5
Yorum
0
Beğeni
0,0
Puan
1055
Okunma
Bu gün size iki bölümlük bir yazı dizisi hazırladım.
Birinci bölüm kısacık bir şey. Dilimize girmiş bir sözün aslının ne olduğu ile ilgili. İkinci bölüm ise trajikomik bir anım.
BÖLÜM 1-
HACI HOCANIN DEDİĞİNİ YAP- YAPTIĞINI YAPMA
Çok fazla kullandığımız bir sözdür bu. Genellikle de Nasrettin Hoca’dan bir fıkraya dayandırılır :
Güya Nasrettin Hoca bir gün camide vaaz verirken der ki ‘’Ey Müslümanlar ! karılarınıza söyleyin sokağa çıktıkları zaman makyaj yapmasınlar, süslenip püslenmesinler. Bu çok günahtır.’’
Bizde aslında imam ne anlatırsa anlatsın itiraz etmek, ya da soru sormak gibi bir alışkanlık yoktur ama bu fıkrada durum farklıdır biraz. Vatandaşın biri kalkar ve Nasrettin Hoca’ya ‘’ Ama hocam senin hanımın da sokağa hep makyajlı, süslü püslü çıkıyor’’ Diye itiraz eder. Hoca hemen cevabı patlatır ‘’ Ama yakışıyor kafire’’
Oysa bu olay çok çok farklıdır. Herşeyden önce Dediği yapılacak ama yaptığı yapılmayacak kişi ya da kişiler hacılar , hocalar değildir. Kimdir peki? O zaman gelin olayın asıl kaynağına bakalım. Yani İncil’e
İncil- Matta 23. Bölüm 1-2-3. Bablar. ( Ayet diyemiyormuşuz. Çünkü ayet ancak Allah’ın kelamına deniliyormuş ve İncildeki cümlelerin hangilerinin Allah kelamı, hangilerinin insanların yerleştirdiği cümleler olduğu bilinmediğinden İncil cümlelerine ayet demek doğru değilmiş. İyi de o zaman bizim Kur’anla birlikte iman ettiğimiz İncil hangisi? Biz nasıl bir şey olduğunu bilmediğimiz ve çoğumuzun eline hiç almadığı İncil’e, Tevrat’a, Zebur’a mı iman ediyoruz?...Neyse…Derin mevzu. Beni aşıyor biraz. Biz asıl konuya dönelim.)
1-2 Bundan sonra İsa halka ve öğrencilerine şöyle seslendi: «Din bilginleri ve Ferisiler Musa’nın kürsüsünde otururlar.
3- Bu nedenle size söylediklerinin tümünü yapın ve yerine getirin, ama onların yaptıklarını yapmayın. Çünkü söyledikleri şeyleri kendileri yapmazlar.
3. Baptan 39. Bap da dahil olmak üzere tam yedi defa ‘’ Vay halinize ey din bilginleri ve Ferisiler, ikiyüzlüler! ‘’ Diye başlayan baplar vardır Matta İncilinin bu 23. Bölümünde.
Yani olayın hacıyla hocayla ilgisi yok.
Asıl cümbüşe geçelim şimdi de. Oldukça uzun olduğundan - Hiç canım istemese de - böleceğim mecburen zira maalesef pek çok dost ve arkadaş bir yazıyı açtığında uzun mu kısa mı olduğuna bakıyor önce ve eğer uzunsa ‘’Boş ver’’ Deyip sallıyor.
Neyse işte asıl hikaye.
BÖLÜM 2
HATİCE DİYOR Kİ
Bundan yaklaşık olarak yirmi sene önceydi. Yani üçüncü çocuğum olan Yunus’un Celebral Palcy denen bir kas hastası, sık sık geçirdiği krizlerin de Epilepsi ( Sara) krizleri olduğunu öğrenmemizin üzerinden henüz bir kaç sene geçmişti.
Doktor tedavisinden yogacılara, yogacılardan biyoenerji uzmanlarına ‘’ Bir umut’’ diye Yunus’u götürmediğimiz hiç kimse kalmamıştı neredeyse. Öyle ki kim ‘’ Elimde bir hıyar var’’ dese bir tutam tuz alıp peşine düşüyorduk. Haliyle şifacılar bu kadar çok olunca yolumuz Reikicilerden şakracılara, şakracılardan medyumlara, medyumlardan cinci hocalara kadar herkese uğramaktaydı.
Ben tüm bu düzenbaz taifesine asla inanmasam da eşim ‘’ Ya, bakarsın belki çare ondadır’’ Diyor ve ne kadar isteksiz olursam olayım beni de peşinden sürüklüyordu.
Türlü şarlatanlardan hiç bir sonuç alamamıştık elbette. Son umudumuz ise İzmit’te yaşayan bilmem ne hoca idi. ( Biz de İzmit’te ikamet ediyorduk o sıralarda.)
Eşim bilmem ne hocadan bahsettiğinde şiddetle karşı çıkmış olmama rağmen ‘’ Gel bir kere. Kendi gözlerinle gör. Eğer yine de inanmazsan söz bir daha ağzımı bile açmayacağım’’ Deyince çaresiz bilmem ne hocanın evinin yolunu tuttuk.
İnsanların kapısında kuyruğa girdiği bir hocanın muazzam bir villada oturması gerekiyordu. Oysa gele gele geldiğimiz yer çatısı eternit kaplı basit bir gecekondu idi.
Gecekondunun kapısı önünde benim Yunus’un yaşlarında sakat bir çocuk toza toprağa belenmiş vaziyette oynamaktaydı. Hanıma sordum ‘’ Kim bu çocuk?’’ Hanım ‘’ Hocanın çocuğu’’ dedi. İşte o an ‘’Aha da sakallarına sıvadım namussuz hoca. Kendi çocuğuna şifa olamamışsın benim çocuğuma mı şifa olacaksın?’’ dedim içimden ve bu kozu hocaya karşı kullanmaya karar verdim.
Derken içeri girdik. Aman Allah’ım. O minicik gecekondu insan kaynıyordu. Herkesin kendine göre bir derdi vardı.
Oturduk dertli bir ailenin yanına. Tabii ki herkes birbirine soruyor ‘’Siz niçin geldiniz’’ Diye. Bize de sordular, anlattık.
Yanımızda oturan vatandaşlara da eşim sordu: ‘’Siz niçin gelmiştiniz?’’
Efendim, gelenler bir bayan, bayanın kaynanası ve bayanın kocasından mürekkep bir üçlüydü. Güya bayanın öz annesi büyü yapmıştı o yüzden bayan tutturmuştu ‘’ Kocamdan ayrılacağım’’ Diye. Kaynanasının zoruyla Hoca efendiye büyüyü bozdurmaya gelmişlerdi.
Bayana bir baktım kadın sanki Angelina Joly( Resim 1 deki gibi bir afet yani.) ve her tarafı bar bağırıyor ‘’Yanıyorum’’ diye. Kocaya baktım mübarek tıpkısının aynı resim 2. Olayın büyüyle müyüyle alakası yok yani. Kadın ‘’Yanıyorum’’ Diyor ama söndürecek hortum yok. Olayın kısa özeti bu.
En sona bu aile ile biz kalmıştık. Hocanın olduğu odaya önce bayanı çağırdılar. Bayan girdi, beş dakika sonra bayanın kaynanası girdi ve elinde bir muska ile çıktı. Hoca şıp diye çözmüştü meseleyi. Zavallı bayana cinler musallat olmuştu.’’ En son olarak cin de içeri girdi..Pardon bayanın kocası yani. Hoca ona da küçük bir pet şişe su vermişti. Bu suyu bir kova suyun içine döküp banyo edecek böylece hanımına musallat olan cinler kuş gibi uçup gidecekti.
Derken efendim bizi çağırdılar ve hoca efendinin huzuruna çıktık nihayet.
O da ne? Hoca sakalsız makalsız bildiğin devlet memuru tipli bir herif.
‘’Hay Allah. Hoca deyince ben şöyle altmış yetmiş yaşlarında sakalları göbeğinde birini bekliyordum. Oysa siz devlet memuruna benziyorsunuz’’ Deyince Hoca güldü: ‘’Devlet memuruyum zaten. PTT de çalışıyorum’’
‘’Ulan anasını satayım. Biz öğretmenlerin pazarda limon satmak için tezgah açması milletin dilinde sakızdır da bu heriflerin tezgahları kimsenin dikkatini çekmez’’ diye geçirdim içimden. Adam önünü evine gelen bizim gibi biçarelere, arkasını devlete dayamıştı resmen.
Hanım sanki sorunumuz oymuş gibi atıldı: ‘’ Hocam. Benim kocam cinlere inanmıyor’’
Hoca kaşlarını çatarak bana döndü:
-Efendi ! Önce anlaşalım seninle. Kur’ana inanır mısın? Eğer inanmıyorsan ne sen yorul ne de ben.
Cevap verdim:
-İnanırım elbette.
-Peki Kur’anda Cin suresi diye bir sure olduğunu da biliyor musun?
-Elbette biliyorum.
-O halde neden cin yoktur diyorsun?
-Yahu ben cin yoktur demiyorum ki. İnsanın başına gelen her musibetin altında cin tasallutu aramak doğru değildir. Diyorum. Başım ağırdı cin tasallutu, kuşum ötmüyor cin tasallutu, kabız oldum, cin tasallutu.
Hoca başladı garip tikler yapmaya. N’ooluyor lan? Adam elektrik çarpmış gibi hareketler yapıyor.
-Bakın hoca efendi. Ben hoca kısmının gaipten haber verebileceğine inanmıyorum asıl. Gaybı yalnız Allah bilir.
Hoca daha da titreyerek cevap verdi.
-Amenna ve saddakna. Gaybı yalnız Allah bilir. Biz sadece ve sadece Yüce Rabbimin bize bildirdiklerini biliriz.
Cevap verdim:
-Yüce Rab size doğrudan doğruya mı bildiriyor?
Hoca birden top gibi gürledi:
- Hatice ! Bak seni kül ederim. Edebini takın.
Allah Allah. Odada Hatice diye biri yok. Bir ben, bir eşim bir de hoca var. Merakla sordum:
-Hatice kim?
Hoca sanki beni duymuyordu. Devam etti:
- İbrahim ! Rahat dur. Tepemin tasını attırma.
‘’Haydaaa. Bir de İbrahim çıktı’’ diyemeden hoca yine acayip tiklerle birlikte emretti:
-Kâsım ! Oturt şunları bir yere yoksa çok fena yapacağım.
Biz şapşal şapşal bakarken masasındaki bir bardak sıvıyı midesine gönderdikten sonra bize döndü hoca:
Devam edecek. ( Asıl fırtına 2. Bölümde. Kaçırmayın derim.)
RESİMLER:
1- Bu bölümde bahsettiğim bayan aynen böyle bir şeydi.
2- O bayanın kocası da işte böyle bir şey…
3- Tahmin edin bakalım kim?