- 352 Okunma
- 1 Yorum
- 1 Beğeni
-BİR BURSA KÜLLİYESİNDE TARİHLE RANDEVU-
“Cedlerimiz inşa etmiyorlar, ibadet ediyorlardı. Maddeye geçmesini ısrarla istedikleri bir ruh ve imanları vardı. Taş, ellerinde canlanıyor, bir ruh parçası kesiliyordu. Duvar, kubbe, kemer, mihrap, çini, hepsi Yeşil’de dua eder, Muradiye’de düşünür ve Yıldırım’da harekete hazır, göklerin derinliğine susamış bir kartal hamlesiyle ovanın üstünde bekler. Hepsinde tek bir ruh terennüm eder.”
Ahmet Hamdi Tanpınar’ın bu tanımlamasında yer alan Yıldırım imgesini Yıldırım Külliyesini gezerken bugün de hissedebiliriz. Gerçekten de Yıldırım Camii’nin heybeti her gidişimde bir kez daha karşımdadır. Adeta yapıyı çepçevre kuşatan kentsel manzaraya tüm varlığıyla direnir.
Tanpınar’ın yaptığı tanımlama Osmanlının Beylik dönemindeki saf, berrak ruhi iklimi zihnimizde canlandırabilir. Hâkim bir iman motifi, kuvvetli bir ülkü kavramı mimariye dönüşmekte ve tüm canlılığıyla gözlerimizin önünde tezahür etmektedir.
Yine erken dönem Osmanlı-İslam mimarisinin önemli eserlerinden biridir. Ancak bir nokta dikkatimi çeker. Kendi halinde hatta yalnız bir duruşu vardır. Mübalağa mı ediyorum acep? Takdir edersiniz ki bir Ulucami, Emirsultan ya da Yeşil Cami’ye karşı gösterilen teveccüh, gün boyu eksilmeyen ilgi burada yoktur. Aynı ayarda bir eser değil midir? Hadisenin açıkçası turistik değer boyutunda cereyan ettiğini söylemek çok zordur. Önemli ölçüde Osmanlı sultanlarından Yıldırım Bayezıd’ın akıbeti mekâna sinmiş bulunmaktadır. Gerek Ankara muharebesini kaybetmiş olması gerekse sonrasında esaret altında intihar ettiği yönündeki söylemler yahut iddialar sosyal psikolojiyi derinden etkiler hatta şekillendirir.
Bu açıdan düşündüğümüzde Külliye devamlı surette bizleri maziye ve onu düşünmeye de davet eder. Bir an da tarihin hazin bir sayfasıyla baş başa kalırız. Ankara Savaşı birçok insanı hüzne sevk etmez mi? O kadar atak ve başarılı bir kumandanın akıbeti böyle mi olmalıydı diye sorulur. Ancak bu duygu atmosferinden sıyrılmak ve olayları muhasebe etmek ya da bu konuda yapılan değerlendirmelerden faydalanmak bizlere ziyadesiyle istifade imkânı sunacaktır.
Sözgelimi Ankara Meydan Muharebesi üzerine yapılan “Bayezıd, adına yaraşır süratiyle geldiği Çubuk Ovası’nda, Timur’un ordusunu, atları besiye bırakılmış, askerleri dinlenmeye çekilmiş, dağınık ve emniyetsiz bir şekilde karşısında bulur. Tüm Vezirleri, Paşaları ve Oğulları hemen saldırıp imha hareketine girişmeyi istemişsede tarihi hatasını yaptı. "Bırakın Tatar Ordusu toplansın, adet üzre savaşalım" dedi ve konakladı. Yapılan bu hatanın çok disiplinli ve zamanının en kuvvetli ordusu olan Timur Ordusuna savaşı kazandıracağını anlayan Osmanlı Ordusundaki, Menteşeoğulları, Germiyanoğulları, Saruhanoğulları Beyleri ve kuvvetleri, ihanet ederek karşı tarafa geçtiler.” şeklindeki anlatım bir yönüyle ünlü edebiyatçımız Tanpınar’ın Yıldırım Külliyesi üzerine yaptığı tanımlamayı çağrıştırmaz mı?
Evet, Yıldırım Bayezıd’ın lakabına yakışır atik ve seri tabiatı Çubuk Ovasında da kendini göstermek üzeredir. Ancak Sultan Bayezıd üstteki pasajda yer verdiğimiz üzere "Bırakın Tatar Ordusu toplansın, adet üzre savaşalım" der. Yani hasmın o an ki durumunu ve hatta en baştan itibaren cereyan eden tavır ve hususiyetlerini nedense nazarı dikkate almaz. En baştan itibaren demem Timur’un Sivas’ı kuşatma ve ele geçirme sürecine dairdir. Bilindiği üzere Timur Sivas kalesini kuşatma altında tutarken kale kumandanının sulh talebine karşılık bir söz verir. Kaledekilerin kanını dökmeyecektir. Gerçekten kan dökmez de. Teslim olanların büyük kısmını diri diri toprağa gömdürür. Daha önceleri düzenlediği İsfahan seferinde kendisine direnen ahaliye yedi yaşından küçük çocukları atlılarına çiğnettirme yönünde kestiği ceza da manidar değil midir?
Anlaşılabileceği üzere Yıldırım ve Timur’un tabiatları farklılık arzeder. Aslında Yıldırım’ın yapısını Osmanlının genel özellikleri dairesinde değerlenlendirmek gerekir. Timur’un istilacı kimliğine karşın Osmanlı, fetihlerinde Kurumsallaşmayı ve kalıcılığı hedeflemektedir. Timur’un ve genel olarak tüm Moğol fetihlerinin yakıp yıkıp, yağmalayıp çekilmeye dayalı siyasetleri çöl çekirgelerini de akla getirebilir. Oysa Osmanlı egemen olduğu ülkelerde medeniyet yeşertir. Açıktır ki, Moğol ve Osmanlı fetihleri arasındaki fark madur ve mamur etmek arasındadır.
Ancak Yıldırım Bayezıd Çubuk Ovasında metodik hata yapmış görünmektedir. Karşı tarafa baskın verme imkânı yakalamışken bunu kullanmak istememesi adeta önüne set çeker. Bu noktada olası bir itiraz mertlik kavramı dairesinde kendini gösterebilir. Amma velâkin hatalı bir çıkış olacağına tarih şahittir.
Her şeyden önce iki kumandanın yapıları harp mazilerinin de ortaya koyduğu gibi birbirine ters bazı özellikleri sergiler. Yıldırım Bayezıd’ın bir kartal edasına karşın Timur köstebektir. Yıldırım harplerde ki yaklaşımı itibariyle, gökte bir daire çizer ve hasmının üzerine pike dalışı yapar. Oysa Timur dolaylı strateji başlığı altında örneklendirilen metot ve teknikleri izler. Görünen o ki Ankara muharebesinde Timur bu taktiğinin kurbanı olmak üzeredir. Fakat Yıldırım kaderin bir cilvesi olarak kendi güçlü yanının gerektirdiği atılımı yapmaz ve bindiği dalı keser. Hani "basireti bağlanmak" şeklinde tabir ettiğimiz durum karşımızdadır.
On yedinci yüzyıl saray tarihçilerinden Bostanzade Yahya Efendinin mağlubiyet üzerine yaptığı tahlil de ilgi çekicidir. Kendisine niçin Ankara savaşının kaybedildiğinin sorulması üzerine şu cevabı verir: “Timurlenk olayına üç şey sebep olmuştur. Biri içki içmek, ikincisi haram kaptan yemek, üçüncüsü ise Sırp kralının kızını almak.. Bu sonuncu sebeple ilgili olmak üzere, Timur olayı sırasında, akrabası sayılan yere batası dinsizlere başvurup yardım bile istemiştir. Yine nakledildiğine göre, savaş sırasında, aşırı gayreti yüzünden esir düşmüştür. Şunu da belirtmek gerekir ki, öfkesinin ve kızgınlığının tahammül edilemeyecek derecede oluşundan askerlerinde tam sevgi ve bağlılık yoktu. İlk zoru görünce yanından dağılmışlardır. Kendisi ise savaşı bırakmadı, sonunda yakalandı. Osmanlı soyundan bundan önce bir başkası seraser ve altunlu kaftan giymemiş, gümüş ve altın tabaktan yemek yememiştir.” Analizin analizi mümkün değil midir? Elbette Bostanzade Yahya Efendinin anlatımında Sultan Bayezıd’in Ankara savaşında aşırı gayret gösterdiği yönündeki tanımlamasını önemsiyorum.
Fakat burada bazı itirazlarda da bulunulabilir. Her şeyden önce bu sözlerin ardındaki psikoloji dikkat çekebilir. Sultan Bayezıd’ın Ankara Savaşını kaybetmekle ebedi bir mağluba dönüştüğü anlaşılıyor. Bir saray tarihçisine aitte olsa yapılan tanımlamada sert bir vurgu göze çarpabilir. Örneğin sultanın alkol kullandığı ancak Emirsultan’ın ikazlarıyla vazgeçtiği yönündeki anlatımlar akla gelebilir. Yine İslam kültüründe yabancı kız almanın Müslüman olması kaydıyla kabul gördüğü üzerinde durulabilir. Ola ki, Sultan 1’inci Murad Hüdavendigar’ın Sırplar tarafından Şehit edilmesiyle ironik bir duruş sergileyebilir. Ancak Sırp şövalyelerin kız vermiş olma duygusuyla hani bir bakıma Yıldırım enişte imgesiyle birlikte harp esnasında Osmanlı lehine gayrete geldikleri de söylenebilir. Öfkesi ve kızgınlığı yönündeki ifadeyi de büyük hedeflere kilitlenmiş bir iradeye bağlamak mümkündür. Nihayet seraser ve altunlu kaftan giyinmesi, gümüş ve altın kaptan yemek yemesi de beylik döneminin sadeliğinin yerini devlet olma ve hatta imparatorluğu hedeflemenin haşmetiyle açıklanamaz mı? Çok mu zorluyorum acep. Şu üsluba ne demeli peki? Osmanlı soyundan bundan önce bir başkası ibaresinde nasıl bir yüksek perde bizleri karşılar acaba?
Hiç şüphe yok ki, Yıldırım Külliyesine yaptığım her gezi böyle muhtelif duygu ve düşünceleri benliğimde harekete geçirir. Külliyenin sahip olduğu konum itibariyle ovaya nazır düşlere dalarım. Bir ovayı seyreylerken hangi ovayı canlandırırım. Tabi, bu ve benzeri his ve fikirlerin geçip giden zamanları geri getirmeyeceği söylenebilir ve kuşkusuzdur da. Kimbilir, elimizde olan tek husus Cami ve Külliyenin ruhani yapısıyla sergilediği duruştur belki de.
L.T.
YORUMLAR
Bursa'yı gezdim tarih kokan satırlarda
emeğe teşekkürlerimle sayın yazarım
saygılar
levent taner
Allah şanlı şehrimizden elemi, kederi kovsun dilerim ki
Katılımınızdan onur duydum değerli hanımefendi
Saygı ve selamlarımla...