BİR RÜYA MIYDI ÇOCUKLUĞUM? 1. BÖLÜM -10-
MİNAREYE YILDIRIM DÜŞÜNCE
Vakit ikindiye yakındı ama güneşin feri iyice azalmış neredeyse hava kararmıştı. Sağanak başlamadan önce çok yakınımıza yıldırım kırbacı inmeye başlamıştı bile. Arkasından sert bir rüzgârın eşliğinde gelen yağmur damlaları dokunduğu toprak damdaki küçük çatlaklardan geçerek yapacağını yapmaya başlamıştı. Odalarda birkaç yere su damlamaya başlayınca helkeleri altına yerleştirdikten sonra, evde bulunan demir ve bakır türündeki metal eşyalardan teşt, balta, sacayağı ve kap kacak ne varsa hepsini avluya çıkarmaya başladı. Yakınlarımızda şimşek çakmaya başladığında bunu hep yapardı. İş tamamlandıktan sonra duvarın kuytu bir köşesine sığınıp korku içinde beklemeye başladık. Peş peşe düşen yıldırımlar sanki bitmeyecekmiş duygusu yaratıyordu.
O son düşen yıldırım sanki ensemize inmiş gibiydi. Bir an otomatik olarak kapattığımız gözlerimizi açtığımızda, Ayşe’nin ağzından “ Eyvah!! Çok yakınımızda bir yere düştü. Kim bilir kimlerin canı yandı” cümlesi dökülüverdi.
Yarım saat sonra sağanak bitmiş, çalıların arasında oluşan dereciklerden hızla aşağı akan suların şırıltısı duyuluyordu. Biz dışarıya çıkardığımız eşyaları içeri almaya uğraşırken mezarlığın dönemecinden iki büklüm gelmeye çalışan babamın siluetini fark ettim ve Ayşe’ye seslendim. “Anşaaaa, Baaak! Babam geliyor” Bu saatte gelmesine anlam veremeyen Ayşe bir sorun olduğunu anlamıştı ve koşarak yola indi ve babamın koluna girip eve gelmesine yardım etti. Babamın durumu hiç iyi görünmüyordu. Elbisesinin birçok yeri parçalanmış ve kan lekesinden adeta boyanmıştı. Ayşe O’nu hemen yatağına yatırdı ve yaralarını ılık suya batırılmış bezle pansuman yaptı. Babamın günler süren iniltisi hepimize batan bir iğne gibiydi. Ona yardım edemiyorduk. İlçede bir sağlık kuruşlu veya bir sağlık elmanı da yoktu. Ortam biraz yatışınca babam olayı anlattı. Kışla Bahçesinden sonra cadde üzerinde bulunan ortaokul binasından sonra üç tane dükkân yer almaktaydı. Sırasıyla Maraşlı Ökkeş’in dükkânı (pekmez, pestil, kuru üzüm gibi şeyler satılırdı) sonra Berber Ali’nin dükkânı ve üçüncü dükkân da levhasında ‘saat ve makine tamircisi’ yazan babamın dükkânıydı. Bu dükkânlar alelade yapılardı. Bunlardan sonra da cami minaresi ve cami sıralanıyordu. Yağmurun şiddetlendiği saatlerde babam bitişik komşusu Berber Ali’nin dükkânında ayakta sohbet ediyorlarken babamın kendi dükkânına geçmek için kapıya yönelmesiyle birlikte caminin minaresine yıldırım düşmüş. Minareden kopan onlarca iri taş üzeri çinko levhalarla kaplı çatıları parçalamak suretiyle dükkânlardan içeri düşmüş, bu taşlardan birkaçının isabet ettiği Berber Ali oracıkta vefat etmiş, vücuduna isabet eden daha küçük taşlardan dolayı her tarafı yaralanmış olan babamı Allah (cc) bizlere bağışlamıştı. Babam, minareye paratoner yaptırılması için ilgilileri defalarca uyarmasına rağmen bir sonuç alamamasına çok hayıflanıyordu.
Minare kazasından yaralı kurtulan babam ancak üç hafta sonra dükkânına gidip gelmeye başlamıştı. Beslenme yetersizliği yanında ilaç tedavisi yapılmadığından vücuttaki ezik bölgeler bir türlü iyileşmiyordu. Bir arkadaşı yaralara çok faydalı olduğu söylenen bir hayvanın etini yemesini, yağını ise yaralı yerlere sürmesini tavsiye etmiş ve bu hayvanı ancak civarda avcılığı ile ünlenmiş olan Gizir Ali’nin getirebileceğini söylemiş. Bunun üzerine babam bu hayvanı Gizir Ali’ye sipariş etmiş.
Birkaç gün sonra ikindi sonrası bir adam evimizin yan tarafındaki harman yerinde iki ayağı Faka(hayvan yakalamada kullanılan bir çeşit tuzak) kısılmış daha önce hiç görmediğim bir hayvan ile çıkageldi ve “Ustaaa! Ustaaa!” Diye seslendi. Ben babamın henüz gelmediğini söylediğimde; “Çabuk babana haber ver, Gizir Emmim dağ koyunu getirdi, seni bekliyor de” diyince, ben koşar adım dükkâna vardım ve babama “Baba Gizir Emmim dağ koyunu getirdi. Seni bekliyor” haberini verdim ve babamın misafir arkadaşı marangoz Ali Usta ile birlikte eve geldik. Gizir Ali hava kararmadan hayvanı kesip yüzdü ve ücretini alıp ayrıldı. Sonrasında ben uykuya dalmışım ancak bir taze et kokusu ile uyandım. Baktım ocaktaki sacın üzerinde et kavurması olmuş Babam, Ali Usta ve benden başka kimse sofraya yanaşmadı. Afiyetle karnımı doyurduktan sonra “Baba, bu dağ koyununun eti çok güzelmiş” deyince Ali Usta kıs kıs gülmeye başladı ve “Yeğenim o dağ koyunu değil Porsuk, Porsuk” demez mi? Benim biraz keyfim kaçmıştı ama gene de memnundum. Gerçekten o hayvanın eti ve yağı babama ilaç olmuş ve kısa zamanda yaralarından eser kalmamıştı. Ama evdekiler bana “Porsukçu” lakabını takmışlardı bile.
YORUMLAR
güzel eserinizi kutlarım efendim bizim köylerdede şifa için porsuk eti yenirmiş..ama ben hayatta yemedim...gül diyarından selamlar