- 510 Okunma
- 0 Yorum
- 0 Beğeni
ULUSAL BİRLİĞİMİZ NASIL BOZULDU ?
DEĞERLİ ARKADAŞLARIM, ÜLKEMİZİN BUGÜNKÜ DURUMA NASIL GELDİĞİNİ KAVRAYABİLMEK İÇİN; BİRAZ ZAMAN AYIRIP, BU YAZIMI OKUMANIZI ÖNERİYORUM.
İÇTEN SEVGİ VE SAYGILARIMLA...
ULUSAL BİRLİĞMİZ NASIL BOZULDU
Dr. Sadık Özen
Fetocu terör örgütünün yarattığı büyük olumsuzluklar nedeniyle ülkemiz ve ulusumuz şu günlerde büyük sıkıntılara maruz kalmıştır. Bu nedenle, ulusal birliğin oluşturulmasına her zamankinden daha fazla gereksinim vardır. Bu sağlanabilir mi sorusuna yanıt olmak üzere konuyla ilgili görüşlerimi paylaşmaya çalışacağım. Ancak önce ulusal birliğimizin nasıl bozulduğu hakkındaki bilgi ve görüşlerimi paylaşmam gerektiğini düşünüyorum.
Aslında konu sadece bu dönemin ve bu günlerin değil, en az elli yıldan beri ülkemizin en önemli sorunudur. Yakın tarihimizi kısaca gözden geçirdiğimizde; ulusal birliğimizi bozmak için başlatılan olumsuzlukların, emperyalist devletlerin yurt içi ve yurt dışındaki düşmanlarımızı kışkırtmalarıyla Kurtuluş Savaşımız ile birlikte başlatıldığı görülür.. Cumhuriyetimizin ilanına kadar geçen sürede tam 31 tane iç isyan çıkarılmış ve bu isyanlar devletimizin ve kahraman ordumuzun gücü ile bastırılmıştır. Tabii en büyük gücümüz, başımızda dünyanın en büyük lideri Mustafa Kemal Atatürk gibi bir liderin oluşundan gelir.
İsyancıların kin ve intikam duyguları, içten içe Büyük Atatürk’ün ölümüne kadar sinsice sürdürülmüş ve cumhuriyetimizi yıkmak için yeni fırsatlar aranmıştır. Bunun nedeni; hilafetin kaldırılması ve ülkemizi çağdaş bir rejime kavuşturan Demokratik- Laik bağımsız bir cumhuriyetin kurulmasıdır.
Karşı çıkanlar; Atatürk ve arkadaşlarına duydukları düşmanlıkla, emperyalistlere taşeronluk yapan yobaz takımıdır. Amaçları cumhuriyeti yıkmak ve hilafeti geri getirmekti. Bunlar din sömürüsünü araç olarak kullandılar. Oysa batı terbiyesi almış hanedan mensupları bile büyük bir erdemlilik göstererek ülkelerindeki çağdaş gelişimleri kabullenmişlerdi.
Büyük Atatürk’ü kaybettiğimiz 10 Kasım’dan itibaren bütün şer güçler yeni hamleler yapmaya kalkışmışlardı. İslamiyet dinine samimiyetle bağlı; temiz, saf duygulu dindar vatandaşlarımız, sürekli olarak “Din elden gidiyor” sloganlarıyla kandırılmışlardır.
İsmet İnönü’yü Türkçe ezan okutmakla ve camileri ahıra çevirme yalanlarıyla itham eden din sömürücüleri, 1939 yılında bastırılan Dersim isyanını gizliden gizliye 1948 yılına kadar sürdürmüşlerdir. Bunların arkasında; bölücülere para ve silah desteğinde bulunan, başta ABD olmak üzere çok sayıda emperyalist devlet vardır.
1950 seçimlerinin en önemli aracı yine din sömürüsü olmuş, seçimin kazanılmasından itibaren, seçmenlere verilen sözlerin yerine getirilebilmesi için din ağırlıklı bir politika başlatılmıştır. Bu siyaset tarzı, ne yazık ki 1950’lerden, yani çok partili sisteme geçildikten sonraki dönemde kurulan bütün sağ görüşlü partilerin, yapılan seçimlerde en büyük propaganda malzemesi olmuştur.
Bu dönemde, Nato Teşkilatı askeri üslerimizi kontrol altına alırken, CİA ve MOSAD ajanları ve “Barış Gönüllüleri” yurdumuzun dört bir tarafına yayılarak yaptıkları menfi propagandalarla milli birliğimizi bozmayı hedef edinmişler ve ne yazık ki bunda başarılı olmuşlardır. Daha sonra AB’nin kurulmasıyla; yabancılar, ekonomik güçlerini de kullanarak, ülkemiz siyaseti üzerinde doğrudan ve daha etkin hale gelme çabasına girmişlerdir. Ne yazık ki, politikacılarımız, o yıllardan başlayarak; ya gerçekleri iyi görememiş, nasıl kandırıldıklarının farkına varamamış, ya da oynanan oyunlara siyasi ihtirasları uğruna göz yummuşlardır.
Öğrenciliğimin son yılları ve ilk hekimlik dönemindeki görevim sırasında; yönetimce desteklenen Barış Gönüllüleri’nin çalışmalarını yakından izleme fırsatım oldu. Sağlıktan eğitime kadar, her konuda halka yardımda bulunma ve şirin görünme politikalarıyla toplumun büyük ölçüde beğenisini kazanıyorlardı. Hedef kitleleri; başta köy muhtarları, öğretmenler, sağlık görevlileri ve imamlardı. Öğrencilere kalem- defter, bebeklere süttozu, çocuklara oyuncaklar ve küçük armağanlar dağıtarak Türk ailelerinin içlerine kadar girdiler.
Bugünkü Fetocular’ın taktikleri ile Barış Gönüllülerinin çalışma tarzları aynı olmuştur. Bunlar gizli emellerini saklayarak, yaptıklarıyla etraflarında büyük bir sevgi çemberi oluşturmuşlardı. Bundan yararlanarak halkımızın beyinlerini yıkadılar, geleneksel aile yapımızı ve ulusal birliğimizi bozan fikir ve eylemler ithal ettiler ülkemize. Bunu fark edebilen idealistlerin sayıları çok azdı. Ne yazık ki, bu gün olduğu gibi o günlerde de, insanlara işin iç yüzünü anlatabilmek çok zordu. Halkımızın bilinçsizliği ve iyi niyeti yapısı bu şer takımının işlerini kolaylaştırıyordu. Böylece, alt yapıyı iyice oluşturduktan sonra sıra terör döneminin başlatılmasına gelmişti.
Emperyalist devletler keselerinin ağzını iyice açtılar; bağımsızlık mücadelesi adı altında faaliyet gösteren ve kendileri tarafından eğitilmiş Filistinli, Arap ve İsrailli terör gruplarını devreye soktular. Ülkemizdeki aşırı sol ve aşırı sağ görüşlü gençleri seçerek, Suriye ve Filistin Kamplarında onları eğittiler. Amaçları bir iç savaş çıkartarak ülkemizi bölmek ve devletimizi yıkmaktı. Önce aşırı sol ideolojilere mensup gençleri kullandılar. Daha sonra da etnik ayırım amaçlı olarak yetiştirdikleri terör gruplarını faaliyete geçirdiler. DHKP ve PKK bunlardandır.
Daha sonra din kökenli başka bölücülük faaliyetleri başlatıldı. Hızbullah ve benzerlerinden sonra sıra Fetocular’a gelmişti. Etnik ve dinsel kökenli tüm terör grupları elbirliği yaparak güçlerini birleştirdiler. Sonunda bir taraftan PKK vurmaya devam ederken, bir taraftan da Fetocular devletin her kademesindeki kurumlar içinde, adeta ayrık otu gibi yayılıp yapılanmışlardı.
Harekete geçme zamanının geldiği kanaatiyle bir anda şer eylemlerini başlattılar. 15 Temmuz gecesi girdikleri Kalkışma Hareketi ile ülkemizi kana buladılar. Bereket versin ki; şanlı ordumuz içinde bu gruplar dışındaki kahraman askerlerimiz ve aziz milletimiz vakit geçirmeden bu ihanetin daha büyük boyutlar kazanmasını önlediler.
Tehlikeyi ucuz atlatabildiğimiz için kendimizi şanslı saymalıyız. Üstelik bu felaket sonra politikacılarımızın milli birliğimizin sağlanmasına ihtiyaç duymaları ülkemiz adına olumlu bir gelişimdir.
Şimdi sıra Fetocular’ı ayıklama, devlet kurumlarımızı yeniden yapılandırma ve bozulan milli birliğimizi yeniden kurma aşamasına gelmiştir.
Bir sonraki yazımda bunun nasıl gerçekleştirilmesi gerektiği konusundaki görüşlerimi paylaşacağım. Yazımın başlığı “MİLLİ BİRLİĞİMİZ NASIL SAĞLANABİLİR” olacak.
Saygılarımla…
02 Eylül 2016
YORUMLAR
Henüz yorum yapılmamış.