- 797 Okunma
- 1 Yorum
- 0 Beğeni
SEVGİ ORMANI
Yatmadan önce kitap okumayı çok seviyordu. O akşamda kitaplığına gitti, şöyle bir göz gezdirdi. Önce kitabın kapağı dikkatini çekti, kapakta çok güzel bir orman resmi vardı. Sonra da kitabın adı takıldı gözüne “Sevgi Ormanı”. Aceleyle diğer kitapların arasından çekip çıkardı seçtiği kitabı. Doğru yatağına girdi ve başladı o güzel kitabı okumaya:
“Bir zamanlar, içinde kuşların, ağaçların, tüm hayvanların mutlu olduğu bir orman varmış. Burada yaşayanların hepsinin mutlu ve sevgi dolu olmasından dolayı bu ormana “sevgi ormanı” denilirmiş. Bu ormanda yaşayanlarının çok mutlu olmalarının sebebi ise sevgi ve saygı içinde yaşamalarıymış. Aralarında güzel bir işbirliği varmış. Kimse kimseyi kırmaz, kimse kimseye kötü davranmazmış. Bu romanın tam ortasında koca bir çınar ağacı varmış. Dallarında kuşlar yuva yapar, sincaplar oradan oraya atlar dururmuş. Çınarın dalları o kadar büyükmüş ki koca bir orman halkı altında yaşayabilirmiş. Bir dere akarmış ormanın içinden. Yolu ormana düşen insanlarda çınarın altında dinlenir, dereden kana kana su içerlermiş. Küçük fidanlar, yavru geyikler, ceylanlar fırtınalarda çınarın gövdesine sarılırlarmış. Bir gün sabah, koca çınarın sesi çıkmamış. Herkes çok meraklanmış. Bir süre sonra öksürerek uyanmış çınar, ama halsiz görünüyormuş. Anlamışlar ki koca çınar hasta. Ne yapacaklarını bilememişler. Hemen bilge baykuşa danışmışlar. Baykuş, çınarın çok yaşlandığını, artık yavaş yavaş ömrünün sonuna yaklaştığını söyleyememiş, orman halkına. İyileşir merak etmeyin, o çok güçlü bir ağaçtır demekle yetinmiş. Ormanda yaşayanlar inanmışlar baykuşa, alışıldık yaşamlarına devam etmişler.
Bir süre sonra sonbahar olmamasına rağmen çınarın yapraklarının sararıp dökülmeye başladı. Ve gittikçe çınar güçsüzleşti, dalları aşağıya doğru sarkmaya başladı. Bu gören genç ağaçlar, fidanlar dallarıyla çınarı dayamaya, ayağa kaldırmaya çalıştılar . Sabahlar kadar nöbet tuttular. Kuşlar, sincaplar üst dallara yapraklara su taşıdılar. Ama bir türlü kendine gelip toparlanmamış çınar.
Bilge Baykuş, daha fazla dayanamamış, toplamış orman halkını gerçekleri anlatmış. Hiç biri kabul etmemiş, çınarın çok yaşlandığını, artık ömrünün sonuna geldiğini. Başlamışlar ağlayıp, dövünmeye. Biz onsuz ne yaparız, bizi kim korur; sıcaktan, soğuktan fırtınadan? Ormandan geçenler nerede dinlenir? Bir ara çınar zor da olsa gözlerini açıp, ağlamamalarını söylemiş. Ben yok olup gitsem de yerime genç arkadaşlarım geçer. Onların dallarına yaparsınız yuvanızı, onların altında dinlenir, onlara sığınırsınız. Susmuşlar orman halkı, sessizce dinlemişler çınarın son sözlerini. Ve anlamışlar ki aralarından gidenler olsa da hayat devam edecekmiş. Bazen ulu bir çınar, bazen minik bir serçe, bazen bilge baykuş bu dünyadan gidebilirmiş. Ama ormanları sonsuza kadar kalacakmış. Biraz teselli bulmuş orman halkı. Gözyaşlarını silip, bir şeyler yapmaya girişmişler. Öncelikle koca çınarın altındaki kuru yaprakları temizlemişler. Çınarın etrafını sarmaşığın dallarından ördükleri iple çevirmişler. Kuru bir ağacın kabuğundan bir tabela yapmışlar, üzerine de “koca çınar” yazmışlar.
Artık çınar için yapabilecekleri bir şeyin olmadığını anlayınca, genç ağaçlar yavaş yavaş çınara destek olan dallarını çekmişler. Çınarı dallarındaki son yapraklar sonbahar gelmeden sararıp yere düşmüş. Ve anlamışlardı sığınakları, koruyucuları “Koca Çınar” artık yoktu. Bu dünyada görevini tamamlamış, gözlerini huzur içinde yummuş. Kulaklarında hâlâ koca çınarın sözleri olduğu için ağlamamışlar. Ama o gün, “Sevgi Ormanı”nda yaşamın tıpkı çınarın sağlığındaki gibi devam edeceğine söz vermişler.
Orman halkı sözlerini tutmuşlar, aynı sevgi, saygı ve mutluluk içinde devam etmişler yaşamlarına. Ve her yerde onlardan bahsedilir olmuş. Sevgi ormanını ve koca çınarın anıtını görmek için ülkenin her yerinden ziyaretçiler gelmişler.”
Kitap bittiğinde Mehmet’in gözleri kapanmak üzere olmasına rağmen hemen uyumadı. “Sevgi Ormanı”nı düşündü bir süre. Hastanede yatan dedesini geldi aklına. O da Koca Çınar gibi bu dünyadaki görevini tamamlamış mıydı? Onun da gitme vakti gelmiş miydi? Bunlar aklına gelince birkaç damla yaş düştü yastığına. Ama her gün birileri gitse de yenileri de gelmeye devam edecekti. Tıpkı altı ay önce doğan kardeşi gibi. Kardeşine dedesinin adını vermişlerdi: Hüseyin.
Uyumadan önce ellerini açıp, dedesi ve kardeşi için uzun uzun dua etti. İçinde bazı şeyleri anlamanın, çözmenin huzuruyla uykuya daldı.
Rüyasında ne gördü bilemeyiz ama kitap okumanın ne kadar güzel ve gerekli olduğunu da biz çocuklara çok güzel bir şekilde anlatmış oldu.