- 1334 Okunma
- 1 Yorum
- 0 Beğeni
Yenimahalle O Eski Yenimahalle Değil
Ankara’dan ayrılalı çok uzun yıllar oldu. Ne zaman Ankara’ya gitsem, doğduğum topraklarda yabancılaşırım. Çocukluğumun geçtiği mahallede herkes değişmiş, oturduğumuz ev yıkılmış, önünde bir kestane ağacı vardı, onu da kesmişler.
Babamın muhterem arkadaşlarını Osmanlı’dan kalan son kalelere benzetirim. Gecekondu Hasan ölmüşse son kalelerden biri de düşmüş demektir. Birkaç arkadaşı daha kaldı babamın, onları her gördüğümde babamı görmüş kadar mutlu olurum, saygıda asla kusur etmem, onların ellerini iki kere öperim. Babamın elleri onların ellerine değdi, onlar babama değer verdi, ikinci kere el öpüşlerim bunun içindir.
Hoşlandığım bir kız vardı, birlikte ip atlar, yakan top, saklambaç falan oynardık. Ben, o hep gülsün, mutlu olsun diye mahsustan yere düşerdim, saklanırken bile ona sobelenmek isterdim, o hep gülmeliydi, içindeki hüznü bir tek ben biliyordum, çünkü onun da babası yoktu. Çok aradım da bulamadım, muhtemelen çoluk çocuğa karışmıştır. Arayıp da bulsam ne yapabilirim? Hiç bir şey. Ben sadece, onun gözlerindeki mutluluğu görebilseydim benim için dünyalara bedel olurdu.
Otobüs duraklarının yerleri bile değişmiş, en garibi de bindiğim dolmuşun şoförüne "Ücret ne kadar? Geçiyor mu bu dolmuş Yenimahalle 5. duraktan?" sorusunu sormuş olmamdır. Zamanla her şey değişiyor, bir ben değişmedim desem de benim de saçlarıma aklar dolmuş. Çocukluğumda Seyran sinemasına giderdim, sonradan düğün salonuna çevirmişlerdi. Son gittiğimde ise sinemanın yerinde yeller esiyordu. Yerine, koca koca apartmanlar dikilmişti. Paramı denkleştirip Çarşamba matinesi ucuz olur diye Ferdi Tayfur’un, Cüneyt Arkın’ın filmlerine giderdim. Onlar rol gereği saçlarını beyaza boyatırlardı. Şimdi onlarda da ne saç kaldı, ne de baş... Benim ise yıllardır ilk günkü gibi aynı heyecanım devam ediyor, Yenimahalle’nin yerinde ise yeller esiyor.
Esen ekmek fabrikasından ekmeğin en tazesini alırdım, fırında bayat ekmek bulunacak değil ya, benimkisi de laf işte. Çınar ekmek fabrikasında sütlü ekmek çıkardı, oraya da çok gitmişliğim vardır. Babam kafa çekmeye Çalıkuşu Meyhanesi’ne giderdi, oraya da gitmişliğim oldu, kafa çekmeye değil ama. Annem, akşam oldu mu babam eve geç kalınca beni oraya gönderir, ben de babamın koluna girip eve götürürdüm. Bir keresinde beni masaya oturtturup bana ayran söylemişti. Beyin salatasını ilk orada yemiştim. Birkaç meze daha vardı, ilk orada tatmıştım. Sonra dönerek meyhane sahibine demişti ki, ’’Yaz hesaba.’’
Vah garip babam! Cebinde parası yoktu ama gönlü zengindi, sevilen bir adamdı. Babamın genleri bana geçmiş ki şiirler yazabiliyorsam bunu babama borçluyum. Onun da şiirleri vardır, paylaşırım zaman zaman.Çocuklarımın ikisi de şiir miir yazmasını bilmezler, okumazlar hatta. Demek ki zorlamayla şiir yazılmıyor, içten gelmeli, sevmeli insan. Sevmeden hiç bir iş başarıya ulaşmaz. Bir farklılık var bende. Çok da sordum kendime. İzah edemeyeceğim bir farklılık bu, duygu anlamında. İnsanın yüreği kendinden taşar mı? Taşıyor işte.
İnsanlar eski insanlar değil, ben Ankara’ya yabancıyım, onlar da bana. Ama anılar taptaze, canlılığını koruyor. Beni yaşatan, hayattan zevk almamı sağlayan müthiş terapi de işte bu. İçinde babamın olduğu hatıralar. İçinde o masum çocuk kalbini taşıyan hatıralar, heyecanlar, sevinçler.
Vecdi Murat SOYDAN
30/08/2016, Isparta