- 867 Okunma
- 0 Yorum
- 1 Beğeni
Yurt Dışı Öğretmenliği (b.ö.r.-33)
Varoş mahallesindeki okulumda dördüncü yılımı çalışıyorum. Hani denir ya geçen zaman adına, bu süre içinde ne çok acı-tatlı anılar yaşadım. Unutamadığım güzel ve tatlı anılarım oldu bu okulda. Büyük bir okulda çalışmakla birçok güzel insan tanıdım. Yeni arkadaş ve dostlar edindim. Yıllar sonra ilk kez tek sınıf okuttum. Başarılı teftişler yaşadım. Spor alanında ses getirici başarılara imza attık birlikte aynı kolda çalıştığım arkadaşımla. Mesleğini en az benim kadar seven arkadaşlarla sanat, özellikle de edebiyat ve müzik alanlarında çeşitli zamanlarda tadına doyamadığım sohbetlerimiz oldu. Yerli ve dünya sineması üzerine konuştuk. Roman ve şiirlerin, birlikte büyülü dünyasına daldık. Daha neler neler. Dört yıllık kısa sürede yaşadığım anılarımı iyi ve fena olanlarını alt alta sıralasan, iyileri maddelediğimde alfabemizin tüm harfleri yetersiz kalır. Hoş olmayan anılarım için ise ancak birkaç harf kullanabilirim. Bu yıllar içinde yaşadığım ön lisans eğitimi başlı başına benim için güzelliklerle dolu geçti. Arkadaşlarla trenle yaptığımız sınav yerlerine gidiş-dönüşlerdeki şakalar bir başka güzeldi. Sınav salonlarındaki yıllar sonra hissettiğimiz öğrencilik duygularını yeniden yaşamak ne hoştu…
Günler sessiz sessiz akıp giderken ikinci sömestri döneminin bir öğleden sonrası sınıfımda dersteyim. Hizmetli kapımı çaldı. Müdür beyin benimle görüşmek istediğini söyledi. Müdür, elinde bir büyük sarı zarfla beni karşıladı odasında. Seksenli yılları yaşıyoruz. Ülkede sıkıyönetimler, olağan üstü haller yaşanıyor. Sarı zarf hayra alamet değil. Bu zarfın benimle ilgili olduğunu hissettim. Bir vukuatım yoktu bildiğim kadarıyla. Acaba konu neydi? Hafızamdan yıldırım hızıyla çeşitli olumlu ve olumsuz duygular geçiverdi. Müdür beyin sakin konuşmasıyla korku dolu heyecanım tatlı bir mutluluğa dönüştü.
“Öğretmenim sizin adınıza sevindirici bir haber fakat okulumuz adına üzücü bir durum. Girmiş olduğunuz yurt dışı öğretmenliği sınavını kazanmışsınız. Sizi kaybediyoruz. Gelecek yıl aramızda olamayacaksınız. Bu zarf sizinle ilgili güvenlik soruşturmasını içeriyor.” Bu sözleri duyunca tarifsiz mutluluk kapladı tüm benliğimi. Yıllarca ekonomik zorluklarla cebelleştim. Uzak köylerde, dar konutlarda yaşadım. Almanya’ya gittiğimde en azından ekonomik sorunlarıma bir çare bulabilecektim. Ayrıca ülkemde özlemini çektiğim özgür olabilme adına çağı yakalamış her alanda baş döndürücü ilerlemeler kaydetmiş bir ülkede yaşayabilme ülküme de kavuşabilecektim. Kısa sayılacak yaşadığım yıllar içinde; güzelim ülkemde üç adet askeri darbe yaşadım. Öğretmenliğimin ilk yıllarında gitmek için niyetlendiğim uygarlığın ve demokrasinin güzel örneklerinin yaşandığı refah ülkesine gitme isteğine kavuşuyordum. Ruhumu karartan ülkemdeki, anarşi, insan haklarının ihlal edildiği sıkıyönetim uygulamalarının ve emeğin sömürüldüğü ortamdan kısa sürede olsa uzaklaşacaktım.
Önceki yıllarda okula gelen resmi yazılar içinde yurt dışına öğretmen gönderileceğine ait yazılara rastlardım. Bu yazılarla sınav tarihleri belirtilirdi. Böylesi sınavlara katılmak aklımın ucundan dahi geçmezdi. Ayrıca gerçekliği irdelenmemiş bir ön yargıyla bu sınavları belirli kişilerin kazandırıldığına dair bir yanlış kanı vardı biz öğretmenlerde. Klasik deyişle yurt dışına ancak adamı olan gider anlayışı hâkimdi camiada.
Ön lisans eğitimi yapınca bilgilerimi hayli yeniledim. Sınav sonuçlarım beklediğimden de başarılı geldi. Örnek bir sınıf öğretmenliği, spor alanında kazandığımız il içi ve il dışı başarıları ve ön lisansta edindiğim kazanımlarda kendime olan öz güvenim kat kat arttı. Okulumuzda, önceki yıllarda babası Yunanistan’da öğretmen olarak çalışan bir bayan arkadaşımız vardı. Özellikle müzik alanında bir değer olan bu arkadaşım; sohbetlerimizde.
“…… bey bilgi düzeyinizle yurt dışına öğretmen göndermekle ilgili sınavları kazanabilirsiniz. Geçen gün okula gelen bir yazı bu konu ile ilgiliydi.” Benim sınıfımın müzik derslerine giren bende onun sınıfında matematik derslerine girdiğim sevgili arkadaşımın önerisini gündemime aldım. Sınava müracaat ettim. Denemekte ne kaybedilir…
İstanbul’da büyük bir lisede sınava girdik. Sorular tıpkı ön lisans soruları. Test yöntemiyle yüz adet soruyu cevaplamamız isteniyordu. Hani bazı zamanlarda bulmaca çözeriz. Sorular öylesine kolay gelir ki kısa sürede bulmacayı çözüveririz. Bu sınavın soruları da bana öylesine kolay geldi. Sınavların deneyimli bir aksakal kıdemlisi olmuşum. Salon görevlisine, “Hocam bizi kendi halimize bırakın, biz bir birimizi eleyeceğiz…” türünden sözlerle istirhamda bulumdum. Amacım salonda özgürlükçü bir atmosferin oluşması. Biliyorum, başarılar hep insanların alabildiğince özgür olduğu ortamlarda yeşerir. Arkamda benim okulumdan bir arkadaş var. Onunla işbirliği içine girdik. O’na, “ Sen, şu üç-beş adet matematik sorularını yanıtla, daha sonra diğer yanıtları ben sana gösteririm.” Diyerek anlaştık. Arkadaşa cevap anahtarımı gösterdim. Yaşam boyu ne garip tiplerle karşılaşıyoruz. Okula döndüğümüzde arkadaşım öyle bir hava yarattı ki, güya ben ondan tüm yanıtları almışım. Hatta “Senin bazı yanıtların yanlıştı. Ben onları düzelttim.” Dedi.
Okuldaki arkadaşlarım olaya şakayla yaklaşıyorlar. Almanya’ya gideceksin, bari dönerken bizi de unutma. Gibi sözler ederek benden bir başarı beklemiyorlardı. Onlara, “Beyler, eğer sınav soruları doğru yanıtlamakla kazanılıyorsa, tüm soruları doğru yanıtladığımdan eminim.” Demekten başka bir cevap vermiyordum. Sınava o yıl beş yıllık ile kırk yaşını geçmemiş ve hiçbir ceza almamış yirmi beş bin öğretmen katıldık.
Müdür beyin haber vermesiyle sınavı ilk etapta kazanan bir beş yüz öğretmen arasında üç yüz otuz dokuzuncu sırada kazanmıştım. Benim bazı yanıtlarımı değiştiren arkadaş binlerde kendisine yer bulabilmişti ancak. Bu arkadaş maalesef ikinci sınavda elendi.
Beklemek, beklemek ne zor bir olgudur. Artık ne zaman çağrılacağız diye bakanlıktan haber bekliyorum. Okulda öğretmenliğe devam ediyorum haliyle. Öğrencilerim gelecek yıl benimle olmayacaklardı. Benim adıma sevinenler olduğu gibi artık ayrılık günlerini düşünüp hüzünlenenler de her durumda üzüntülerini belli ediyorlardı. Çoğu tek odalı gecekondu konutlarında oturan, konukları olduğunda ödevlerini yapamayan ve ödev kontrolü yaptığımda ödev yapamamanın utancıyla ağlayan duyarlı öğrencilerimden ayrılacaktım. Bu durum benim kalbimde de derin yaralar açıyordu. İlkokul öğretmenliği işte böyle bir şey.
Spor kolunu birlikte yürüttüğüm arkadaşımla çalışmalarımıza aralıksız devam ediyoruz. Bize şampiyonluk kazandıran öğrencilerimiz ikinci kademe öğrencisi oldu. Yeni bir takım kurduk. Bu takımızla da önceki takımımız kadar olmazsa bile yine de başarılı maçlar çıkardık. İl şampiyonluğunu bir kez daha kazandık. Dershaneye de birlikte gönderdiğimiz, spor kolunda birlikte çalıştığım arkadaşımın oğlu ile oğlum aynı yıl üniversite sınavlarında başarılı oldular. İkisi de ODTÜ’yü kazandı. Evde uyguladığım sıkı disiplinle çalışmanın meyvelerini ailece devşiriyorduk. Oğlum iyi bir üniversite sınavını ben yurt dışı sınavını kazanmıştım. Kızım da ortaokulda başarıyla öğrenimine devam ediyordu. Aynı günlerde sağlık kolejinde okuyan lise öğretmeni bir arkadaşımın kızı durumumuzu şöyle betimlemişti.
“…… amca, ne mutlu size, ailece ne güzel başarılar yakalıyorsunuz…” Gerçekten ailece disiplinli, örnek çalışma tempomuzu devam ettirerek güzel başarılar yakalamıştık.
Beni, Ankara’da yapılacak sınav bekliyordu. Bu sınavda başarılı olamazsam güzel hayallerin hüsranla sonuçlanabilirdi. Tüm enerjini yakında gireceğim sınav için harcamaya başladım. Daha önce yurt dışına gitmiş öğretmenleri bulup onlarla ve daha başka kişilerle görüşmeler yaptım. Bu uğurda elli kişiyle konuşmalar yaptım dersem yeridir. Okul müdürüm teorik sınavların inceliklerinden bana önerilerde bulundu:
“Sorulara net yanıtlar vereceksin. Tutarlı ve anlamlı cümlelerle konuşmaya çalışacaksın. Eğer bir sorunun yanıtını hemen hatırlamazsan, soruyu tekrar ettirip o arada kendine bir düşünme süresi kazanmalısın…” Bir sınıf teftişimde, sınıfımı çok beğenip elimi sıkan müfettişimle karşılaştım. Durumumdan haberi olan müfettişim ilk söz olarak, “Bakanlık Erbakancıların elinde. Onlardan bir adam bul sınavı kazanırsın.” Tavsiyesinde bulundu. Günlerim ders çalışmakla geçiyor. Her türlü kaynaktan bilgilerimi yeniliyorum. Arkadaşlar gezip-tozarken ben kırlara açılıp elimde kitaplarla ders çalışıyorum. Öncelikli amacım elbette sınavı kazanmak. Eğer sınavı kazanamazsam bile yüz yüze yaşayacağım sınav anında sorulan soruların karşısında bilmiyorum diye ezilip kafamı yere asmak istemiyorum.
Hazırlıklarımı devam ettirirken edindiğim bilgiler arasında adayların yanlarında birer-ikişer referans mektubu götürdüklerini de öğreniyorum. Ülkemde maalesef hatırım geçmediği bir kurum yok. Benim isterim ki, hatır-gönül ilişkileri araya girmeden gerekli kadrolara hak edenler seçilsin. Yurt dışı öğretmenliği için de Türk öğretmenliğini en iyi temsil edecek bilgi ve donanıma sahip olanlar gönderilsin. Benim öncelikli biricik amacım çocuklarımın yükseköğrenim yaşamlarında onlara maddi destek bulabilmek. Yoksa bir öğretmen maaşı ile bu amaca ulaşmanın olanağı yok. Böylesi bir gereksinim olmazsa kırklı yaşlara adım atmanın arifesinde sıcak bir yuvayı bırakıp uzak diyarlara gitmeyi hedeflemenin fazlaca bir cazip tarafı yok elbette.
Artık geri dönülmez bir yola girdim. Bu işe baş koydum. Başarmak için ne gerekiyorsa yapmak şart oldu. İktidarda ANAP hükümeti. Bu partinin ilçe başkanlığına başvurdum. Amacımı anlattım kısaca. Hani nasip varsa kısmet ayağa gelir diye bir görüş vardır. Sanki ilçe başkanı beni bekliyormuş. Çok iyi karşılandım. Partinin Ankara’daki etkili bir milletvekiline verilmek üzere bir tavsiye mektubu ile iktidar partisinin ilçe merkezinden ayrıldım. İstanbul’da bir imam-hatip lisesinde çalışan bir yakınımdan da bakanlıktaki Erbakancılara iletmek adına bir tavsiye mektubu edindim.
Nihayet sıcak bir temmuz akşamında Ankara’ya gitmek üzere evden ayrıldım. Dışarda güzel bir mehtap hoş bir görüntü oluşturuyor. Sevinç, hüzün, heyecan gibi ne kadar hoş duygular varsa hepsini yaşıyorum elimde valizimle tren istasyonuna giderken. Evimizde bir yaprak dökümü başlıyordu. Oğlum seneye üniversite eğitimi için Ankara’da, kısmet olursa bende yurt dışında olacaktım. İçimde bir ses sen bu sınavı kazanacaksın diyordu adeta. Fazla hüzünlenmenin ileride yaşanması olası olgular için fazlaca bir önemi yok. Yaşam insanlara bir yol takdir ediyor. İstesek te istemezsek te önümüzde uzanan yolları kat etme durumundayız.
Ankara’da, Ulus semtinde bir otelin tek yataklı bir odasına yerleştim. Bakanlıkta birinci sınavı kazanan illerin öğretmenleri sıra ile sınava tabi tutuluyorlar. Benim daha üç günüm var sınava girmem için. Her gün elimde kalem-kâğıt sınava giren arkadaşlardan soruları alıyorum. Bu arada durumları gözlemliyorum. Sırasını beklerken bülbül gibi şakıyan bazı arkadaşlarım tam sınav odasına girerken idam sehpasına yürüyen, yüzünün rengi bir anda uçuveren idam mahkûmu gibi hallerini ilgiyle takip ediyorum. Daha sonra otel odama geçip günün sorularını yanımda getirdiğim kaynak kitaplardan bir kez daha okuyorum. Bu arada referans mektuplarımı gerekli mercilere harfiyen teslim ettim.
Sayılı anlar çabuk geçer. Bir anda kendimi sınav salonunda buldum. Heyecan hissetmiyorum. Nefes alış-verişim normal. Benim oturmam gereken sandalyenin karşısında yüksek koltuklarda oturan bakanlıklar arası kültür komisyonunun saygıdeğer elemanları oturuyor. Hepsi düzeyli, olgun, babacan tavırlı insanlar. Gayet nazik bir üslupla sakince, sohbet havası içinde sorularını soruyorlar. Salonun insana güven veren tatlı bir havası var. Her telden sorular gelmeye başladı bir anda. Türkiye’nin dış politikasından, orman konulu bir derste neler anlatırsınız? Hz. İbrahim peygamber Allah’ı nasıl bulmuş? Ve nihayet nasıl abdest alınır gibi sorulara hiç zorlanmadan uygun yanıtlar verdiğim duygusuyla sınav maratonum son buldu.
Kitap okuma arzum hep benimle beraber. Ankara Milli Eğitim Yayınevinden aldığım kitaplarla İzmit’e döndüm. Bu işi başardım diye tatlı ve kesin bir yargı var içimde. Sonuçları beklemekten başka yapacak bir şey yok. Bekliyorum. Uzun bir yaz geçti. Okullar açılacak. Ne gelen var ne giden. Bir haber yok. Seminerler başladı. Her gün okula gidiyorum. Bir gün arkadaşlar haber getirdi. Kocaeli’nden sınavı kazana iki arkadaşa haber gelmiş. Bu arkadaşlar Ankara’ya çağrılmış. Büyük üzüntü ve hayal kırıklığı yaşadım o gün. Ümit ettiğim dağlara karlar mı yağmıştı! Eve döndüm. Ağzımı bıçak açmıyor. Akşam yemeğinden sonra lise öğretmeni bir arkadaşım kapımızı çaldı. İlk sözü, “Müjdemi isterim, sınavı kazanmışsın. Bir blucin pantolon getirirsin bana artık.” Aynı gün içinde hem üzüntü hem sevinç yaşadım. İşin aslını öğreneyim diye ertesi günü Ankara’ya gittim. İzmit’te kısa kol gömlekle dolaşıyoruz. Tren yolculuğu sonucu gün doğarken Ankara gar istasyonuna indim. Karasal iklimde geceleri iç bölgelerin aşırı soğuyacağını hiç hesap etmemişim. Ankara sabahında gömlekle bir güzel üşüdüm. Bakanlığa varıp sonuçları gördüğümde aylarca süren heyecanlı bekleyiş, sabah saatinde içime işleyen üşüme durumu hepsi bir anda dağılıverdi. Derin bir nefes aldım. Listede adım vardı.
Temmuzda sınava çağırılan yedi yüz elli adaydan ancak iki yüz ellisi başarılı olmuştu. Bu adaylardan o yıl seksen arkadaşımız gitti Almanya’ya. Bize beklemek düştü yine. Okullar açıldı. Her an çağrılabilirdik. Bu bakımdan sınıf almadım. Müdürümüzün önerisi üzerine birinci devre sınıflarının beden eğitimi derslerine girdim. Yarıyıl tatiline birkaç gün kala bakanlıktan haber geldi. Okullar ara dinlenme tatiline girerken bizler Mersin’de yabancı dil kursuna çağrıldık. Masmavi Akdeniz sahillerindeki bu güzel sayfiye şehrinde ocak ve şubat aylarında yoğun çalışma eylemi yaşadık. Yeni arkadaşlar edindim bu süre içinde. Ordulu Mehmet, Giresunlu Hüsnü arkadaşla asker arkadaşlığına özgü dostluklar edindim. Günde doksanar dakikalık üç blok ders yaparak iki ay içinde Almanca öğrendik! Hepimiz otuz yaşın üzerinde olan arkadaşlar. Eski öğretmen evi binasında kalıyoruz. Bu çalışmalarda aşırı zorlanan, doktor yardımı alan arkadaşlarımız oldu. Hele bir arkadaşımızın yemek tepsisini az ilerimizdeki mutfağa bırakacağına dalgınlıkla üst kata kadar çıkardığını ve durumu fark edince ne kadar utandığını arkadaşlar gülerek anlatıyordu. Bu öğrencilik günleri hayli yorucu geçti hepimiz için. Yine de Mersin’in ilçeleriyle Cennet-Cehennem diye adlandırılan turistik yöreleri ziyaret ettik. Bize ders veren Mersin’in yabancı dil öğretmenleri işi hayli sıkı tuttular. Kurs sonunda yazılı ve sözlü sınavlara tabi tutulduk. Bu arada fısıltı gazetesi boş durmuyor. Güya bu sınavlarda başarılı olamayanlar yurt dışına gidemeyecek söylentileri havalarda uçuşuyor. Hâlbuki bakanlıklar arası kültür komisyonunun kararları nihai kararlardı. Günahıyla sevabıyla Mersin serüvenimi de tamamlayarak İzmit’e döndüm. Artık yolun sonuna yaklaşmıştım. Önümüzdeki eğitim-öğretim yılında güzel ülkemde olmayacaktım.
Yurdumun uzak bir bölgesinde başladığım yaşam yolculuğumda nice badireler atlatarak otuzlu yaşlarımın sonuna yaklaşmıştım. Çocukluk, öğrencilik ve ilk gençlik yılları derken şimdilerde çocukluk yaşının bitimi kabul edilen on sekiz yaşımda öğretmen oldum. Doğup büyüdüğüm yerlerden ayrılıp gurbettik yaşamına adım attım. Öğrencilik yıllarımda aldığım düzeyli ve nitelikli öğrenim sayesinde uzak köylerde acemilikler yaşamadan çok sevdiğim mesleğimi icra ettim. On dört yıl güzel yurdumun gerçekten en mahrum köylerinde çalıştım. Beş yılda kent okulunda görev yaparak şimdilerde yeni bir serüvenin arifesindeyim. Son kez Ankara’ya gidip pasaport işlerini tamamlayıp, gideceğim adresi de öğrenerek İzmit’e döndüm. Serin bir eylül sabahı çocuklarıma veda ederek elimde iki bavulla evden ayrıldım. İki yıl önce Almanya’ya öğretmen olarak giden köylüm bir öğretmen arkadaşla İstanbul’da buluşup birlikte yolculuk yapma kararı almıştık. Böylece yeni bir serüvene atılıyordum. Bu kez gerçek bir gurbet beni bekliyordu.
YORUMLAR
Henüz yorum yapılmamış.