampiyon bir iki dakika durakladıktan sonra, yatak odasına kararlı adımlarla girdi. Sık nefes alıyordu. Tek söz etmeden soyunduktan sonra dev yorganın altındaki Katrine`yi buldu. İki beden birbirine sanki yıllardır özlem duymuş gibi kenetlendi. Bedenlerin soğuk ve sıcak bölgeleri birbirine hızla yapışıp uyum gösterdi. Şampiyon Katrine’ ye şimşekler gibi çaktı, sağnak yağmurlar gibi yağdı. Yaklaşık bir saatlik mücadeleden sonra uyumaya koyuldular. Ertesi gün aralarında fazla bir konuşma geçmedi. Katrine yorgun görünüyordu. Şampiyon kendi telefon numarasını bırakıp çıktı.
Hoşuna gitmişti Katrine. Onu kedi düşünce evreninin isteklerine alıp götürmüştü. Onu ısıtmış, büyüsüyle çarpmıştı. Hemen aynı akşam ona geri dönüp beraber sinemaya gitmeyi teklif etmeyi düşündü. Ya da pazartesi günü öğleden sonra işten kaçamak Sognsvann gölü kenarında ve etrafındaki ağaçlı arazide el ele bir gezi. Ağaçlar arasında kovalamaca, kır çiçekleri. Birbirlerini daha iyi tanımak, ortam kurmak için işte. Ya da salı günü Drammen`de çilek toplamaya davet edebilirdi ama olmaz çilek sezonu geçti, olsun çilek bahçelerinde yürürüz.
Dur şampiyon ne yapıyorsun? Sen ağır delikanlısın. Bekle hele, elbet o seni arayacak. Çünkü seni ilk gördüğünden beri onun aklındasın. Arabada hep seni düşündü, sorular yöneltti. Seni yakışıklı da buluyor.
Şampiyon o pazar süperde fazla vakit kaybetmedi. Eli kağıda varmıyordu. Çayını hızlı içerek kahveden erken ayrıldı. Eve doğru yollandı. Ama cep telefonu bir türlü çalmıyordu. Ardından pazartesi, salı; tık yok. Belki de Katrine Şampiyon`un atak yapmasını bekliyordu. Öyle ya eve onu çağıran, bütün insiyatifleri ele alan Katrine değil miydi? “Kadın kısmısı nazlıdır. Sen erkeksin şimdi sıra sende. ’Atla git, demiri tavında döv”dedi kendi kendine.
Günlerden çarşamba oldu. Şampiyon`un telefonu gece gündüz açık bırakmasına rağmen bir kısa telefon dahi gelmedi Katrine`den. Şampiyon`un kafası karışmıştı. Müzikler artık hep arabesk türünden geliyordu aklına. Gitmek istemiyordu. En azından bir telefon edebilirdi Katrine. Ama aslında sıra kendisindeydi. Erkek olarak o hareket edecekti. Bu gerekliydi.
İki süpere as vuran Şampiyon. Ürgüp`lü yaman Şampiyon. Mercedes`li, muharebe birliğinin havayi fişek bataryası, iki süpere as. Delikanlı, yiğit Şampiyon.
’Kır zincirleri kır. Yeter artık yap şu işi, asla bırıkama ipin ucunu, git kapıya dayan. Ben geldim. Seni istedim de. Ne olacak sen zaten her hangi birisi değilsin ki Katrine için. Seni tanıyor, seviyor ve bekliyor, işte o kadar.’
Şampiyon bir sigara yaktı. Dolaptan temiz ve ütülü bir gömlek, ceket, çorap çıkarttı. Traş köpüğü, sıcak su, kolonya ve krem. Saçlarını limonla yatırıp kıyafetini giydi. Saat 18:30 olmuştu. Merdivenlerden hızla inerken apartmanın en seçkin kişisiydi. Aklına Katrine`ye bir şeyler götürmek geldi. Ama ne? Oslo caddelerinde lacivert Mercedes`i ile süzülürken aklına ona yiyecek birşeyler götürmek geldi. Evet en iyisi buydu. Pratik yemek pizza. Girdi Peppes`e. 1,5 litrelik Coca Cola ve bir aile boyu kıyma, mantar, tatlı biber ve ananaslı domuzsuz ’helal’ pizzayı alıp hızla çıktı. Arabasını Drammensveien’ den Bygdöy Alle`ye sürdü. Bu iki yanı dev ağaçlarla sıralı sosyete yolunu hızla geçip, Røa yolunu tuttu. Yapılması gerekenin en en doğrusunu yapıyordu. ’Ne bu be? Kraliçe misin? Geliyoruz işte. İstesen de istemesen de.’, ’Ben Şampiyonum, ben Tanrı yarattı demem...’
’Belki de Katrine bir duygusal plak koymuştur, mumların ışığında pencereden dışarı bakıyordur. Beni görür görmez merdivenleden hızla iner boynuma sarılır. Ben de kucağımda sanki bir bebeği taşıyormuş gibi alır yukarı taşırım avradı.’
Şampiyon park yerine girerken Mercedes küçük çakıl taşlarını çıtır çıtır eziyordu. Bulduğu bir boşluğa hızla park etti, el frenini sıkıca çekip çıktı arabadan. Apartmanın kapısı açıktı. Elinde pizza ve Coca Cola şişesi olduğu halde merdivenleri hızla tırmanıp zile bastı.
Aradan bir kaç saniye geçtikten sonra kapı aralandı ve Àampiyonun karşısına iri kıyım bir koca ( ya da sevgili ) çıktı. Evde ziyaret için bulunmadığı belliydi. Ayı`nın üzerinde bornoz vardı. Büyük ayıydı. Finlandiya`lı marangozların motorlu testereyle ağaçlara verdikleri ayı şekillerine benziyordu. Yanlız, ek olarak bunun omuzları çok geniş, yüzü şişkin hem de kemikli, kulakları küçük ve postu biraz daha seyrekti. Sinirlenirse eğer, söyleyeceği tek laf herhalde ’boynunu kırarım’ olurdu.
İkisi de göz göze bakakaldılar. Ayı hırlamıyordu Şampiyon bozuntuya vermedi. İnandırıcı bir sesle kendisinin evlere pizza servisi yapan bir firmadan geldiğini ve dairenin 8B`nin 4. katı ve bayan Thorbjørnsen`nin konutu olup olmadığını sordu? ne güzel de bir isim uydurmuştu saniyesinde, hem de hiç açık vermeden. Bu sırada Katrine kapıyı açan ayının ardında belirdi. Şampiyon`a hortlak görmüş gibi bakıyordu Katarina. Ayı adresin yanlış olduğunu söyledi. Onun için ceketli pantalonlu gelen pizzacı pek sürpriz değildi. O yabancıları kayak tesislerinde takım elbise ceketi ile, plajlarda montla ya da şalvar tespih kombinasyonu ile görmeye alışkındı. Bu yabancılar öyle bir civata sıkmak için bile iş tulumu giyen Norveç`li işçilere benzemezdi; Uyamazlardı, bir yerden mutlaka verirlerdi açığı.
Şampiyon “Unskyld”*(af edersiniz) deyip merdivenlerden inmeye başladı. Bu arada kapı da kapanmıştı. Şampiyon arabasını hızla çalıştırıp yola çıktı. Hafif hafif yağmur çiseliyordu Oslo`nun gümüş rengi göğünden. Şampiyon üstünden olayın şokunu yavaş yavaş atıyordu. Heyecan ve sinir karışımı düşünceler hızla azaldı. Halen sıcak olan pizzadan bir dilim aldı. Hem yiyip hem de gülmeye başladı. Pizza`nın dumanı arabanın camlarını buğulandırıyordu.
Cem Güneş
ISBN:975-8094-86-6