Doğu Cephesinde Yeni Bir Şey Yok
-Valla duydum diyom ağabey neye inanmıyon?
-Sus Salih sus diyorum!
-Ağabey bir haftadır her gece buralarda bişeyler dolanıyo. Bak aha buraya yazıyom, cinler var burda, şeytanlar var. Bizim Söke’de bi Deli İbram vardı. O deyiverdiydi bana, bana her gece geliyolar dediydi, gelmeden önce böyle kulağım çınlıyo dediydi. Benim de burda aynı öyle çınlıyo ağabey. Aha bu dağlarda bi uğursuzluk var.
-Ya Salih ne saf adamsın be oğlum. Rus Kolordusu geldi dayandı dibimize, Alman yardımı gelmeyecek, Avusturya güçleri çözüldü çözülecek. Sen hala bana cin şeytan diyorsun ya Allah aşkına.
-Ağabey bak aha bu Karpat dağları uğursuzmuş ezelden beri. Dün Macar bi oğlan söyledi. Ne işiniz var burda buralar uğursuz dedi. De bana abi hakkaten ne işimiz var bizim burda?
-Ya sıkacağım kafana şimdi yat uyu biraz. Nöbet sırası gelecek birazdan. Hem uyumuyorsun hem uyutmuyorsun deli herif. Kumandan Galiçya’da savaşacağız dediyse savaşacağız, o kadar. Şimdi dese ki Herkül Sütunlarına kadar gideceğiz, gideceğiz Salih bunun şusu busu var mı?
-Ora nere ağabey?
-Yat Salih delirtme beni!
-Ağabey kaçacam ben buralardan. Gece uyutmuyolar. Bi musallat olurlarsa bize Ruslar gözümüze melek görünür bak. Macar askerler kaç gündür huzursuz bak görmüyon mu? Onlar da duyuyo eminim. Gene birazdan başlayacak kulaklarım çınlamaya. Ondan sonra siperlerin arasında bişeyler dolanıyo ağabey. Bi şeyler fısıldıyolar anlayamıyom. Karabasan gibi çöküyolar herkesin üstüne. Fenalıkları dokunacak bak kaçalım burdan.
-Kaçalım da kaçak diye vurulalım değil mi Salih! A benim salak Salih’im, kaç kaçacaksan kendin ben uyuyorum.
...
Salih biraz saf bir çocuk olsa da yiğit bir askerdi. Cepheye geldiğimizden beri hiç bir şeyden gözünü sakındığını görmemiştim. Şimdi böyle saçma sapan şeylerden korkması beni üzüyordu. Azarlasam da, kızsam da bir haftadır her gece aynı muhabbeti yapıyordu. Aklını kaçıracak diye endişeleniyordum. Sabah Avusturyalı doktorlardan sakinleştirecek bir şeyler isteyip çorbasına atmalıyım diye düşünerek uyudum.
Sabah gürültülerle uyandım. Sıhhıyeciler birinin başına toplanmış, konuşuyorlardı. Yanlarına yaklaştığımda yüreğim sızladı. Yerde yatan Salih’ti. Elleri havada kaskatı kesilmii, gözleri faltaşı gibi açılmıştı.
-Ne olmuş Salih’ime?
-Donmuş gariban.
-Donmuş mu? Tamam eylül ayı geceleri soğuk oluyor. Ama donduracak kadar değil.
-Avusturyalılar da aynı kanıda.
-Allah allah?
...
Gece uyumakta zorlandım. Salih’in anlattıkları geliyordu devamlı aklıma. Haklı olabilir miydi çocuk? Hem o korkmuş yüz ifadesi. Hiç gözümün önünden gitmeyecek cinstendi. Ruslar yeterince canımı sıkarken bir de bu çıkmıştı şimdi.
Gecenin ilerleyen saatlerinde kulağım çınlamaya başladığında Salih’e bir küfür savurdum. Beni de delirtmişti işte sonunda. Çınlama gitgide arttı. Öyle ki yerimden fırlayıp çevreye bakınmaya başladım. Dağın eteklerinden süzülen bir bulut farkettim. Uzun bir süre ne olduğunu kestirmeye çalıştım. Süzülenin bir bulut olmadığını anladığımdaysa çok geçti.
...
-Sergei!!
-Komutanım?
-Kazak birliğini gün doğmadan Lemberg’e çek. Burası tam bir mezarlık.
-Ne olmuş olabilir efendim?
-Ahmaklar donmuşlar. Tanrı’nın Türklerin değil bizim yanımızda olduğuna apaçık bir delil bu. Bu durum askerlere moral verecek. Avusturyalılar kolay lokma.
-Efendim burada biri hala yaşıyor. Sorgulayalım mı?
-Bitir işini...
-...
-Sergei!!
-Evet efendim.
-Sen de duyuyor musun?
-Neyi efendim?
-Çınlamayı...
.