Post-travma
(Kemnur hocamın İlhan Kemal hocama verdiği ilhamın bana verdiği ilhamla...)
Hane...
Ağustos sıcağı şehri kavururken, bardağını özenle dondurduğum biramı büyük bir keyifle yudumlayıp, televizyona bağladığım oyun istasyonunda oldukça zorlu bir oyun bölümü geçme çabası içerisindeydim. Yıllık iznimde seyahat edemediğimde tek meşgalem buydu. Berbat hayatımda herşeyi unutabildiğim tek yer bu küçük oyun kutusuydu. Telefonumun çalmasıyla söylene söylene oyunu durdurdum. Arayan nişanlımdı:
-Efem?
-Efem mi?
-Pardon, efendim canım?
-Oyun oynuyorsun değil mi? Telefonu açış şeklinden anlarım ne yaptığını...
-Eh heh hee...Anlayacaksın tabi tatlım.
-Tamam bırak şimdi oyunu falan. İzin alamamıştım ya hani, yarından itibaren alma ihtimalim var. Gel hemen plan yapalım.
-Biramı bitireyim.
-Hemen dedim, on beş dakika içinde caddenin başındaki pastanede ol.
Biram yarım kalmış, oyunumu bitirememiştim. Daha kötü ne olabilirdi?
...
Pastahane...
-Acaba Yunan adaları turu yapabilir miyiz? Uygun fiyatlı var mı bakmak lazım. Çeşme-Alaçatı da olabilir. Gerçi Kalkan’ı falan da merak ediyorum. Hadi sen de bir şey söyle.
-Pastanede buluşmak da nerden çıktı.
-Ben ne diyorum sen ne diyosun. Aklın hala oyunda mı kaldı?
-Hayır ama en azından merkeze gitseydik düzgün bir yere otursaydık, iki kadeh bir şey içseydik.
-Sonra otururuz, bak şimdi şu otel nasıl? Hmm yorumlar pek iç açıcı değil gibi. Peki bir kaç durak mı yapsak acaba? Allah’ım ne zaman bavul hazırlayacağım ben? Dinlemiyorsun yine!
-Dinliyorum hayatım. Sıcaktan bunaldım biraz. Sen iyisi mi eve git, masaüstü bilgisayarından daha ayrıntılı incele. Ben de gidip arabayı yıkamaya vereyim olmaz mı?
-Olur, tamam. Küçücük ekrandan bir şey anlaşılmıyor zaten. İşini bitirir bitirmez haber ver.
-Peki canım.
Kafamın ütülenmesinden daha kötü bir şey varsa o da pastane köşesinde bir randevuydu sanırım. Daha kötü bir şey olamazdı.
...
Hane...
Apartmanın önüne geldiğimde iki sivil polis Gülsüm ablayı çıkartıyorlardı. Şaşkınlıktan bir an duraksadıktan sonra polisin birinin kolunu tuttum:
-Hayırdır?
-Asıl sana hayırdır? Ne istiyorsun?
-Ben de size soracaktım? Nereye götürüyorsunuz?
-Sanane be adam attırma tepemin tasını. Terörist bu.
-Terörist mi? Ya bırak Allah’ını seversen bu bizim mahallenin ablası. Elli yıldır buranın sakini. Bir kediye pist demişliği yoktur.
-Mahallenin ablası demek. Alın bakalım bunu da bir dinleyelim.
-Saçmalamayın lan, işim gücüm var, çıkart şu kelepçeyi...
Pastaneye laf etmişken, kelepçelenip gözaltına alınmıştım. Daha kötüsü olamazdı.
...
Hastahane...
Apar topar bir sürü tanımadığım insanla birlikte karakola götürüldüm. Ters kelepçelenmiş ve oldukça hırpalanmıştım. Benimle birlikte burada bulunan herkes en az benim kadar şaşkın etrafa bakınıyorlardı. İfade sırası bana geldiğinde bilgisayar başında bir polisin yanına beni oturttular:
-Ad, soyad, adres, yaş, meslek...Evet demek Gülsüm denilen şahsın abla olduğunu itiraf ettin.
-Evet, bir itirafım daha var.
-Güzel, neymiş.
-Bizim Hüseyin’in de anneannesi olur kendisi. Hatta Mustafa abinin eşi, Zeynep hanımın annesi olur. Daha itiraf edeyim mi?
-Kes zırvayı, dalga mı geçiyorsun?
-Ben de onu soracaktım size.
-Gülsüm denilen şahısla nasıl bir bağlantın var?
-Arada bizim bağlantı gittiğinde Gülsüm ablanın torununun wireless’e bağlanırım.
-Alın bu salağı burdan!!!
Kontrol için hastaneye getirildiğimizde polislerden biri söylendi:
-Bir de bu vatan hainlerini hastaneye taşıyoruz.
-Vatan haini babandır. Daha gözaltındayız nereden biliyorsun çıkmayacağımı.
-Bok çıkarsın, dingil!
Kelepçelediği yetmedi bir de hakaretler... Daha kötüsünü düşünemiyorum.
...
Nezarethane...
Bu kokuşmuş odaya getirilinceye dek kafama vurula vurula aptala dönmüştüm. Öfkelenecek halim dahi kalmamıştı artık. Kendi kendime söyleniyor. Beni millete rezil eden polisin yaka kartındaki ismini unutmamak için sürekli tekrarlıyordum. Arada bir küfür savuruyor, tekrar sakinleşiyordum. Sonra karşımda oturan bembeyaz sakallı bir ihtiyar dikkatimi çekti. Beni izleyip sırıtıyordu. Sinirlensem de sesim fazla çıkmadı:
-Ne sırıtıyorsun bey amca?
-Hangi suçla geldin evlat?
-Ne bileyim ben, itin biriyle dalaştım. Bizim kırk yıllık nineye terörist deyince tepem attı. Sonra burdayım işte. Keşke karışmasaydım, keşke. Sanane be adam. Ama Gülsüm abla da terörist falan olamaz. Üşütmüş bunlar. Kadının yürümeye hali yok.
-Sakinleş biraz. Belli ki bir yanlış anlaşılma var. Ama sebep sonuç aramaktan vazgeç. Doğru bildiğini yapmışsın ve buradasın. Seni durduk yere buralara getirdiyse vardır Allah’ın bir planı.
-Allah’ın mı? Bırak bey amca ben o çarkına tükürdüğüm polis yüzünden buradayım.
-O sadece aracı.
-Haklısın, evet evet, bence de amiri asıl iş çeviren. Onu da sevmedim.
-Onu kastetmedim. Yaratıcı’dan bahsediyorum.
-Onu bunu bilmem, beni yakanın ismini aldım, sorarım ben ona.
Bu dar kokuşmuş delikten daha kötü bir yer olamaz diye düşündüm.
...
Gasilhane...
Tahta oturakların üzerinde sıkış tepiş bir gece geçirdikten sonra beni yukarı çıkartıp tekrar ifademi aldılar. Bu kez daha sakindim. Konuşmaya mecalim yoktu. Asık suratlı amir beni biraz dinledikten sonra yanındaki polise eğilip "Ne getirdiniz bu salağı buraya" diye fısıldadı. Duymuştum ama hafifçe gülümsemekten başka tepki veremedim. Salıverilme tutanağını imzaladıktan sonra saatimi, anahtarlarımı cüzdanımı ve telefonumu teslim alarak çıktım. O iğrenç odadan sonra dışarısı cennet gibi gelmişti. İnsanlara, ağaçlara, hayvanlara herşeye bakışım değişmişti. Telefonumu kontrol ettiğimde şarjının bitmiş olduğunu farkettim. Nişanlım merak etmiş olmalıydı. Hızlı adımlarla yürümeye başladım.
Şehrin merkezindeki sekiz yüz yıllık caminin avlusunu kestirme olarak kullanırdım genellikle. Tam geçerken birinin titrek sesle adımı seslendiğini duydum. Arkamı döndüğümde lise yıllarından arkadaşım olan Betül’ü gördüm.
-Betül, kusura bakma dalgındım biraz merhaba nasılsın, bu ne hal?
-Kardeşimi kaybettik...Bu sabah...
-İnanamıyorum, Tolga mı?
-Evet, uzun zamandır kanserdi. Tam düzeliyor derken gitti kardeşim.
-... Ne diyeceğimi bilemiyorum...Yapabileceğim bir şey var mı?
-Senden rica etsem gasilhanede hocaya yardım edebilir misin? Biliyorsun ailedeki tek erkek Tolga’ydı.
-Gasilhane mi?
-Bilirsin rahmetliyi yıkayacaklar son defa.
-E-evet...Peki bir gidip bakayım.
Gasilhaneye daha önce hiç girmemiştim. Beş on basamaklı merdivenden yerin altına doğru uzanan küçük bir odaydı burası. İçeri girdiğimde duyduğum koku tarif edilemeyecek türdendi. Gayri ihtiyarî öğürdüm. Kısa boylu, ince bıyıklı, belinde bir önlük, elinde de hortum olan şahıs bana doğru ters ters baktı:
-Sen de kimsin, tuvaletler arka tarafta.
-Ben...Iıı... Betül gönderdi, yardım edilecek bir şey var mı?
-Sen, ben yıkayıp temizlerken, kollarını ve bacaklarını kaldır. Nereye bakıyorsun öyle?
-Tolga, çok değişmiş. Bir deri bir kemik neredeyse.
-Böyle işte bu illet. Benim de kızım aynı dertten muzdarip. Takdir-i ilahi. Sen pek bir yorgun görünüyorsun.
-Önemli değil. Hemen halledelim.
Gerçekten cesedin belli yerlerine pamuk koyulduğunu orada gördüm. En çok da ağzına tıkıldığında kendimi çok kötü hissettim. Burası hayatımda gördüğüm en kötü yer olmalıydı.
...
Ebedî İstirahathane...
Gasilhanedeki işimiz bittikten sonra Betül mezarlığa da gelir misin diye sordu. Çaresiz "Evet, elbette" dedim. Cenaze namazı kılınırken tanımadığım birinden istediğim sigarayı içtim. Sonra trafikten men edilesi bir otobüse sıkış tepiş doluştuktan sonra mezarlığa gittik. Yorgunluğumun üzerine bu sıcakta, çeşitli kokularla çeşni olmuş bu otobüs sinirlerimi iyiden iyiye bozmuştu.
Cenazeyi arabadan indirirken en öndeydim. Çukura götürürken de öyle. Sanırım ölüyü yıkadığımdan, bu işlerden kendimi birinci derece sorumlu hissediyordum. En son çukurun dibine geldiğimizde ihtiyarın biri bana "Atla!" dedi. Bir kaç saniye yüzüne baktıktan sonra atladım. Evet işte burası, son duraktı. Ölümü hiç bu kadar yakın hissetmemiştim kendime. İliklerime kadar titredim. "Tut" dediler yukarıdan. Bir kişi daha yardıma indi. Tolga’yı yatırdık bundan sonraki istirahatgâhına. Sonra da bir an önce cesetten kurtulmak istercesine alelacele gömdüler.
Daha kötü bir yer olamaz diyecek oldum. Dilimi ısırdım.
...
İbadethane...
Mezarlıktan dönüşte trafikten men edilesi otobüs bizi aldığı yere, merkezdeki camiin yanına bıraktı. Herkes bir anda dağıldı. Sağıma soluma bakındım. Şu son yirmi dört saatte yaşadıklarımdan sonra duygularım karmakarışıktı. Şadırvana gidip küçüklükten hatırladığım kadarıyla abdest almaya çalıştım. Camiye girdiğimde içerisi bomboştu. Tüylerim diken dikendi. Hissettiğim korkuyla karışık bir mutluluk gibi bir şeydi. Diz çöküp bir süre kubbeyi izledim. Burada ne yapılacağını ya da ne denileceğini bilmiyordum.
"Daha iyi hissedemezdim" dedim, "Eğer beni duyuyorsan teşekkürler"
...
Misafirhane...
İki gün sonra nişanlımla Çeşme’de çalıştığım kurumun misafirhanesindeydik. Yaşadığım hiç bir şeyi anlatmamıştım ona. Ama ilk gördüğüm anda dakikalarca sarılıp öpmüştüm. Yine de tatilimizi iki gün geciktirdiğim için bana bozuk çalıyordu. Bir de beş yıldızlı otel yerine misafirhanede yer ayarladığımı duyduğunda tavırlar, tafralar had safhaya varmıştı. Ama umrumda değildi. Onun yanında mutluydum. Sinir krizlerini büyük bir aşkla izliyor, gülümsüyordum. Bize gösterilen odaya girdiğimizde sonunda patladı:
"Offf, hayatımda gördüğüm en kötü yer!!! Daha kötüsü olamaz!!!"
Bir anda ciddileştim. Elimle ağzını kapatarak "Sakın" dedim. "O cümleyi kullanmadan önce iki kez düşün!"
.
YORUMLAR
grafspee
Benim şartlarımda en kötüsü 'ötekileştirilmek'... Adama benim mantığım böyle çalışıyor demeye kalkışıyorum, ana avrat küfür etmekle tatmin oluyor...İlham kaynağımız ne Ali, ne Veli; olaylar yaşatıyor ilhamı... Hayatımızda girip çıktığımız birbirinden beter kötü durumlar karşısında bol bol hayıflanmayı iyi beceriyoruz, lakin yaptığımız tek şey tv karşısında çekirdek çıtlamak, oysa pompalı tüfeğimizi yanımıza alıp terörist avına çıkmamız gerek (!) Emeğinize bereket. Saygılar
grafspee
grafspee
Uyumsuz_PenGuen
Uyumsuz_PenGuen
öykü kurmaca muhtemelen işallah öyledir başına böyle şeyler gelsin istemem.
ama biliyorum ki başına böyle şeyler gelenler var 10 20 gün ifade dahi olmadan bekleyip sonra salınanlar niye 2009 yılında köpocuların yemeğine gitmiş adam.
yok dershaneye vermiş oğlunu kızını :)
gelemiyorum bile insanlar birbirlerini artık seni köpocu diye tehtit ederim diye dalga geçiyor.
devlet dairesinde işi hızlansın diye isim veren var.
arkanı dönüyorsun köpocu peşinden koşan adamlar hergün yiten canlara bişey demiyorum onu geçtim dünyada ilklerden biri olarak sivile general rütbesi veriyoruz.
bence tepeden bi yerden afyon gazı falan sıktılar ülkeye :D
birazdan sana hain vb diyeceklerde gelir
grafspee
köpekbalığı karikatürünü sen de gördün herhalde :))