- 492 Okunma
- 0 Yorum
- 0 Beğeni
GOLAMATROS...... Üçüncü bölüm
Ruhun azatlığı bilinmeye idam mahkûmlarının son isteği gibi çaresiz dururken. Hayatı suçlu suçsuzu imtihanı dışında kalıyordu. Çevre derin bir sessizlik içindeydi. Melani adımını dışarı atar atmaz. Zara’nın o güzel havasından derin derin nefes aldı. Ve usulca başını semaya kaldırdı. Gökyüzündeki bulutlar aynen pamuk şekeri gibi, sanki elini uzatsa bir hamlede tutacaktı. Bakışını çevirdiği ama her noktada gizemli bir o kadar da farklılıklar vardı. Tabi ki, insana obur bilinen o koca kentlere gö-re, daha da belirginleşmişti
Bu arada ise çarşı içindeki hareketlenmeye de pür dikkat kesilip ve içini çekerek nasıl-da hayran kaldı. Hele o küçük dükkânların kapı önlerine dizilen, çeşit çeşit bakır eşya-lardan ziyade renk uçuğu giyim olarak da askıda yok yoktu. Rüzgârın güzel ılık esintisine kapılıp, sağa sola salınışı “gel beni al “demek istercesine hoştu.
Nede olsa Zara, küçük bir yerdi. İçindeki hislerin takipçisi olarak çarşıyı bir solukta dolanmış. Ayrıca sokak başlarında hatırat çeşmelerden kana kana su içmeyi de ihmal etmemişti. Su ama! Bu bir nasıl su? Buz gibi oluşundan dolayı içtikçe de içti. Ha! Bu suyun kaynağı dumanlı cehresi ile meşhur köse dağından başkası değildi.
Gün akışı gibidir düşünceler; Hani insanın korkusu artıkça fikirleri de o denli kutsal uğran seve seve ölüme bile gidilebilirdi..
Bu nedenle çevresine hiç ürkmeden yakınlaşır ve doygunluk hissi gözbebeklerine sonra beynin kalbin köşesine kadar iniyordu Melan’nin.
Velhasıl, içindeki sesin kesildiği bir anda belediye binasının önündeki bahçe duvarına oturdu. Hiç tanıdık yüze rastlamayışına kısık bir gülüşle “çokta önemli değil tanıdık biri-ne rastlamak” dedi. Melani…
Çünkü hisleri buraya ait olduğu kadarı ile de tanıdıktı. Zara’yı avuç içine alan pur taşı yığıntısı olan dağlarda; Çiğdem çiçek toplamış kızıl ırmakta halı, kilim, buğdaya yıkamış, olan, çokça yakın akrabalarının yaşamış ola bilme ihtimalini hatırladı.
İşin en hamarat bir o kadar verimli kısmına gelince; bu şirin ilçe kartpostal gibi güzelliğini, bir çırpıda. Melani’nin ayaklarının önüne sere dursun. Kör topal ilerleyen saat ise çok erkendi. Gideceği yeri tesadüflere bırakmanın daha mantıklı olacağını düşündü. Yorulan ayaklarını dinlendirmeyi beklerken çantasından telaş ile bir sigar çıkarıp ve yakarak derin bir nefes çekti.
Aklı İstanbul geride bıraktığı ailesine gitti. Düşündü bir an; acaba ev halkı ne durumda. Kızgınlıkları ona karşı devam ediyor muydu?
Doğrusunu isterseniz zaman ve mekân kavramını yitirmiş gibiydi. içindeki yalnızlığını çok beli ettirmeden ve İlgisiz bir tavırla çantasında cep telefonunu aldı. İnce narin parmak uçları ile Telefonun hızlı hızlı tuşlarına bastı. Karışışında ki tedirgin bir o kadarda titrek sesin sahibi Hilde hanımdı. Yine ağlıyor ne konuştuğunu anlamakta zorluk çekiyordu.
Hilde Hanım:
-Buyurun küçük hanım sonunda bizi aramayı hatırlaya bildin. Çok şükür çok şükür yaaaaaaaaa
Melani çekingen bir tavırla ağlamaklı olan babaannesini avutmaya çalıştı ilk cümlesinde.
-Yalvarırım böyle davranma. Bu işin başından beri yanlış bir yol tutturdunuz. Amacınız gayeniz neydi ben onu çözemiyorum. Kısaca bir dakikanız bir dakikanıza uymadı.
Hilde Hanım:
-Ben her zaman haklıyım
-Pekiyi ama neden?..
Hilde hanım:
-Küçük hanım ben isteklerimi nasıl elde ettim şimdiki mevkiime nasıl ulaştım ha! Bana akıl vermeye de kalkma sakın!
Melini konu karışınca sinirleri daha da arttı
-Lütfen yaya(babaanne) nutuk vermenin sırası değil. Sen var ya her isteğini yaparsın ve yıkılmaz bir gururunda tek sahibisin anladık…
Hilde Hanım:
-Haddini bil zaten berbat bir durumdayım.
Melani:
-Eeeeh! her zaman sandığın şeyler olmuyor değil mi?
Hilde Hanım soğuk bir tavırla yanıt verdi
-Beni rezil edemeyeceksin küçük hanım. O konuyu açtığın takdirde. Gördüğün bütün ai-len eski sefaletine geri dönecek. Onun için bu konuyu açmamak en iyiyi si…
Melani:
-Yürüttüğünüz varsayımlarınız ile olayı bir çıkar açısından incelersek ben korkmuyorum.
Hilde Hanım:
-Anlayamadım ne kadar beklemen gerek
Melini:
-Konu ile doğru fikir edindikten sonra ben size dönerim
Hilde Hanım neredeyse bayılacak gibi olmuş. Bir türlü ikna ya yanaşmayan torununa bağı-rarak
“Kapat telefonu “dedi.
- Yoooook! Kapatacağım hele ki bu saatten sonra kaçmaktan kovalayamam anıları. Aklını çelen o tek kelimeyi bulacağım. Dedim(Yaya) babaanne
Kez hiçbir şey bilmiyorum anladın mı? Ve geri dön!
Melani:
-Yalan söylediğin belli yaya(babaanne)
Hilde Hanım kederli bir gülüş patlattı.
-Aklın sıfır noktası tekrar başa dön der insana. Ama işte? Âmâsı var! Bunca deneyim akıl ile anlattıklarım verimkâr olmaz sana.
Melani:
-Tamam, söyleme gerçekleri. Ve yardımına ihtiyacım yok. Arayan bulur. Öptüm seni yaya(babaanne) dedi.
Melani, hızlıca teli kapatıp çantasının dip köşesine atı verdi.
Babaannesi ile yaptığı bu kısa konuşmadan istinaden. Kısaca bir sinir patlaması yaşamış. Kafa karıştıran o bütün düşünceleri, devrim yapana kadar ailesinde. Olan hiç kimseyi aramama kararını da almış oldu.
Boş bir sayfanın galibi ola bilmek için yazılanın kelamın öncesi, beyinde beyaz sayfaya akıttığı mürekkebi sorgulamak lazımken. Böyle bir sorgu şu an imkânsız gibi, bu konuda herkesin birbirini öğütlemiş olmalarından dolayı, gayri resim olarak sus pus içindeler. Bu da elbet bir yerde patlak verecek zaten.
Melani, oturduğu taş duvarın konforu dışında dinlendikçe yol yorgunluğunu daha fazla olduğunu his etti. Ellerinin yavaş yavaş ovuşturduğu iki ayağı da mosmor şiş ve karınca-lanmaya sızlamaya başlamıştı. Usulca yerinden kalkıp, az önce geldiği yolun takip ederek tekrar Aziz beyin dükkânına doğru yürüdü.
Melani:
“Yok, yok böyle olmaz” dedi. Bir an önce gidip, dinlemek için kalacak yer gerekliydi kendisine.
Ah! Nerede o güzel yatağın hissi kafasının içinde dönüp dönüp durur iken. Gökyüzünü kaplayan nerede geldiği beli olmayan bir dumanın kokusu oluştu. Nasıl da o yanık yatak yorgan kokusunu hatırlatırdı kendisine. Dumanın geliş yönüne doğru. Hızla attığı adımları kısaldıkça kısaldı.
Düşünceleri birbirini destekletmeye geçtiği sırada ise. Ne olduysa; birden bire ağlamaya başladı.
Artık ruhu elinde bir kamera varmış gibi gizemli bir takibe başlamasına neden oldu. Kim zaman daralan; kimi zaman genişleyen puslu ince bir yol, biri birileri nefes nefes koşu-yordu. Uğultunun büyüklüğüne göre kalp atışlarını esir almıştı.
aaa oda ne? Usulca iki elini boşluğa bırakırken her iki avucunda ise yolunmuş bir sürü saç boşluktan savrulup savrulup toprağın üzerine düşmesi bir oldu.
Yolun tam başını tutmuş göz alıcı renklerden oluşan upuzun yerde sürünen elbiselerin içinde; aniden bir kadın göründü. Kendisine yaklaşan ayak seslerinin etkisinde olsa ge-rek. Bütün olan bedeni İki bölüme ayrıştı. Sanki gerçek olan yerinde kalırken diğer ayrın-tısı ise Yakası bağır açık kendisi ile konuşulduğuna öfkelenmiş gibi bir hali de vardı.
Bir şey onu durmasını yerinde kalmasını emreder gibi hareketsiz kıldı. Bu da anlık bir şey çok sürmüyor kısaca bir iki saniye belki de. Ama yine de gözler sim siyah taşların arasında beyaz köpük biçiminde akan su da.
Ne oluyorsa; Sonrası biraz muamma az önce gürül gürül akan o su, tek damla halinde kalışı dışında. Çıkardığı sese göre iniltiye benzer bir insanın varlığını hatırlattı.
Soluksuz koşmaların devam demişçesine bir önde diğeri soluk alışları ile takip ederken Ağaç dallarında arasında boşluğu sarkan gözlerden ise büyük bir merak okunuyor idi.
Fakat hiç kimse onların peşine takılmadı. Puslu olan o yolun sonuna geliniyor ve oda ne? Şehrin o kalabalığından oldukça uzak olan bir ev. Türlü meyve ağaçların o çiçeklerin seb-zelerin yetiştiği büyük bir bahçe. Kapı eşiğine doğru bir kuyu kuyunun yanı başına asılı duran paslı kovası, her dakika kuyun derinliklerinde suyu alıp, günlük işlerde harcanır gibi duruyordu.
Mevsimlerin sultanı sayılan kısaca güzel bir yaz günü. Güneşin kısık ısısından dolayı günün erken saatleri idi. Havada ise sıcak serinliğe doğru hissi vardı.
Bahçenin içinde ise iki kız çocuğu oradan oraya koşmaktaydılar. Bahçesin az biraz dışın-da iki iri kangal köpeği bağlı idiler. Sadece geceleri bırakılırdı rahat dolaşmaları için. En önemlisi ise hırsız hırlı insanların olduğu var sayılırsa güven de olmak, o köpeklerin hav-lamasına bağlıydı.
Her şey normal gibi, evin kapısı çirkin bir gıcırtı ile aralandı; dışarı çıkan bir kadın. Elin-de ise yeni yıkanmış elbise dolu olan bir çamaşır sepeti ve yetişmeye zorlandığı çamaşır ipine kıyafetleri asmaya başladı.
aaaay! Oda ne, aman tanrım ne kadar zayıf? Kıt kıran görmüş burnun ucundan tutulsa canı çekilecekmiş misali rengi benzi uçuk, safra sarısı yüzü ve beline kadar düşen uzun siyah saçları iki örgü omuzlarından sağ soluna düşüyordu. Keyfi yerinde şarkı söylüyor. Arada bir gökyüzüne bakıp bulutların şekline göre yağmur yağma durumuna bakıyordu.
Çok sürmedi. Kızlardan biri koşarak kadının yanına geldi. Korku ile ona bir şeyler anlatı-yor; eteğinde çekiştiriyordu. Kadın sanki duymuyor kız çocuğunun kızın çığlığı daha bir belirginleşti. Ve o koku ve duman göz gözü görmüyor ve ve...................devam edecek
YORUMLAR
Henüz yorum yapılmamış.