- 878 Okunma
- 4 Yorum
- 0 Beğeni
KAPİTÜLASYONLARDAN DUYUN-U UMUMİYE- DUYUN- U UMUMİYEDEN TÜRKİYE VARLIK FONUNA -3-
Her devlette olduğu gibi Osmanlı Devletinde de devletin en önemli gelir kaynağı elbette ki vergilerdi. Osmanlı Devletinin en önemli vergi kaynağı ise elbette toprak gelirleri, daha doğrusu toprak mahsullerinin geliri üzerinden alınan vergilerdi. Bu vergilerin başında da topraktan elde edilen gelirin onda biri tutarındaki öşür başta gelmekteydi. Bu verginin Hrıstiyanlardan alınan türüne ise haraç denmekteydi.
Osmanlılarda toprak büyük ölçüde devletin mülkiyetinde olup vergilendirmeye esas olmak üzere yıllıklı ve yıllıksız olarak ikiye ayrılıyordu ( Salyaneli ve salyanesiz topraklar) Toprakların büyük bir kısmı yıllıksız topraklardı ve bu topraklardan timar, has, zeamet adı altında toprak vergileri alınmaktaydı. Bu üç vergi içinde en önemlisi ise timar adı verilen vergiydi. Bir timarlı sipahisinin sorumluluğuna bırakılan topraklar köylü tarafından ekilip biçiliyor, vergisi timarlı sipahisi tarafından devlete gönderiliyordu. Dolayısıyla bu sisteme timar sistemi denmekteydi. Yıllıksız eyaletlerde ( Trablusgarp, Tunus, Cezayir) toprak vergileri devlet tarafından açık artırmaya çıkarılıyordu. Yani devlet herhangi bir yerleşim yerinin vergi geliri olabilecek bir rakamı ortaya koyuyor, o yörenin ensesi kalınları da ‘’ ben sana şu kadar parayı peşin peşin veririm’’ Diyor ve en çok kim verirse vergi toplama işi işte bu Mültezim denen kişilere devrediliyordu. Bunu aynı dönemlerde pek çok Avrupa devleti de yapıyordu. Çünkü devlet bu satede vergisini peşin peşin alıyor ve eğer akıllı kullanabilirse hemen yatırıma dönüştürebiliyordu. Ancak Avrupa, sanayileşmeye başlayınca bu sistemden (iltizam sistemi) vazgeçti. Osmanlı Devletinde ise toprak kayıpları ile birlikte iltizam sistemi, timar sisteminin uygulandığı eyaletlerde de uygulanmaya başladı.Bunun sonucunda devlete vergi miktarını peşin peşin ödeyen mültezim ödediğinin kat kat fazlasını çıkarmak üzere halkın gırtlağına basmaya başladı. Böylece ileride devlete kafa tutacak güce ve kudrete erişen ayanlar, derebeyler ortaya çıkarken halkın isyanları, başkaldırıları başladı.
Şalvarı şaltak Osmanlı
Eyeri kaltak Osmanlı
Ekende yok, biçende yok
Yiyende ortak Osmanlı
Dörtlüğü işte bu sebeple söylenmiştir.
Devlet, ‘’Vergilerimi peşin peşin toplayayım’’ derken hem ileride ağalık diyebileceğimiz bir sistemi doğurmuş, hem de kendisinden hoşnutsuz asilerin doğmasına neden olmuştur aslında düzgün işletebilse harika bir sistem olan iltizam sistemi yüzünden… Devlet bir müddet sonra köyden şehirlere göç ya da eşkıyalık gibi sebeplerle artık devlet doğru düzgün vergi de toplayamaz olmuştur.
Ayrıca tarım ve hayvancılık ilkel metodlarla yapıldığından buna karşılık vergi peşin toplandığı için 16 Yüzyıldan itibaren mesela yağmur yağmadığı zaman köylü resmen açlığın koynuna itilmektedir.
Tüm bu olumsuz şartlara rağmen dış borçsuz, kendi ayaklarının üzerine durabilen bir Osmanlı Devleti tüm bu olumsuzluklara rağmen yine de vergi toplayabilen ve değişik türlü gelirleri ile aslında çok uzun sayılabilecek bir dönem borçsuz yaşayabildi.
Peki Osmanlı Devleti toplanan vergileri ( ya da diğer gelirleri) yatırıma dönük olarak kullanabildi mi?
Bu sorunun cevabını verirken ortaya koyacağım örnek belki de hiç hoş karşılanmayacaktır hatta benim kalemimden bu sözlerin yazılması şaşkınlık da yaratabilecektir ama kime ait olduğunu bilemediğim bir sözü burada yazmadan geçemeyeceğim: ‘’ Bu memlekette Osmanlı Cami dikmekten başka bir şey yapmadı. Cumhuriyeti kurduk, bu sefer de heykel dikmekten başka bir şey yapmadık.’’ Bu elbette çok da haklı ve doğru bir eleştiri değildir. Hele de her ne yapılmışsa o kısacık ve Cumhuriyetin ilk yıllarında yapıldığını zannedenler bu konuda yanılmaktadırlar zira Cumhuriyetin ilk yıllarında kurulan pak çok fabrika ya da sanayi kuruluşu eskiden var olan işletmelerin ıslahından ibarettir. Sıfırdan yapılanlar da elbette vardır ama ‘’Her şey Cumhuriyet döneminde oldu, Osmanlı döneminde makarna ve tuğladan başka bir şey yapamıyorduk’’ ifadesi de son derece yanlıştır. Ama cami ve heykel konusu - biraz abartılı olsa da - çok da yanlış değildir.
Konu madem ki Osmanlı o halde Cumhuriyet kalsın, biz Osmanlıyla devam edelim.
1603 yılında henüz on üç- on dört yaşındayken Osmanlı tahtına oturan I. Ahmet 1609 yılında Ayasofya Camiinin tam karşısına 1609 yılında Sultanahmet Camiini yaptırmaya başlar. Yani kendisi on dokuz- yirmi yaşındayken. Cami 1617 yılında bitirilir.
Sultanahmet Camiinde İznik ve Kütahya atölyelerinin 16.yy sonu ve 17.yy başı ürünleri olarak her biri 16- 18 akçeye( Ortalama 17 akçe diyelim) satın alınmak üzere 21043 adet çini kullanılmıştır. Yani caminin sadece çinileri için harcanan para 21043 x 17 = 357.731 akçedir. Bunun sadece bir cami değil çok büyük bir külliye olduğunu düşünürsek, istimlak bedellerinden pencere camlarına, altı minaresinden kırk kubbesine kadar harcanan parayı düşünün artık. Peki Osmanlı Devleti I. Ahmet zamanında en güçlü dönemini mi yaşamaktadır? Yani hani Kanuni Dönemi olsa eyvallah da I. Ahmet dönemi de bir Kanuni dönemi midir?
Gelin bakalım.
Evet…I. Ahmet döneminde de Osmanlıların fetihleri söz konusudur hatta Estergon kalesi geri alınmıştır bu dönemde. Avusturya mağlup edilmiştir ama bakın 1606 da Avusturya ile yapılan Zitvatorok Antlaşması ile Avusturya artık Osmanlı Devletine her yıl ödeyeceği 30.000 altını artık ödenmeyecekti. ( Son defa 200.000 altın savaş tazminatı ödeyecekti.) Ama daha önemli bir madde vardı: Avusturya Arşidükü protokolde Osmanlı Padişahına eşit sayılacak ve Osmanlı padişahı Avusturya Arşidüküne yazışmalarda Kutsal-Roma İmparatoru (Sezar/Kayser) unvanıyla hitap edecekti. Yani Osmanlı Devleti artık Avusturya ( Dolayısıyla da Avrupa) Üzerindeki üstünlüğünü kaybetmekteydi. )
I. Ahmet döneminde Celali İsyanları tekrar patlak verdi. Tavil Ahmed, Canboladoğlu, Kalenderoğlu ve Deli Hasan ayaklanmaları bunlardan en önemlileridir. Sadrazam Kuyucu Murat Paşa’nın ısrarlı ve sert politikaları sonunda Celali İsyanları zor da olsa bastırıldı.
İranla savaşlar yapıldı.
Kısaca devlet öyle ekonomik yönden en güçlü, zirvede olduğu bir dönem yaşamamaktaydı.Hatta rahatlıkla savaşlar sebebiyle beli bükülmüştü diyebiliriz. Ve Yüce Yaratanın takdiri I. Ahmet çok büyük masraflarla yaptırdığı bu cami ve külliye tamamlandıktan ( 9 Haziran 1617 ) çok kısa süre sonra hayata gözlerini yumdu ( 21 Kasım 1617 )
III. Selim Dönemi Osmanlı’nın en buhranlı dönemlerinden bir olduğu halde Yıldız Sarayı bu dönemde yaptırılmıştır.
III. Selim’in torunu Sultan Abdülmecit de ilk kez 1854 de Avrupa’dan 3.300.000 Osmanlı Altını borç almış ( Kağıt üzerinde 3.300.000 altın ama ele geçen 2.640.000 altındır.) ama 1843 – 1855 yılları arasında 2.800.000 altına Dolmabahçe Sarayını yaptırmıştır.
Yani şeyhülislamın ‘’ Hristiyan bir devletten borç para almak dinen mehruhtur’’ Fetvasına rağmen alınan ilk borç para Dolmabahçe Sarayı için harcanan parayı bile karşılamamaktadır ki hemen şunu belirtelim: 1854 de bir kez borç alınmış, sonra bir daha alınmamıştır zannedilmesin. Bu tarih bir milattır ve 1854 den itibaren aşağı yukarı 1914 e kadar her yıl dış borç alınmıştır.
İsterseniz yıllar ve rakamlar aşağıda:
1854 yılı:Alınan Borç: 2.640.000 - Defterde yazan borç: 3.300.000
1855 yılı: Alınan Borç: 5.500.000- Defterde yazan borç : 5.644.373
1858 yılı: Alınan Borç: 4.180.000- Defterde yazan: 5.500.000
1860 yılı: Alınan Borç: 1.400.588- Defterde yazılan: 2.240.942
1862 yılı: Alınan Borç: 5.984.000- Defterde yazılan: 8.800.000
1863 yılı: Alınan Borç: 6.248.000- Defterde yazılan borç: 8.800.000
1865 Yılı: Alınan Borç: 4.356.000- Defterde yazılan borç: 6.600.00
1865 Yılı: Alınan Borç 40.000.000- Defterde yazılan borç: 20.000.000 (Borçlara karı çıkarılmı olan tahvillerin hükümet tarafından uzun vadeli ve harici bir istikraza dönüştürülmesi )
1869 Yılı: Alınan Borç: 13.200.000- Deftere yazılan: 24.444.442
1870 Yılı: Alınan borç: 11.194.920- Deftere yazılan borç: 34.848.000 ( Rumeli Demiryollarının inşası için)
Bu liste uzar gider böyle. Aşağı yukarı her sene, hatta bazen bir senede iki kez borç anlaşması yapılmıştır ki buradan da görüleceği üzere ilk borcun alındığı 1854 ile Duyun-u Umumiyenin kurulduğu 1881 tarihleri arasında olduğu gibi, Duyun-u Umumiyenin kuruluşundan sonraki dönemde de dış borç alınmaya devam edilmiştir.
Evet… Osmanlı Devletini dinen ‘’ Tahrimen Mekruh’’ ( Harama yakın mekruh ) olan gayrimüslimden borç almaya kadar iten sebepleri sıralarken belki de en fazla üzerinde durulması gereken husus Sanayi devrimi olmalıdır.
18. asrın ikinci yarısında İngiltere’de büyük bir sanayileşme hareketi başlamıştır. Sanayi devrimiyle birlikte ipliğin bükülmesi ve dokunması, buhar gücünün makinelere uygulanması fabrikalaşma ve üretimde iş bölümünün yaygınlaşması, kitlesel üretimi artırmış ve üretim pazar için yapılmaya başlanmıştır. Üretim artışı Avrupa’da meydana gelen yeni değişimin de kaynağı olmuştur. İngiltere’ de ortaya çıkan bu sanayileşme hareketi kısa bir sürede Fransa ve Almanya başta olmak üzere diğer batı Avrupa ülkelerine de yayılarak, sermaye birikimi hızlanmış, böylece ticari kapitalizm yerini sanayi kapitalizmi aşamasına bırakmıştır.
Sanayi devrimiyle birlikte batıda yeni bir burjuva sınıfı doğmuştur. Bu sınıf 18. yüzyıl toprak sahipliğine ve ticarete dayalı aristokrasinin yararlarına göre biçimlenmiş mevcut kurulu düzene karşı çıkan sanayi kapitalistleri sınıfıdır. Bu sınıfın öncülüğünde Avrupa’da gelişen kapitalizm bir süre sonra sermaye birikimi nedeniyle dışa açılma gereğini duymuştur.
Avrupa’nın ucuz ve bol mal üretimi dünya ticaret dengelerini değiştirdi, Avrupa’da hammadde ve pazar sorunu ortaya çıktı. Bu sorunlar emperyalist batı Avrupa ülkelerini ulusal sınırları dışında yeni pazarlar bulmak ve sömürgelerinde koruyucu önlemler almaya yöneltti. Emperyalist düşünceye sahip batılı Avrupa ülkeleri, kapitüler rejim sayesinde Osmanlı’ya kendi ekonomik ve mali yapılarını kolaylıkla nüfuz ettirerek, hem artan üretimlerini hem de nakdi sermayelerini Osmanlı İmparatorluğunda değerlendirme fırsatı bulmuşlardır. Nakite ihtiyacı olan Osmanlı ile Avrupa’da birbirlerini tamamlamışlar, aralarında bir borç alışverişi dönemi başlamıştır.
Batıda bu değişimler yaşanırken Osmanlı’da bir sanayileşme hareketi olmadığı görülmektedir. Osmanlı Devleti doğal kaynakları ve nüfus bakımından Avrupalılar için iyi bir pazar olarak görülüyordu.
Osmanlı Devleti sanayi devriminden en çok etkilenen devletlerin başında gelir. Osmanlı genel olarak el emeğine dayalı sanayisini çağdaş teknoloji ile güçlendirememiş, yerli üretim mallarını ise yüksek gümrük vergileri uygulayarak, Avrupa’da ucuza üretilip Osmanlı pazarlarına satılan malların rekabetinden koruyamamıştır.
Osmanlı’nın 1838 yılında İngiltere ile yaptığı ticaret anlamasıyla verilen haklar, kısa bir süre içinde diğer batılı büyük devletlere de tanınmış ve ülke adeta yarı sömürge haline gelmiştir. Avrupa’da üretilen mallar daha ucuza serbestçe Osmanlı pazarlarına girerken, Osmanlı’nın ürettiği hammaddeler daha ucuza yurt dışına çıkarılmıştır. Bu durum kısa sürede yerli sanayinin çökmesine yol açarak. Osmanlı’yı batılı ülkelerden borç almaya yöneltmiş, alınan paralar üretken yatırımlara dönüşmediği için, Osmanlı Devleti bu paraların faizlerini bile ödeyemez duruma düşmüş ve sonunda. iflas ettiğini açıklamıştır.
1854 yılında ilk kez dış borç alan ve devam eden yıllarda dış borç almaya devam eden Osmanlı Devleti ilk dış borcu aldığı 1854 ile Duyun-u Umumiyenin kurulduğu 1881 yılları arasında yani ekonomik olarak en zor ve sıkıntılı olduğu dönemlerde Dolmabahçe Sarayı, Çırağan Sarayı, Beylerbeyi Sarayı, Bezm-i Alem Valide Sultan Camii gibi yapılar için oldukça fazla para harcadı. Sırf ‘’Yıkılmadım ayaktayım’’ Diyebilmek için. Borçla kurban kesmeyi haram sayan bir anlayış, dış borçla saray, haydi onu geçtim cami yaptırıyordu. Muazzam faizlerle alınan bir borç ve cami…Faiz ve cami… Asla yan yana olmaması gereken iki kavram…
Aynı yıllarda ülkenin kalkınması için bir şeyler yapmıyor da değildi. Mesela Demir yolları..Ama?
Ama yine tamamen yabancı sermaye ile yaptırılan demir yolları hakkında Osmanlı Devleti’nin düşüncesi ile bu yolların yapımına el atmış olan Avrupalı devletlerin düşünceleri birbirinden oldukça farklıydı.
Osmanlı’ya göre demir yolları sayesinde vergilerin toplanması ve merkeze iletilmesi hızlanacak, Osmanlı Ordusu savaş alanlarına daha rahat , kolay ve hızlı intikal edecek, Osmanlı Devletinin doğusu ile batısı birleşecekti. Buna karşılık Avrupalı Devletler, demiryolları sayesinde ülkenin iç kesimlerinde üretilen tarım ürünleri ve bilhassa sanayileri için hammadde olacak ürünlerin ( Özellikle pamuk ve tütün. ) hızlı bir şekilde özellikle İzmir Limanına, oradan da Avrupa içlerine aktarımını hedefliyorlardı. ( Bu yüzdendir ki ilk demir yolu, bereketli Gediz ve Menderes Ovası ürünlerinin kolayca İzmir’e sevk edilmesi için İzmir- Aydın arasında yaptırıldı.) Yani bir yerde Osmanlıya ‘’Aman sen sakın sanayileşmeye filan kalkma. Sen bir tarım ülkesisin. Bol bol tarım ürünü üret ve yok pahasına bana ver. Ürünlerinin nakliyesini de düşünme. Ben senin demir yollarını da yaparım’’ Diyordu ve elbette demir yollarını da hayır hasenat olarak yapmıyor, yine Osmanlı Devletini bir sürü borcun altına sokuyordu.
Son bir soru ve cevabı ile bu bölümü de noktalayalım:
Osmanlı’nın ekonomik yönden çöküşü ve onu - bir sonraki bölümde okuyacağınız Duyun-u Umumiye’’ye sürükleyen sebepler sadece ve sadece devleti yönetenlerin yanlışlarından mı kaynaklanıyordu. Yani hırsızın hiç mi suçu yoktu?
Kısaca kendi Mezuniyet Tezim olan ‘’17. ve 18. Yüzyıllarda Akdeniz ve Ege Sahillerinde Kaçakçılık’’ adlı araştırmadan yola çıkarak bir cümle sarfetmek istiyorum:
Devlet sadece Kuşadası Kadısına, 1620-1650 yılları arasında en az elli adet ferman yollamıştır ‘’ Sakın İngiliz, Fransız, Hollanda vs. Avrupa devletleri gemilerini Kuşadasına yanaştırıp onların hububat kaçırmalarına göz yummayasın’’ Diye. Ama yine de - hububatın yabancı ülkelere satışı kesinlikle yasak olduğu halde- bu kaçakçılığın önüne geçememiştir. Bu durum eninde sonunda yine devletin zaafıdır ama başta Yahudiler olmak üzere Rum ve Ermenilerin ve tabii ki ahlaken iflas etmiş bazı Türklerin gözlerinin doymamasının hiç mi rolü yoktur diye düşünmeden de edemiyorum.
RESİMLER:
1- Yıldız Sarayı
2- Dolmabahçe Sarayı
3- Beylerbeyi Sarayı
4- Çırağan Sarayı
5- Dolmabahçe Valide Bezm-i Alem Camii
YORUMLAR
sami biberoğulları
Merak ettiğin bir konuydu. Umarım faydalı oluyordur yazdıklarım.
Selam ve sevgilerimle.
Hırsız evindeyse sen kapıyı dilediğin kadar kilitle...
Osmanlı borçlanarak sadece ekonomik olarak yıpranmamış aynı zamanda onca cami ve sarayı yaptırarak komik duruma düşmüş, borç verenler tarafından alay konusu olmuş, saray erkanının ve Osmanlı bürokrasisinin iş bilmezliği nedeniyle koca ülkenin itibarı yerle bir olmuştur.
sami biberoğulları
Osmanlı'nın borç alması kaçınılmaz hale gelmişti.Bunda sadece devleti yönetenlerin hataları değil başka pek çok sebep de vardı elbette ille velakin bunca borca rağmen hâla ele güne hava atma merakı yok mu? İşte başımıza ne geliyorsa ondan geliyor.
Şimdi de durum özellikle vatandaşlarımız açısından aynı değil mi?
Sanki geri ödemesi yokmuş gibi dayan kredi kartına, sonra ödeyemeyince intihar et.
Osmanlı Devleti de işte böyle böyle intihar etti.
Selam ve sevgilerimle.