- 547 Okunma
- 2 Yorum
- 0 Beğeni
-SAĞ KULVARDA GİDERKEN SOLLAMAK MİSALİ-
Kapitalist sistem liberalizmi ve demokrasisi kadar sömürgeci ve ırkçı yükselişleriyle de bizleri karşılar. Sular bir vakit çekilir, kıyıları basar kimi. Med cezir manzaraları sunar hani. Müşkül şu ki, hangi oranda çekilirse o ölçüde muhteşem olur dönüşü. Bu dengesizlik hali dünyanın dört bir yanında etki tepki mekanizmalarını işletir. Sistem karşıtı marjinal akımlarda türlü biçimde ağırlığını duyurur. Farklı kültürlerde meydana gelenler bizim dışımızda fakat bir o kadar da insana ait durumlardır. Oysa kendi özbenliğine gömülü insanoğlu bu durumu kavramakta zorlukta çekebilir.
Alışkanlıklarımıza ters düşen oluşumların ardındaki zemini yabana atmamak gerektiğini düşünürüm. Eleştirirken olumsuzlamak, yok saymak bir yanılgıdır. Patilerimizi göstermeden önce empati kurabilmeliyiz de. Hadiselerin hangi iklim kuşağına ait olduğunu göz ardı etmemeliyiz. Mesela, Muson rüzgârları ve yağmurları Hint okyanusuna aittir. Ya da Pasifik okyanusunun tayfun ve kasırgaları kimi ülkeleri derinden etkiler. O bölgelerde yaşayan toplumların hayat anlayışlarını bile belirleyebilir. Oysa bizim ülkemize, coğrafyamıza ait durumlar değildir. Dehşetli bir fırtına haberiyle beraber şehirlerin boşaltıldığı bir dünyadan söz ediyorum. Ancak televizyonda seyrettiğimiz, gazetelerde okuduğumuz.
Bunun gibi 1960’lı yılların batı dünyasından kaynağını alan siyasal toplumsal dalgalanmalar vardır. Kanımca bize yansıması biraz daha yapay, taklidi bir o kadar da provokatif görünüm arz eder. Ne ki, teknoloji etkisiyle birlikte modern dünya oldukça küçülmüş bir dünyadır da. Kapalı toplum olmak, olabilmek oldukça zordur. Farklı coğrafyaların, kültürlerin, siyasi yapılanmaların izdüşümlerini taşıyan kavramlar ve politik kişilikler yer kürenin dört bir yanında yankılanmaktadır. Efendim! Kendi toplumunu da kasıp kavurmuş anarşist bir kişilik gençlik lideri veya karizmatik bir şahsiyet diye lanse edildi söyleminin kolaycılığı zihinlerimizi uyuşturabilir de.
Son günlerde kendisine yöneltilen negatif bir eleştiriyle gündeme geldiğini düşündüğüm bu tarz bir isimde Ernesto Cheguevara olmaktadır.
“Gerçekçi ol, imkânsızı iste” 1960’lı yıllara ve Cheguevara’ya ait bir söylemdir. "İnsan, âlemde hayâl ettiği müddetçe yaşar." dizesinin hükmü gibi midir? Gerçektende hayal etmeksizin büyük hedeflere ulaşmak mümkün değildir. Bir yönüyle de hayatın paradoksal yapısını önümüze koyar.
Gençliğinde bir motosikletle Güney Amerika coğrafyasını boydan boya gezen Che hayatı boyunca bürokrasiye asla teslim etmediği bir ruha ve yaşam perspektifine sahiptir. Castro’nun Küba devrimi sonrasında ona bakanlık vermesine karşın devrimi tüm Latin Amerika’ya yaymak gayesiyle Bolivya’da mücadele ederken ölmesi, öldürülmesi bahsi kuşkusuz bir devrin şehir efsanelerinden değildir. 1980’li yıllarda kendisiyle yapılan bir söyleşide İran İslam Devrimine inandığını belirten Cezayirli lider Ahmet Bin Bella’nın hayatı boyunca kendisini en çok etkileyen insanlar arasında Che’nin ismine de yer vermesi dikkat çekicidir.
Kabul etmek gerekirki o yılların öyle bir romantizmi ve büyüsü vardır. Pink Floyd’un müziğiyle de yankılanan aksiyoner ve hatta reaksiyoner duygulardan söz ediyorum. Ya da ünlü Fransız romancı Jean Paul Sartre kendisine sunulan Nobel ödülünü reddederken “"Bu ödül yapıtlarımın bütünlüğünü bozacak ve beni bir kurum yapacak.” Demez mi?
1960’ların bu eğilimini salt devrimci ideolojik politik jargonla da ölçmemek gerekir. Vaktiyle rast geldiğim bir bahis de dikkate değer. 1960’lar da, solcu Sartre’ın öğrenci hareketlerini desteklerken polis tarafından tutuklandığı sağcı-muhafazakâr Cumhurbaşkanı De Gaulle’e haber verilir. Ne ki, De Gaulle kızgınlıkla bağırır ve “Mösyö Sartre Fransa demektir, onu derhal serbest bırakın” emrini verir. O Sartre ki, ülkesi Fransa’ya karşı Cezayir bağımsızlık savaşımını destekler. Takdir edersiniz ki; Cezayir’i destekleyen bir Fransız yazarı buradan bakıldığında kulağa hoş gelir. Ülkesinde ise bir yazar ve sanatçıya hangi sıkıntıları çektirir acep? Fakat De Gaulle bu eşiği aşabiliyor. Fransa’yı tüm dünyada taşıyacak temel unsurun siyaset değil sanat edebiyat olduğunun farkında olmalıdır.
Peki ya şu örneğe ne denir? 1968 Mexico City Olimpiyatları Olimpiyat tarihinin en renkli olimpiyatlarının belki de başında gelir. Siyah atletlerin madalyaları ve inanılmaz rekorlar bu durumu tesis eden önemli bir faktördürde politik bir ögeyi de yabana atmayın derim. Evet, iki siyah atlet John Carlos ve Tommie Smith’in madalya töreninde ırkçılığı boykot eden siyah yumruk selamları öne çıkan bir figürdür. Daha da ilginci 200 metre finalinde gümüş madalyayı kazanan Avustralyalı beyaz atlet Peter Norman’da bu iki atletin boykotuna destek vermez mi?
Siyah atlet John Carlos madalya töreni öncesinde Peter Norman’a sorar. İnsan haklarına inanıyor musun? Beriki elbette der. Pek ala Tanrı’ya inanıyor musun şeklinde sorduğunda Norman tabii ki diyince Carlos maksatlarını açıklar ve desteklemek isteyip istemeyeceğini sorar. Avustralya’lı beyaz atlet kabul eder. O da göğsüne taktığı bir insan hakları kokartıyla protestoya iştirak eder. Ve maalesef ülkesine döndükten sonra atletizm kariyeri biter, bitirilir. Tıpkı Carlos ve Smith’in Amerika’da aldıkları tepkiler ve yaşadıkları misalidir. Ne var ki, yıllar sonra Peter Norman ülkesinde hayatını kaybettiğinde cenaze törenine dünyanın öbür ucundan John Carlos ve Tommie Smith’in de katılıp tabutu omuzlarında taşımalarına evet bu tabloya ne denir?
Hiç kuşku yok ki, hadisenin iki siyah ve bir beyaz sporcunun boykotlarıyla sınırlı olmayan dönemin köşe başı olaylarıyla bütünleşen bir yanı da vardır. 1960’lar da ABD üzerinden ele alınacak bir suikastler zinciri de bizleri karşılar. Siyah rahip Martin Luther King’in “I have a dream- Bir Hayalim Var” başlıklı konuşmasını yaptığı ve umutları yeşerttiği günleri müteakip öldürülmesiyle beraber “Zulüm kısmak istediği sesi nara yapar ve bazı ölüler yaşayanlardan yüksek sesle konuşur” diyen siyah Müslüman lider Malcolm X’in de bir suikaste kurban gitmesi akla gelebilir. Yine aynı yıllarda “Bir adam ölebilir, milletler kurulur veya çökebilir; Ama fikirler her zaman yaşar.” diyen Başkan Kennedy ile kardeşi Robert Kennedy’nin de öldürülmeleri sistem karşısında makas değiştirmek istemeyen insanların karşılaştıkları durumlardan yalnızca bir kaçı değil midir? Tüm yaşananlar, emperyalizm ve ırkçılık aleyhtarlığının yoğunlaştığı ve sistemi kırılma noktasına getirdiği bir devrin anıları ve acılarıdır elbette.
Peki ya bugünün dünyası ile gençliği, aydınları ve toplumsal kesimleri ne âlemdedir. Tüketim çılgınlığının tavan yaptığı, ideolojik söylemlerin bir zihin cimnastiğinin, beyin fırtınasının, mısır patlamasının ötesine geçmediği; pragmatik, köşe dönmeci, kapkaççı bir jargonun prim yaptığı anlı şanlı günümüz, bir devrin meşhurlarından “Show Tv başka bir âlem!” repliğini hatırlatmaz mı acep?
L.T.
YORUMLAR
Eğer yanılmıyorsam protesto sahnesinin vurgusu arttıran siyah eldiven giyme fikri Norman'dan gelir. Ellerinde sadece bir çift olduğu için atletlerin bir sağ, diğeri sol eldiveni takmak zorunda kalır. Saygılarımla.
levent taner
Katılım ve katkınız dolayısıyla şükran duydum
Saygı ve selamlarımla...
levent taner
Sartre'nin Nobeli ve para ödülünü almaması hususunda yaptığı gerekçelendirme metninde muhtelif ögeler vardır
Özünde müesseseleşmek istememesi bahsi dikkatimi çekiyor
Zaman zaman ideolojik-felsefi eksende tükenişteydi böyle bir edebi şovla yeni bir çıkış aradı türü yorumlarada rastlamıyor değilim
Ne ki, asıl olan elimizdeki metin
Nihayet hocam
Katılımınız dolayısıyla şükran duydum
Saygı ve selamlarımla...