- 587 Okunma
- 0 Yorum
- 1 Beğeni
Dokunabileceğin Bir Dünya
Biliyorum, yine anlamadığımı düşünüyor onu. Geçiştirdiğimi anlattıklarını, birkaç saniye anlar gibi olsam da kendime yenilip onu önceki yerine gönderdiğimi… “Hep ben olmalıyım merkezde!” diyen o tarafıma anlatamadığımı “Bu kız gerçekten görülmeye ihtiyaç duyuyor. O yüzden her zamanki o yeri birkaç saatliğine veremez misin ona?” diye…
Hayır, mümkün değil o parçamın oradan kalkması… Hâlâ bir çocuk… Hâlâ çok önemli en ortada, en görünen yerde olması… Bilmiyor, geriye çekilebilmeyi en fazla görünenler becerir. Konumsal bir yer değiştirme söz konusu olsa da onlar hep ortada kalmaya devam ederler çünkü. Gittikleri her yere ışıklarını da götürüp en çok orayı göstererek…
Ben demek ki bu kadar sağlam bir yer edinememişim. Onu bu yüzden görmüyorum. Aklım hâlâ bu dünyadaki yerimde… Zaten onun da meselesi bu değil mi aslında?.. Ve herkesin… Tüm bu şikayetler, sitemler olmak istediği o noktadan çok uzağa çekmek istedikleri için değil mi kendisini?
Mesela gözlerinden ışıklar saçarak bir şey söylüyor annesine. Bir fikir… Birden patlayan bir tomurcuk… Toprağın kokusunu duyar gibi oluyor ondan söz ederken. O denli bir yenileniş parıltısı yüzünde… Ama anne “Olmaz.” diyor bir an bile üzerine düşünmeye gerek görmeden… “Çok saçma!”
Hain bir fırtına olup savuruyor tomurcuğu dalıyla birlikte. Kökünden kopmuş, suyundan, toprağından mahrum kalakalıyor tomurcuk. Işıklar sönüyor teker teker. Karanlığa boğuluyor gözleri.
Tamam, şimdi anladı onu gerçekten dinlediğimi. En azından son birkaç dakikadır sözcüklerinin yankılarını bulabiliyor yüzümde. Bir teşekkür gönderiyor gözleriyle ve sesi daha güçlenerek kafasındaki geleceği aktarmaya devam ediyor bana. “Daha iyi hissedeceğim.” diyor bir parantez açıp. Ve devam ediyor şimdi yaşadığı gri tonlardaki dünyayı pembelere, mavilere boyayacak rötuşlar atmaya tablosuna. “Hem iyi bir deneyim olur benim için.”
Uzaklaşmak için bulduğu formülü yumuşacık, pembemsi bir kılıfın içine sokmaya çalışarak aslında kaçmak istemekte ne kadar haklı olduğunu anlatıyor bana. İçindeyken en küçük bir dokunuşta bulunamadığı katılıkları oldukları haliyle bırakmayı öğrenmiş, daha dokunulabilir, daha kendinin de yön verebildiği gerçeklerle dolu bir yere gitmek istemesi o kadar doğal ki!
O adama ‘baba’ dememeye karar verdiği o günden başlamıştı zihninde bir gelecek kurmaya belki de. Henüz küçük bir kızken annesi bir gün önüne bir yabancıyı çıkarıp “Artık baban o!” dediği anda… “Hayır, bu kadın annem olamaz!” demişti. Gerçekten babası olan birine bambaşka birini babası olarak kabul etmesini bırak bir anne, insanım diyen kimse söyleyemezdi çünkü.
Peki babası ne alemdeydi o sırada? Kendinden en az yirmi yaş küçük o çıtırla dünyanın hangi cennet köşesine yelken açmış, taze nefeslerle dolduruyordu dünyasını?! Hiç değilse o yılışık kıza ‘anne’ demesini beklememişti ondan. İnsan olmaya bir adım daha yakındı annesinden. Ama daha fazla değil…
“Bana sorarsan kötü bir fikir değil. Hem anneannen için de iyi olur. Ona can yoldaşı olur, sağlığını ihmal etmesine izin vermezsin.”
Yeğenim beni her zaman hayran bırakan zekasıyla gözlerimdeki parıltının kökenini çözmekte gecikmedi ve “Hadi çıkar ağzından baklayı teyze…” dedi muzip bir gülüşle. “ ‘Hem böylece gece gece sokaklara çıkmaz, çünkü evde seni bekleyen yaşlı bir kadın olduğunu hatırlar, yüreğini ağzına getirmek istemezsin. Böylece ben de senin güvende olduğunu bilir, geceleri bir genç kızı bekleyen onca tehlikeyi hiç aklıma getirmeden, mışıl mışıl uyuyabilirim.’ Bunu demek istiyorsun aslında, değil mi?”
Yüzündeki sevecen ifadeden aldığım destekle doğruyu söylemekte sakınca görmedim ve “evet” dedim ona. Bu dünyada gerçekten değer verdiği iki insandan biri olarak söyledim bunu. Anneannesinden sonra yeri ikinci sırada gelen kalbinde… Yüreğini ağzına getirmekten korkacak kadar sevdiği…
YORUMLAR
Henüz yorum yapılmamış.