Küçük balıkçının öyküsü
Telinde soğuk bir şubat akşamı; Sırtımda balık çantası, onun üstünde 8 kiloluk balık ağı, ayağımda annemin ördüğü yün çorap, Elimde el feneri cebimde biraz kavurga, tandırlığın yanındaki merdivenleri yavaş yavaş iniyorum. Alt kattaki ahırdan koyun ve keçilerin evin diğer bölümlerine yayılan kokuları genzimi yakıyor. Zıvanalı kanatlı kapıyı açıp sokağa çıktığımda dizkapaklarıma kadar kara gömülüyorum. Her taraf be beyaz, Kerpiçti gilin evden yana dönüp yürümeden kapıyı çekip kapatıyorum. Sonra duvardan tutunarak Meşdöğünde doğru ilerliyorum. Calıkların tedirbenin altında kar yok ayaklarımı hızlıca yere vurup karı döktükten sonra Hallöğ gilin kapının önünden geçtim. Meşdöğünde camiden çıkıp evine doğru gidenleri görünce sorulara muhatap olmamak için Gaygılı gilin sokağa saptım. Güley Alisinin evinin önünden geçerken koyunlar üzümlüğe girmiş diye kestiği ceza aklıma geldi. Cezayı çok bulmuş olduğum için biraz kızgınlık vardı içimde. Kendimce eve bakmayarak onlara tepkimi gösteriyordum. Kar taze yağdığı için yumuşaktı hızlıca geçtim kapudan. Pamukların evi geçince Irzanın kanatlı kapının açık olduğunu gördüm. Irza emmi kapının ardında el fenerinin ışığında bir şeyler yapıyordu
Kolay gelsin dedim.-Söyle kafayı bana doğru çevirdi sağ ol canım dedi. Soru sormasına fırsat vermeden Ürfetin eve doğru yürüyerek uzaklaştım. Hafız Ehmetlerin, Hoca gilin Duranın,bedriyenin garaptıllagilin alinin evini geçtim.
Köyün en sonunda okul arkadaşım Cevahirlerin evi vardı. Onuda geride bıraktığımda yarın başına varmıştım. Kapkara Kürdağlı, buzluk, elma dibi bembeyazdı. Arkası yarın
Doğa ne kadar zorluk çıkarsa da her şey gözler önünde olduğu için ona göre tedbir alabiliyorsun. Ama insanlar öyle değil. Nerde ne zaman ne yapacaklarını kestirmek zor. Kimseler benim önüme geçmesin diye karlara bata çıka mümkün olduğunca hızlı bir şekilde Karahisar köyünün önünden geçtim. Gökpınarın o hırçın dalgalarının sesinden başka ses yok. Tabir yerindeyse in cin top oynuyor. Karda hafiften yağmaya devam ediyor. Omuzumda bulunan serpme ağı karın üstüne indirdim. Balık torbamı düzelttim. Artık ya nasip deyip ağı hırçın akan Gökpınarın soğuk suyuna atmaya hazırdım. Ağın ipini sağ bileğime bağladım, ağın eteğinde bulunan kurşunların yarısını bir elime diğer yarısını da diğer elime alıp dengeledikten sonra bir iki adım atıp diz kapağıma kadar suya girip ağı savuru verdim. Bir dakika kadar bekledikten sonra yavaş yavaş ipi çekmeye başladım. Ağda küçük kıpırtılar vardı anlaşılan daha ilk atışta bir iki balık yakaladım diye düşündüm. Ama ağı sudan çıkardığımda içinde balık olmadığını gördüm. Ya yanlış anlamıştım yâda ağı toplarken balıklar kaçmıştı. O gece denizin gözüne(bizim yörede Gökpınar gölüne denizin gözü denir) kadar ağ atarak çıktım. Çantamı kırmızı benekli doğal alabalıkla doldurmuştum. Ağımı topladım. Torbamın ağzını kapattım. Bu hazırlıkları yaparken üşümeye başlamıştım. Çünkü su dışarıya göre daha sıcaktı(Bu suyun özelliği yaz kış sıcaklığının değişmemesi). Ayrıca sürekli hareket halinde olduğumdan soğuğu hissetmiyordum. Ama karın üstünde biraz bekleyince sırtımda bulunan tordaki su hemen donmaya başlamıştı. Bir an önce toparlanıp hareket etmezsem tordan sırtıma akan sularda donacak bende donacaktım. Kendime çeki düzen verip toru sırtıma iyice yerleştirdikten sonra hemen yola koyuldum. Ne kadar hızlı yürüye bilirsem o kadar ısına bilecektim. Patikaya çıktım elli yüz metre kadar gittim ama yürünecek gibi değildi. Kar yer yer göbeğime kadar geliyordu. Bu da yürümemi zorlaştırıyordu. Hemen ordan ayrılıp tekrar köpürerek akan Gökpınarın suyuna girdim ve alma dibinin köprüsüne kadar suyun içinden yürüdüm. Eve geldiğimde tükenmiştim. Kapıyı zorla çaldım, ama kimin açtığını bile hatırlamıyorum. Genelde kız kardeşim açardı. Sırtımdaki balığı, toru tandırlığa koyduktan sonra gidip yatmışım.
YORUMLAR
Henüz yorum yapılmamış.