11
Yorum
0
Beğeni
0,0
Puan
1707
Okunma
Darbe haberini ekranda gördüğümde bir şeyler yapmak için beklememem gerektiğini anladım. Ülke kaosa sürükleniyordu ve buna seyirci kalamazdım. Kasadan yarı otomatik tüfeğimi çıkardım, iki yedek sarjörün de dolu olup olmadığını kontrol ettim. Üzerime geçirdiğim avcı yeleğinin ceplerini artan kurşunlarla doldurdum. Kapıyı vurdum ve çıktım.
Komşum bahçedeydi. Beni görünce seslendi:
’"Hayrola Kemal, nereye?"
’"Bir şeyler yapmamız lazım. Bu böyle olmayacak."
"Bu derken?"
Elindeki makasla gülün kurumuş dallarından birini budadı.
"Darbe! Bu ülkenin bir askeri darbeye daha dayanacak gücü yok."
"Daha mı? Kaç tane oldu ki?"
Belli ki komşum kendi dünyasında yaşıyordu.
"26 Şubat’ı da sayarsan dört. Benden daha yaşlısın. Kaç darbe olduğunun farkında değil misin?"
Gülün dikeni batmış olacak ki parmağını emiyordu.
"Kemal, sen iyi misin?"
Ona daha fazla zaman ayıramazdım. Cevap vermeden arabama gittim.
"İyi günler Kemal Bey. Gideceğiniz yerin adresini sözlü mü vereceksiniz, yoksa yazarak mı gireceksiniz?"
Arabamın navigasyonu Linda’yı severim ama her kadın gibi Linda’ya da güvenilmeyecek zamanlar vardır. Darbeyi yapanlar belki navigasyon cihazlarından insanların nereye gittiklerini öğrenip ’yanlış’ yere gidenlerin önüne çıkıyorlardır. Linda’yı da yanıtsız bırakıp yola çıktım.
İki kavşak ötede arkamda bir polis arabası belirdi. Işıklarını yakıp kenara çekmemi istedi. Yavaşladım ve yolun kıyısında durdum. Başlıyorduk.
Polis arabasından iki memur çıktı. Normalde elleri silahlarının üzerinde olurdu ama sefer her ikiside tabancalarını çekmişlerdi. Biri benim tarafımdan yaklaştı, diğeri ise yolcu tarafından. Pencere hizama bile gelmeden, bana yakın olan:
"Kapını yavaşça aç ve ellerin başının üzerinde arabadan çık!" diye bağırdı.
İkiletmedim. Polislerle daha önce muhattap olmuşsanız ikiletmezseniz. Dediklerini yapıp dışarı çıktım.
’Şimdi yere yat! Ayaklarını ve kollarını iyice aç."
Çaresiz yattım. Yolcu tarafından gelen polis üzerimi aradı. Ceplerimdekileri farkedince yeleğimi çıkardı. Sonra omzundaki telsizden durumu haber verdi:
"Devriye 48. Şüpheliyi durdurup kontrol altına aldık. Uzun namlulu tüfeği yolcu koltuğunda. Merkeze getiriyoruz."
Beni ekip otosunun arka koltuğuna oturtuldum. Ellerim arkadan kelepçelenmişti. Sesimi çıkarmıyor, polis telsizini dinliyordum. Darbeyle ilgili hiç bir yorum yoktu.
Direksiyondaki diğerine "Neymiş derdi?" diye sordu.
"İhbar komşusundan gelmiş. Elinde silahıyla Darbe var!" diye evden fırlamış.
"Darbe mi? Kafan kıyak demek?"
Bu soru banaydı.
"Yo, hayatımda hiç çekmedim."
"O zaman ne darbesinden söz ediyorsun sen?"
"Cumhurbaşkanı bizi göreve çağırdı ya. Hani darbecilere karşı demokrasiyi savunalım diye."
"Kafa mı buluyorsun benimle? Ne başkanı, ne darbesi?
Diğer polis sakin bir tonla araya girdi.
"İzin ver." Sonra bana:
"Sen göçmensin, değil mi?" diye sordu.
Başımla onayladım.
"Ülkende askeri darbe filan mı oldu?"
Cevap vermeyip camdan dışarı baktım. Walgreens’in önünden geçtik. Arka koltuğunda oturduğum ekip otosu bir Dodge Charger idi. Polislerin sol göğüslerinde birer yıldız vardı ve omuzlarına bağlı oldukları bölgenin adı işlenmişti: Wake County.
...
Adamların anayasasının ikinci ekinde diktatörlüğe silahla karşı çıkabileceğimiz yazıyordu. Ben de silahımı almış, karşı çıkmıştım. Ama yanlış çıkış almıştım. Köprüye hala 8,042 kilometre vardı. Yapacak bir şey yoktu, anayasalarının beşinci ekindeki susma hakkını kullanmaktan başka.
Sayın Kemnur’un (Kemal Paracıkoğlu) yazısına yorum diye başladım ama onun sayfasını işgal etmekten istemediğim için buraya geldim. Kendisini ilham verici yazısından ötürü tebrik etmek isterim. Amacım onun vermek istediği önemli mesajı sulandırmak değildi ama Evden her çıkan da... noktasına değinmeden edemezdim.