- 874 Okunma
- 0 Yorum
- 0 Beğeni
KÜRDEVAN
KÜRDEVAN
Kürdevan ,Ardanuç ilçemizin sınırları içerisinde 3050 mt. yüksekliğinde bir dağdır. Dağın ilçe merkezine bakan eteklerinde ;Hamurlu,Beratlı, Yolağzı ve Yaylacık Köyleri bulunmaktadır.Bu köylerden zirveye doğru çıktıkça, çam,köknar ve ladin ağaçlarından oluşan Killik,Karanlık meşe,Çuruspil ve Çiçiplik ormanları yükselir. Bu ormanlardan sonra da yaylalar,otlaklar ve zirve kısmı yer alır.Dağın doruğu; uzunluğu kilometrelerce,yüksekliği ise yüzlerce metre olan adeta tek parça taş kütlesi ile taçlanmıştır.Bu bakımdan zirvenin üstüne çıkmak,bu köyler yönünden,ancak tek bir geçit ile olasıdır.Dağın karşı eteklerinde ise yumuşak bir eğimden sonra, Bilbilan ve Yanlızçam Yaylaları göz alabildiğine uzanıp gider.
Zirvenin ilçeye bakan kısmı; irili, ufaklı taşlar ile kaplanmış olmasına rağmen, arka tarafında ise yemyeşil bir otlak yer alır. İlkbaharda karların erimesi ile bu kısım, çeşitli dağ çiçekleri ve bitkileriyle donanır ve çevreye nefis bir koku salar. Zirveden yerleşim yerlerini, ormanları, çayırları, tarlaları ve dereleri izlemek ise, insanı mutluluğun doruğuna ulaştırır.
Bu dağın tepesine çıkma olanağını, ilkokul çağımda iken bulmuştum. O yaz ziyaretimize Beykoz’dan gelmiş olan Hüseyin amcamın ağalığı, İsmail dedenin kılavuzluğu ile sabah erkenden; Yolağzı Köyünden yola çıktık. Cevizli Köyünden özel olarak getirilen Zurnacı Abdul Usta ile Davulcusu önde, yanlarında köyün gençleri, arkalarında orta yaşlılar, hanımlar ve biz çocuklar yürüyorduk. Yol havası ile yürürken, yorulduğumuzda gençler horon tepiyor ve güle oynaya yol alıyorduk. Köyümüz yaylasından sonra geldiğimiz Çürük kürün otlağında çobanlar bize bir koç getirdiler. Amcamın adağı kurbanlık koç ile birlikte Paşalık otlağından dağın dik yamacına geldik.Burada son bir mola verdikten sonra,çalgılar sustu.İsmail dede öne geçti,bize kendisinin bastığı yere basmamızı ve tek sıra halinde yürümemiz gerektiğini söyledi.Tek sıra ile uzun bir yürüyüş kolu oluşturduk ve yorucu bir tırmanıştan sonra zirveye ulaştık.Zirvenin taşlı,kayalıklı ancak düz bölgesinden yürüyerek küçük bir binanın önünde toplandık.Çatısı olmayan kısa ve dar kapılı ,taş ile örülmüş tek odalı bu yapının ne olduğunu sorduğum da Feyime ablam,"Evliya Kürdevan’nın Türbesi" olduğunu söyledi.Koç türbenin önüne getirildi,yatırılarak başı Kıble’ye döndürüldü.Bizler de çevresini sardık,koro halinde Tekbir getirirken amcam Hasan ağabeye bıçak vererek kendisine vekil tayin etti.Kurban kesildi.Kanı, el ile amcamın anlına ve türbe kapısının iki yanına sürüldü.
Bu arada türbeye girip-çıkan tanımadığım kişiler vardı. Bizimkiler de girmeye başlamışlardı. Ablama biz de girelim dediğim de ;"Ben istihareye yatacağım, sen bir Fatiha okur, çıkarsın" dedi. Kapıdan içeriye girdiğimde; ortada bir mezar, baş ve ayak ucunda yontularak dikilmiş eski mezar taşları, mezarın üstüne eğik olarak konulmuş bir el değirmeni üst taşı ve bu taşlar üstünde yanmakta olan mumlar gördüm. Ablam ile bir arkadaşı, mezarın üstüne başlarını koyarak uykuya yattılar.Ben Fatiha süresini okuduktan sonra oradan ayrıldım.
Kurbanın kesildiği alanda;gençlerin bir kısmı etleri doğrayıp kazana atıyor, bir kısmı ateş yakıyor,bir kısmı da odun topluyor ve su taşıyorlardı.Orta yaşlılar oturma havası eşliğinde dinlenerek sigaralarını tellendiriyorlardı!..Hanımlar ise çevreye yayılmış,kuzukulağına benzer bir bitki topluyorlardı.Annemin yanına giderek,ne topladıklarını sorduğumda;"Pancar topladıklarını,çok leziz çorbaları yapıldığını” anlattı.Ben de toplamaya başladım.Ellerim dolunca,annemin topladıkları üzerine bıraktım.Annem topladıklarıma baktı ve eline alarak “Köklerinden yolmuşsun,bir daha yeşerir mi? Bir de otları koparmışsın,diğer canlılar ne yiyecek”? diye azarlayınca ben de vazgeçtim ve nasırlı uzun parmakları ile pancar yapraklarını özenle tek tek kopardığını gördüm. Diğer toplayanlara baktığım da aynı özeni onlarda da gösteriyor ve el sepetlerine aynı özenle istif ediyorlardı. Bu arada günlerdir köyde dilden dile dolaşan "Pancarcı Gitme” sözünün anlamını da kavramaya başlamıştım.
O gün gerçekten çok neşeli ve eğlenceli bir gün geçirmenin yanında, zirvede topluca çimenlerin üstünde kendimize bir ziyafet de çekmiştik.Üstelik amcamın "Adak Kurbanı" niyeti de yerine getirilmiş oluyordu. Akşam karanlığında evlerimize döndük. Sabah uyandığımızda üstümüzdeki yorgunluktan eser kalmamıştı...
Daha sonraları biz de ailece Beykoz’a taşındık. Aradan geçen uzun senelerde; kim bilir bu veya buna benzer türbelerde nice kurbanlar kesilmiş, nice adaklar adanmış veya nice istiharelere yatılmıştı? Ancak gençlerimizin okullarda okumaları, ayrı kişi ve yerlerle tanışmaları ve geniş fikir özgürlüğü ortamında yaşamaları neticesinde; bazı konular, sorgulanmaya başlanmıştı Bazı konular sorgulanıp, bazı tabular yıkılırken; bize özgü örf, adet gelenek ve göreneklerimiz de kısmen de olsa yaralanmış veya tahrip edilmişti. Bu durumu aydınlanmanın bir bedeli olarak kabul etmeliyiz.
İşte bu özelliği taşıyan bir arkadaşım,amcasına; "Kürdevan Yatırı’nın sahte olduğunu, oraya bir velinin gömülmesinin mantığı olmadığını,o yapıda olsa,olsa bir hazine veya bir gömünün saklandığını ve türbenin ise bir kamuflaj olduğunu” söyler.Netice de amcasını mezarı açmaya ikna eder.Amca-Yeğen 1985 senesi bir yaz günü sabahı,birer kazma kürek alarak Kürdevan’ın yolunu tutarlar.Kendilerini kimsenin görmediğine emin olarak,önce mezar taşlarları ile el değirmeni taşını yerlerinden alır ve türbe duvarına dayarlar.Mezar kısmını kazmaya ve toprağını yan tarafa atmaya başlarlar.Yeteri kadar kazdıklarında insan kemiklerine rastlamayınca daha da bir umutlanırlar.Ancak iyice derine indiklerinde çok sağlam bir kaya ile karşılaşınca bu sefer de umutları sona erer."Kemikler çürümüş,toprak olmuş,taş da buranın yerli kayasıdır” düşüncesiyle kazıyı bırakıp evlerine dönerler.Ertesi gün sohbet ederken,kayayı kırmayı denemediklerine pişman olurlar ve tekrar gitmeye karar verirler.Bu sefer yanlarına bir de balyoz alarak yola düşerler.Türbeye geldiklerinde her şeyi olağan görürler.Amca balyozu alarak çukura iner,ayaklarını sağlamlaştırarak balyozu kaldırır,vuracağı yere baktığında kayayı göremez.Üzerine toprak dökülmüştür diyerek ayağı ile süpürtmek isterken,ayağı bir çukura takılır.Eğilip baktığında çıkarılmış bir su testisinin toprakta kalmış yarım kalıbını görür.Sanki üzerine yapının duvarları çökmüş gibi irkilir.Yavaşça ayağa kalkar ve gözleri ile” O” taşı çevrede ararken; "Ola!..Sen haklı imişsin,burada yatır değil,testi içinde altınlar yatıyormuş,ama kanatlanarak uçup gitmişler”!.. diye bağırır. Kırmak istedikleri kaya ise diğer taşların yanına konulmuş, on santim kalınlığında bir metrekare genişliğinde tek parça yatsı bir taştır. Amca-Yeğen sessiz bir şekilde çevrede araştırma yaparlar,ancak hiç bir iz veya belirti bulamazlar.Yeğen ise,önce yatsı taşı ,sonra mezar taşlarını balyoz ile kırar.Sonra da türbe duvarlarını yerle bir ederek öfkesini gidermek istese de,yıllar sonra olayı bana anlatırken bile,hala aynı duyguları taşıyordu..
Fevzi Durmuş
“ Orda Bir Köy ANILARI”
YORUMLAR
Henüz yorum yapılmamış.