- 690 Okunma
- 0 Yorum
- 0 Beğeni
Orda bir köy var uzakta
ORDA BIR KÖY VAR UZAKTA....
Şafak yeni yeni sökmeye yüz tutmuştu.Gece boyunca Köyün üzerine çöreklenmiş zifiri karanlık yerini sarımtırak gri karışımı bir aydınlığa bırakıyordu.Cıvıldaşan kuşlar henüz yuvalarından uçmamışlardı.Birazdan Incow’u sarmalayan gri bulutlara karışıp kanat çırpacaklardı.Mevsim bahar olmasına rağmen sabahın ilk saatlerinden mi bilinmez hava pus karışımı kurşun rengindeydi.
Evlerin kapıları güneşin ilk ışıklı hüzmeleri camlara vurduğunda bir bir açılacaktı.
Uzaktan uzağa biribirleriyle hırlaşan köpek havlamaları,ahırlarında gece boyunca sıcaktan bunalmış inek böğürmeleri ve meleyen koyunların sesi duyuluyordu.
Köyün coğrafi yapısı üzerinde herhangi bir göl,dağ,tepe,deniz yoktu.Dümdüz bir ova gibi uzanmaktadır.İlk zamanlarda konar-göçer olmalarına karşın yerleşiktiler.
Yazları Yeniceobada kışları Adana’nın Yenice beldesinde geçirmekteydiler.Bu nedenle Yeniceoba adını aldığı söylenir.İncow Nasiri kolunun en yoğun olarak ikamet ettiği bir belde konumundadır.Ankara’ya bağlı Karagedik,daha sonra Konya’ya bağlı Pazarözü,Tol yaylası ve Hacı Bektaş yaylasının bulunduğu yerde ikamet etmişler.En son İncow ahalisi bugünkü Belediyenin bulunduğu yerde çadırları kurmuşlardı.Göçebe yaşamlarına son bir nokta koyup tamamen İncow’a yerleşmişlerdir.
Yazları sıcak ve kurak,kışları da soğuk geçerdi.
Tipik iç anadoluya özgü karasal iklime sahipti.Yöre halkının yegane geçim kaynağı çiftçilik ve hayvancılıktı.Uçsuz bucaksız büyük arazilere sahip olmalarına karşın tarımcılıkta istenilen düzeyde değildiler.Kuraklık kanayan bir yaraydı.Yıllardır sürüp giden en büyük sıkıntılarıydı..Artizyen kuyuları hemen hemen yok gibiydi.Şeker pancarı ekimi de yeni yeni gelişmekte şimdiki kadar faal değildiKadınhanı ve Ilgın’dan çapa için kamyonlarla hınca hınç ameleler özellikle de kadınlar gelirlerdi.
Ağustos ayına yakın harman zamanı kasabada gözle görülür bir keşmekeşliğin yanında büyük bir hareketlilik yaşanırdı.Aksaray’dan gelip yevmiye ile çalışan ekecik amelelerden geçilmezdi.Sap-saman,arpa,buğday çekerlerdi.Olağan üstü bir çalışkanlıkla her bir işi yaparlardı.
Çarşı ortasında bütün yaz Kavun,karpuz satan satıcılar eksik olmazdı.Ayrıca her meyveden sergiler açılırdı." Oba ve Şafak adında iki sineması bile vardı.Havalar soğumaya yüz tuttuğunda okumak için şehire gidenler olurdu.kasaba yarı yarıya boşalırdı.Kasaba büyük bir sessizliğe bürünür,adetta üstüne ölü toprağı sürülürdü.Deyim yerindeyse "In-Cin top oynardı"Kendi yağında kuruca kavrulurlardı.
Baharın gelmesiyle kasaba yeşile bürümüştü.Taze Üzerlik otu kokusu insanın genzini okşuyordu.Her tarafı alabildiğine deve dikenleri,yaban otları,özellilikle tadı acımsı xerdala otu sarmalamıştı.Mis gibi kokan taze çayır yeşil çarşaftan bir örtüden farksızdı.Taş evler yok denecek kadar azdı.Çarşı denilen meydanda Belediye binası vardı.Esnaf halkı on parmağı geçmezdi.Bir kaç bakkal dükkanı,bir ekmek fırını,bir-iki köhne kıraathane,bir tekel bayii ve bir-iki manifaturacıdan ibaretti.Çarşı hizasından sıra halinde Ladinden ağaçlar vardı.Köyün tek ana yolu bile henüz asvalt değildi.yol kenarında topraktan tümsekler kaldırım olarak kullanılıyordu.Üç mahalleden ibaretti.Kuluto,Yenice ve eski mahalle.Çarşı ortasında sürekli sicim gibi akan eskiden kalma bir çeşme vardı.Etrafında Hititlere ait mermerden parçalanmış taş sütunlar dururdu.Ayrıca Hititlerden kalma mermerden sütunlar ve yine mermerden bir aslan heykeli de çarşı ortasında ilk okulun inşaatının temel kazısı sırasında dönemin taş ustası "Bekir İnekçi" tarafından bulunmuştu.Yıllarca okulun dış kapısının bitişiğinde dururdu.Günümüze kadar varlığını koruyan mermer aslan heykeli hâla lisenin önündedir.Görenler bilir.
Su taşımaya gelen kadınların çoğunun üzerinde üç etekli entari,cepken ve bellerinde renkli,alacalı bulacalı kuşakları vardı.O zamanın yöreye has bir giyim tarzıydı.Hatta çoğunun başlarında gümüşten tasları vardı,allı pullu. Sıra halinde tek tek güğümlere,topraktan küplere tatlı su taşırlardı.Gerçi,su ihtiyaçlarını kuyulardan da tedarik ederlerdi ama kuyu suyunu hayvanlara veriyorlardı.Çarşının suyu çaya ayrı bir lezzet ve renk katıyordu.İçimi gayet yumuşaktı.
Karakol yeni yapılan taş binaya taşınmıştı.Hemen onun aşağısında köyün ilk okulu vardı.Şimdiki Çarşı denilen meydandan düğün salonunun bulunduğu tepedeki su deposu net görünürdü..
İncow köy oluşumunun ilk safhalarındaydı..Havaların soğumasıyla ,eskilerin tabiriyle "kışlada yani kasabada bütün kış kalınırdı.Baharın gelmesiyle yüklü at arabalarıyla arkalarında toz bulutu bırakarak yaylalara akın edilirdi.Kotkoyo,Karayusuf,Büyük Kartal,küçük kartal,tekmezar,yoyle kelo,yoyle kate ve yoyle tol’o da yazı geçirirlerlerdi.
Çoğunlukla evler kerpiçtendi. Tek tip kare şeklinde eğri büğrüydüler.Her an yıkılacakmış görünümündeki toprak damların üstü çalılıklarla kamışlarla örtülürdü.Ayrıca kireçli toprak serilip ayaklarla üstüne basılırdı.Kendilerince yağmura karşı önlemlerini alırlardı.
Toprak damların neredeyse hepsi birbirlerinin kopyasıydılar.Hepsi aynı stilde olup birbirilerinin ikizi görünümdeydiller.Kerpiç evlerin yarısı aşı boyalıydılar.Geri kalanlar da toprak sıvalıydılar.Labirentten farksız sığ ve birbirlerine yapışıktılar.Yılan gibi kıvrık kıvrık incecik toprak yollar yağan yağmurdan vıcık vıcık olmuş bir çamur deryasını andırırdı.Lağımı aratmayan su birikintilerin pis kokusu üç yüz dört yüz metreden duyulurdu. Kurbağaların kuşatmasında gün boyu viyaklamaları alabildiğine yankılanırdı.
Köyün eski mahallesinin günümüzdeki adıyla ulu camii imamı "Lütfü hoca"nın kadife sesinden okunan sabah ezanı köye dadanmış ölüm sessizliğini silip atardı.
Lütfü hoca’dan ezan dinlemenin tadına doyum olunmazdı.Ezandan dökülen nağmeler insanları hoş bir Seda ile tatlı uykularından uyandırmaya yeterdi.
Incow taze bir sabahın zoraki siftahını yapıyordu.Kasabanın illeri gelen yaşlı-başlı ihtiyarları çoktan abdest almış ellerinde baston gruplar halinde camii’ye ivedi adımlarla gidiyorlardı.
Erkekler cepken,kısa ve üç etekli elde yapılan yünden pantolon giyerlerdi.Ayaklarında çarık bulunurdu..
Sabahın ilk ışınlarının camlara aksetmesiyle köyde bir hareketlilik başlardı.Çobanların garip ve anlaşılmaz bağırtıları,kulakların zarını patlatan ıslıkları uzaktan uzağa duyulurdu.Koyunlar,kuzular ağıllardan çıkmanın verdiği rehavetle meleşiyorlar, bir hoplayıp bir zıplıyorlardı.Çoban köpeklerin kafalarına geçirilen xalaklarına takılı zangıllarıından çıkan çın çın sesler biraz önceki hayalet köy görünümündeki. Incow,a hareketlilik getirmişti.
Sabahın o iç karartan ketum sessizliğinden eser kalmamıştı.
Xalo Uso,her zamanki gibi erkenden kalkmıştı.Birazdan koyunların bir arada toplanmasını bekliyorSürü tamamlanınca yola koyulacaktı.Elinde kavalı eksik olmazdı.Kolay kolay herkese çalmazdı.kavalı çalmaya görsün ciğerleri delerdi.Yine böyle bir günün sabahında keyifli keyifli kavalını çalıyordu.Pek de acıklı bir hava tutturmuştu.Dinleyenlerin aklını baştan alırdı.Öylesine dukunaklı kavala üflerdi ki gözlerde yaş bırakmazdı.Üstüne kaval çalan yoktu.Değil İncow civar köylerde bile xalo Uso kadar kavalın hakkını veren yoktu.Kavaldan çıkan yanık hava resmen ciğerleri deliyor,esen rüzgara karışıp havada yankılanıyordu.
köy kadınları kız kızanları erkenden uyanmışlardı.Her biri bir işe koyulmuşlardı.Herkeste hummalı ve tatlı bir telaş vardı.Kimi kara broşların altını yakmış günün çamaşırlarını çitiliyor,kimi de kuyulardan ellerinde bakır güğümler,toprak testilerle su çekiyordu.Yaşlı kadınlar taze gübreden tappık yoğurmakla meşguldüler.
Genç kızlar da taze koyun yoğurdu,saçta yeni pişmiş yufka ekmek ve küflü çökelekten kahvaltı hazırlamışlardı.Yanında da yayıkta köpüklenmiş ayranın tadına doyum olunmazdı.Çoğu kadınlar erkenden kalkıp tarlaya,çöle giden erkeklerin öğle yemeğini de şimdiden tandırda alevlenen ateşe koymuşlardı.
Gökyüzü artık iyiden iyiye aydınlanmıştı.Kasaba üzerindeki o geceden kalma sabahınsoğuk ayazı yerini tatlı esen bir yele bırakmıştı.
Ape Hamo’da uyanmıştı.Uyanır uyanmaz yer yatağında bağdaş kurar,el sarması cıgarasını yakardı.Mate Aşe’nin közde demlediği tavşan kanı çayını içerdi.Fazla yemek yemezdi.Biraz kaymaklı koyun yoğurdu ve taze yufkayla geçiştirirdi.
Sigarayı içemekten ziyade resmen çiğnerdi..Gün boyu tütün sarardı.İki parmağının arasında sigarası hiç eksik olmazdı.Her seferinde bu mereti yeminler edip bırakmak istediyse de bir türlü başarılı olamamıştı.Ne kadar içmemeye kararlı olsada bu zehiri içmenin önüne geçemiyordu.Sigarasız sabahı zor ederdi.Ciğer delen öksürük krizi gelmeye görsün saatlerce acıdan çırpınıp durur neredeyse nefes alamazdı.Göğsünde son zamanlarda ağrılar peyda olmuştu.Allah’tan Sıhhiyeci kör İsmail iğne yaptı da birazcık kendine gelebilmişti.Yatağının baş ucundaki sandıktan tütünü hiç eksik olmazdı.Gözü gibi saklardı.Anahtar bir karısı Aşe’de vardı.Sigarasından derin bir fırt aldı.Dumanı yutarcasına içine çekti.Kalkamıyordu da yerinden,zorlanıyordu.İri yarı Pehlivan yapılıydı.Gençken kimse kolay kolay karşısına çıkamazdı.Hele hele güreşte üstüne kimse yoktu.Tuttuğunu koparırdı.Bir keresinde cıvar köylerinden çobanlar dadanmışlardı.Çobanlarla kıyasıya bir kavgaya tutuşmuştu.Tek başına üç kişiye karşı meydan okumuştu.Ta..kaya yaylasına kadar kovalamıştı.Son bir fırt daha çekti.
Dış kapının bitişiğindeki bakır musluktan abdestini aldı.Dışarıya baktı,başın göğe çevirdi.Katran karası bulutlar yer yer kümelenmiş yağacak yağmurun haberini veriyorlardı..Kepir yaylasını katrandan sis perdesi bürümüştü.Gözün alamayacağı kapkara bir deryayı andırıyordu.
Mate Aşe de erkenden kalkmıştı.Xoni tendır denilen iki adımlık damda,sönmeye yüz tutmuş ateşe olanca gücüyle üflüyordu,tezeklerin dumanı genzine kaçmış olacak ki öksürüklere boğularak......
"Looo..Hamooo diye ünledi....
-Sana kaç kere bir Milan gaz ocağı al dedim...meret tezeklere üfleye üfleye bir hal oldum.Komşusu Döne Hase almışda çok da memnunmuş.bir kibrit çakmayla nazlı,masmavi alevlere çayı koyuyormuşsun da,beş dakka ne bilem hemencecik kaynıyormuş .
........!!!
"Loo ..duydun mu....?Hamooo..!
Ape hamo abdestini almış çoktan namaza durmuştu.Mate Aşe içinden le havle çekti.Etrafında arsızca oyun oynayan bebeleri elinin tersiyle azarladı...
" Hele dolanmayın etrafımda yeni doğmuş enikler gibi bağırışırsınız.De gidin azıcık da dışarıda oynayın,diye kovaladı.
Ateş tam alev almıştıki Ape hamonun öksürük krizi yine tutmuştu..nefes nefese öksürüyordu,balgamı ağzında topluyor garip hırıltılar çıkartarak buruşuk mendilinde istif ediyordu.Bir yandan tütün tabakasından cigara sarmakta geri kalmıyor,bir yandan da bağırıyordu.
" Ola Aşeee..de hade çay getir,geberdik sussuzluktan,dilimiz kurudu diye,bağırdı.
Mate Aşenin bitişik tandırda" zıkkım iç" demesine kulaklarını kapadı.Sabah sabah Aşe’de çekilmezdi ya.
Amcasının kızıydı.Küçük yaşlarda gönül koymuştu.Büyükler kabul Buyurmuş askere gitmeden söz kesilmişti.Geliboluda dört yıl askerlikten sonra düğün dernek evlenmişlerdi.Sekiz çocukları olmuştu.Hep p kız doğuruyordu Aşe.Adaklar,hocalar derken kurban olduğu Allah yüzlerine güldü de bir erkek evlat nasip etmişti.Deli karı gene tersten kalkmıştı herhal diye,kendi kendine ünlendi.Her şeye lafı geçerdi de bir karısı Aşe’ye bir de şu zehire söz geçiremiyordu.Ne yaptıysa bu mereti içmekten kendini alıkoyamıyordu.Ağzında sönmeye yüz tutmuş sigarasından derin çekti.Kırçıl bıyıklarının altından gülümsüyordu.Bir sigara daha tazeledi.dudaklarını ıslatarak ;
"De içilmez mi..... de içilmez mi..."bıyık altından gülümsüyordu.
Olanca nefesiyle bir fırt daha çekti.Zehir-mehirdi ama rahatlatıyordu meret.Atın ölümü arpadan olsun derler ye.
Sonuçta günün birinde ölecekti nihayet.
Rahmetli Babası da bu mereti ne çok içerdi.
Maaşallah..tamı tamınaYüze merdiven dayamıştı da bir sabah vakti Allah’ın rahmetine kavuşmuştu.Babasını düşündü bir an.Rahmetli ne iyi bir adamdı.Aksiydi ama dürüstü.Namus timsaliydi.Allahıın kuşuna kışt dememişti.Haram lokmaya tenezzül etmezdi.Bir keresinde çerçilerden kuru incir,dut kurusu almak için komşu kümesten yumurta çalmıştıda ,eşek sudan gelinceye kadar dövmüştü kendisini.Sigarayıda çocuk yaşta babasından zula ederek başlamıştı.Her neyse kendisi daha altmış beşindeydi.Hele bir yüze gelelim demeden.
" Bavo..!
........!!!!!
-Bavoooooooo...!
" Ne zaman alacan bebeği he?Gelen küçük kızı Xeceydi.henüz yedi yaşındaydı.Son beşikti.Rahmetli Anasının ismini vermişti.Anası genç yaşta ölmüştü.Gün yüzü görmeyen zavallı amansız hastalığa tutulmuş,arkasında gözü yaşlı bir baba,dokuz öksüz yavru bırakmıştı.Babası tekrar evlenmiş,sekizde analığından olmuştu..
Xece ivedi adımlarla yaklaşıp iyice babasına sokuldu.Ape Hamo kızına gülümseyerek baktı.Rahmetli Anasına ne kadar da benziyordu,kıvırcık saçlarını okşadı,kucağına aldı ve yanağına bir öpücük kondurdu.Sakalları tenine batmış olacak ki küçük Xece bir daha öpmesine izin vermedi, Babasının ellerini avuçlarına aldı.
" He Bavo ne zaman alacan?yineledi Xece.
" Hani bana bebek alacaktın?Kırmızı pabuçlar alacaktın?
............ !!
" He..bavoo..
Ape Hamo,da ses yoktu.Uzaklara çok uzaklara taaa...Kepirin üzerinde kara bir örtüden farksız yer yer kümelenmiş katran bulutlara baktı.Gözleri mütamadiyen bir noktaya dikilmişti.Şimşekler ardı ardına gürlüyordu.Gökten sanki ateş topları yağıyordu.Kızına baktı, Xece uyuyor gibiydi.Kızına baktı, uzun uzun baktı,gülümsedi.Saçlarını sıvazladı,öptü,kokladı.Yanık bir stran söylemeye başladı.
Dılemın tike tike
Tenak birine hendik e
Heyşt xwang vekın
Ka lawik e ka keçik e
Dilemın lake lake,,,,,
Kes jı feleke tu avile nake,,,,
Braye heyşt xwang a li Çelenqela
maye..
Lo lo were xwang kwir biwin e hey telake ...,,,(anonim)
Xece sevinçle hemen gözlerini araladı.Babasına sarıldı.
" Lo ne zaman Bavo..? Xece ağlamaklı oldu.Bir önceki gülümsemenin yerini acı bir hıçkırık kaplamıştı.
Kulakları sağır edecek bir gürültü koptu aniden.Şimşekler hâla ardı ardına çakıyordu.
Her yer kırmızıya boyandı bir anda. Ape Hamo’nun endişesi yüzünde okunuyordu.İvedilikle yerinden kalktı.Şaşkınlığı üzerindeydi.Telaşlı telaşlı etrafına bakındı.Öncelikle ağıldaki atları kolaçan etti .Alel acele yemlerini verdi.Rahmet yağdı ha yağacaktı.Ezberinde kalan rahmet duasını okudu İçinden.
Köpekler bile havanın bu ani değişimine anlam vermiyorcasına uzun uzun uluyup duruyorlardı..Köpek ulumalarının uğursuzluk getireceğine inanan Ape Hamo eline aldığı taşla köpekleri uzaklaştırdı.
Allah afetlerden sakınsın,kendi kendine söylendi.
Büyük bir fırtınanın yolda olduğu muhakkaktı.Allah vere de fırtınaya doluya çevirmesindi.Bahar aylarında çok dolu fırtınaları yaşanmıştı İncowda.Çok kereler şahit olmuştu.Her an yağabilirdi.Eskiler anlatırdı.....Maazallah, dolu yağmaya görsün, ceviz büyüklüğünde olurmuş,yumruk yumruk taşlar gibi yağarmış..Gitmek lazımdı,Yağmur yağmadan ekinlere varmalıydı.
köpeklere yal verdi.
"Aşeee....Aşeee.....!!!
Atları koşuya bağlamalıydı.kepire varmalıydı.Rahmeti yerinde görmeliydi.Kıraç toprağın rahmeti nasıl kana kana bağrına bastığına şahit olmalıydı.
Devam edecek..
İshak Köylü
Lyngby
YORUMLAR
Henüz yorum yapılmamış.