- 394 Okunma
- 0 Yorum
- 0 Beğeni
Kahredici bir bağ bu bu günlere de sarkan…
Parlak bir gün ve kendine küsmüş durgun bir deniz…
Güneş kendine yetinme uğraşında ki solgun ışıkları artık çıplak bedenimi yakmıyor…
Yabancı bir şehirdeyim, insanlar etrafına bakarak yürüyor, bense sanki kendime yabancıymışım gibi utangaç bakışlarla dolaşıyorum kumsalda…
Teknem, karaya biraz uzakta kıyılığın batısında ve kendi halinde salınımlarla sanki hoyrat deniz dalgalarına inat sakinliğinin peşinde…
Bu gün kumsalda her şey durgun ve sakinliğini korumak için kum savruluşlarından arınmış, halinde bir sahil…
Oturduğum cafede, koyu bir çay bardağı elimde, kumsalın topuklarımdaki yanışlarıyla
kendi kendimi avutuyorum…
Her şey her şeyin kendine yetinmesi gibi pürüzsüz bir gün sonu…
Pc de daha önce yüklediğim şarkılardan Kayahan sesi ve benim yüreğim buruk bu sese…
Sanki vereceklerini veremeden, daha bir çok şarkı bırakamadan ömrünün tükenmesiyle eksildiğimi hissediyorum. Ama her şeye rağmen emrin olur şarkısı ile yılları aceleci bir istekle geriye çekiyorum…
Yaşamımda ne kadar çok anısı var veya ne kadar çok gözyaşım var bu şarkı ile tükettiğim…
Sanki geçmişe pişman geleceğe düşman yaşıyorum veya geleceğe tükettiğim mutluluklarımın özlemini duyduğum bir bütün pişmanlıklar bütünü bunlar…
Burası da geçmişte yaşadığım bir yer ve geçici konaklamalarla zamanın huzurlu veya kasvetli gecelerini yaşadığım bir belde değil sadece kendimi arındırmak için zamandan kopuşarak sığındığım bir sahil şeridi…
Kayahan’ın söylediği şarkının son kısmındaki emrin olur cümlesi ile bedensel bir anı sarsıntısındayım…
Kendime ne kadar kızsam, ona ne kadar kızsam ki kararsızlığı içindeyim…
İçimde çok yanmalar oluşuyor sanki güneş yarılıyor ve lavlar içime dökülüyor…
Galiba sevginin kimsesizliğini yaşıyorum ve unutulması gereken birçok şeyin
Gözlerimin önüne düşüp içimde dağılmalar yaratıyor…
Belki de genelde bir dağılma şeklinin vücuduma yapışmış şekli…
İçimdeki sarsıntıların en öndeki anlamı üstüme üstüme korkusuzluk duygularını tekrar yakalamam ve kendime acılanmayı bırakıp uzun zamandır yapmak istediğim teklikteki yaşam kavramlarını yeniden yakalayıp boşu boşuna boş bakışlarla sahile vuran ölü dalgaların sesini dinleme cabasından vazgeçmem gerekiyor artık şüphesiz…
Bendeki sevmenin en güçlü yanı onu var olma şartıma dayamaktı…
Dedim ya var olma şansım geçmişteki mutlu günlerimin gölgeliğine artık sığınma gereğimin olmayışını kabullenmem gerek…
Bu günlerde beni en çok dağıtan cümle “beni seviyor musun” sorusuna verdiğim cevabın “ömrüm” kelimesine yüklenip tüm geleceğimdeki yaşamın sınırlarını çizmişim…
Kahredici bir bağ bu, bu günlere de sarkan…
Seni sevdim ve ömrüme yaydım derken ucu açık ve bu günlere de bağlayıcı özelliği olan bir yaşamı anlatmak istemiştim…
O günlerde ve ömrüme yamanan bir sevginin kutsallığını yaşamak istemiştim şüphesiz…
Ama bu gün ve bu gün sonrası Kayahan sesini eşlik ettiği hırçın dalgaların eşliğinde yeni bir belde yeni yeni düşüncelerle yaşamın arda kalan güzelliklerinde var olmaya çalışmak bile bir eksikle devam ediyor ve bir de bunun gün ışımasına sürecek gece boyutu var…
Sen sevgili, sen, yaşamımın her anına hükmetmeye çalıştıkça kalan yaşamın artık benim için çok zor zamanlara gebe olacağı şüphesiz artık…
Kendi kendine konuşurken, aslında geçmiş ile aslında geçmiş ile gelecek arasında kalan hesaplaşmalardaydı düşünceleri…
Yaşamın arkasında kalan zamanlardan bu günlere uzayan başaramadıkları ile kaybettikleri arasında kalan köprüde bir çok düşünce yorgun düşmüştü…
Kendini bağışlamadığı bir çok olayla, zafer kazanmış bir bedenin coşkusuyla karmaşa bir savaş vardı ve bu savaşın baş aktörü olan sevgim veya ömrüm dediği vardı…
Onun ani kararlarla yaptığı yanlışlarla fedakar bir sevginin içindeki özverileri arasındaki köprü hep çökmüş görünüyordu ve yaşamına onun etkenliğindeki önceliklerle yanlışlar arasında yıllardır kopuk bir bağ vardı ve kararsızlıkların hüküm sürdüğü her yaşantı arasındaki tezat bu günlere uzayan yanlışlıklara etkenleriydi…
Sevmek başka bir şey, fedakarlık çok başkaydı ve ikisi arasındaki kopukluk, bu günlere sarkarken hâlâ hatanın neresi ağırlıklıydı bilinmiyordu ki bu da bu günlerdeki yalnızlıkla huzursuzluğa uzanan düşünce köprüsüydü…
Yaşam hoşluklarla pişmanlıkları bir araya kilitlerken, iç dünyada yükselen hırs ve öfkeleri artık zapt etmek mümkün değildi…
Bana göre yaşam, boşaltılmış şehirlerde sessizliğe öfkelenip yaşamın zorunda debelenmek gibi bir iç ruh halindeydim…
Hayat zor günlerini nefeslerini almamda oldukça cömert davranıyordu bana ve ben hâlâ olduğum yerde öfke ile tepiniyorum…
İki gözümde iki çeşme, sanki iki nem, ikil burukluk, ikili hasret ve ikili nemlenme sanki yoksulluk çeşmesi, sanki susuzlukla kavrulmuş bakışların acı kusması ve ben gurbetin içinde bir yoksul, bir mazlum, kendine güven, morluk yaşamı, cehennem buğusuna bezenmiş bir yanış kulvarı ve lanetlenmiş bir sevginin çaresizlik yaşamı…
Sadece nefret, sadece küskünlük, sadece renksiz bakışlardaki eksiklikle öfke pişmanlıkları…
Her gün farklı sancıları geçmişin unutulmaz yanışlarının içime sindirmemiş oluşuyla kendi kendime yanık ve öfke puslanışları ile yaşama asılmak, yaşamdan alacaklı olmak, kaybettiklerimin envanterini tutmak gibi acemice bir yaşamın içinde var oluşa kürek çekmek…
Kime ne kadar öfke kimden ne kadar yaşam alacağım var ki bu kadar isyan bu nefes almalara ne kadar hınç bu ki geçmişin kahır zamanlarına?
Neden bir türlü sakinleşmem olamıyor ve neden her belde benden bir şeyler alıp biryanlarımı eksiltme hissi bırakıyor bana?
Ne kadar da çok eskimiş mezar taşı görüyorum ve ne kadar da çok sevdiklerim göçüyor bu dünyadan ve bir anda göçüp gidenlerle nelerim hangi duygularım yok oluyor ve hangi öfkelerimin ucu sivriliyor?
Yaşamın sonuna doğru her gün biraz daha tek başımıza kalıyoruz ve “bir gün tek başımıza neler eksilecek düşüncelerimizden ve öfkelerimize sahip kimlerin adının üstüne kırmızı kalemlerle doğru çizgiler çizgileyeceğiz?
Kaçıncı bu öfke yağmuru ile ıslanmalarımız, kaç kez daha çizgileyeceğiz bir zamanlar çok sevdiklerimizin adını üstüne basacağız fosforlu kırmızı kalem çizgilerini ve ne kadar çok yanacak canımız, ne kadar öfkeleneceğiz kim bilir?
Ya o çok sevdiğimiz ne zaman anlayacak bizi ve “ne zaman, sen de haklısın ama” diyecek kendi nefesini kurtarmak için?
Çok geç oldu artık bu düşünce yağmurunda ıslanışım ve hep kendimi haklı görmeye çalışışım ki elbette suçlarımızın, pasifliklerimizin vardı ve gereksiz yere çoğu zaman “çok sevdim seni” dedik…
İnanılmaz pişmanlıklar bunlar, geriye dönmek veya çok geç artık sevgiye selamm vermek için zaman tükendi…
Evet biz de yanılanlardandık.
Bu güne kadar yaşamımıza dahil olanlar, evet çok geç artık sevmeye ve onunla yaşamaya herkes bir yolun kavşağına geldi tek başına veya kalabalıkları ile…
Kendi, kendi kendini kalabalık sananlar, kendini yaşadıkları hikâyelerinin masumu sananlar çoğaldı, hatasızlığını sanarak sevgiyi sınayanlar gömüldü tek başınalıkla yaşanan zamanların içinde kendilerinde kaybolduklarını anladıkları zamanlarda gonk kafalarına düşecek ki masum sevginin itibarını kollama gayretleri içinde acılarla kıvrandıklarında apaçık açığa çıkacak hayatları ki daha sonrası kendilerini pişmanlıklarıyla gömmeye çalışacaklar…
Ben mi, ben ki sevgi uğruna bu kadar yas tutmuşken elbet bir bayram sabahı düşsel karşılaşmada da benim yerim duruşum a yapışacak…
Evet sevgili, “ben de çok sevenlerdendim demek o incelikli köprüden pek de kolay geçilmeyecek sanırım…
Mustafa yılmaz
YORUMLAR
Henüz yorum yapılmamış.