- 889 Okunma
- 2 Yorum
- 0 Beğeni
KADIN, HASTA EDER
KADIN, HASTA EDER
Bağdat Caddesinin en iyi araba galerilerinden birinin sahibiydi Cihangir Bey. Kırk beş yaşına, ona ihanet ettiği için boşandıkları karısı ve bayramlarda bile el öpmeye gelmeyen iki kızı olmadan girecekti. Bir kadeh beyaz şarap, bir dilim rokfor peyniri ile avunarak kutlayacaktı doğduğuna lanet ettiği doğum gününü. Dibi çıkmış dünyada Agop’un eski Rum Meyhanesi’e giderek.
Galeriyi kapatıp, arabaları ve yazıhaneyi bekçi ve iki köpeğine teslim ederken, sarı saçları kapüşonunun yanlarından fırlamış, gülümseyen o muhteşem yüz ile karşılaşmıştı kapıda. Size yardımcı olabilir miyim? Nasıl bir araba bakmıştınız? Şey ben, araba bakmıyorum. Bu kartvizitin sahibi bana yardımcı olabileceğinizi söylemişti. İş arıyorum da. Kartta eski bir dostunun ismi ve kefil olabileceği yazılıydı. Bu güzel kadın bir otomobil galerisinde ne iş yapabilirdi ki? İlk görüşte çarpıldığı bu göçmen kızı ile tatlı bir sohbete girerek, ona eliyle kahve yapmış, sözlerine, nüktelerine kızın gülümsemesi onu çok mutlu etmişti. Yüzündeki gizli hüzün, kızın yeşil gözlerinin derinliklerinde ona masallar anlatıyor, şarkılar söylüyor, moral veriyordu. Saat ilerlemesine rağmen , kız bir türlü kalkıp gitmiyordu. Nerede oturuyorsunuz? Sizi evinize bırakabilir miyim? Dün gece geldim İzmit’ten, bütün gün sizi aradım. İstanbul’da ne bir evim, ne de kalabileceğim bir yerim yok. Cihangir Bey iyice şaşkındı ve şüphe içine girmişti. Ben yalnız kalıyorum. Eğer sakıncası yoksa, benim evimde kalabilirsiniz… Üç tane odam var. Ben salonda yatarım. Kız, tamam gelirim derken, gözlerinde biriken ıslaklık, adamın dikkatini çekmişti. Kendisine bu kadını yollayan arkadaşını aradı , kadın tuvalete gittiğinde. Onun yirmi sekiz yaşında ve iki çocuk annesi olduğunu, kocasının bela bir sabıkalı üstelik uyuşturucu kullanan hırsız olduğunu anlatıvermişti arkadaşı acele ile . Gerisini konuşamadılar, çünkü kadın lavabodan çıkmış, ıslak taralı sarı saçlarını savurarak, içten gülümsemelerle ona doğru geliyordu. Adam saatine baktı, tam yirmi birdi. Acıkmadınız mı? Evet, çok açıktım .Biliyor musunuz bu gün benim doğum günüm. Bir kadeh beyaz şarap , yanında rokfor peyniri ile kalan günlerimin ilkini kutlamak istiyorum. Bana eşlik eder misiniz? Hem sizi biraz tanımış olur ve galeride nasıl bir iş yapabileceğinizi konuşuruz.
Güzel bir restorana yöneldiklerinde kadın buna itiraz ederek, hayır lütfen buraya müsait olmayan kıyafetimle sokmayın beni. Yanınıza yakıştıramadım kendimi. Cihangir Bey ,onun bu ezik konuşmasına üzülerek, yüzünüze bakan hiçbir kusur göremez , güzel gözleriniz her şeyi örtüyor, lütfen girelim demişti. Yirmi dört yaşlarına görünen bu güzel kadına, anlatın bakalım çocuklarınızdan, evinizden, neden İstanbul’a kaçtığınızdan, eşinizden bahsedin. Bir kadın gece yarısı evini terk edip,parasız pulsuz nasıl yollara düşebilir? Üstelik arkadaşım size bu kartı bir ay önce vermiş.
Evet. Bir süredir eşim uyuşturucu ve kumar illetinin pençesindeydi maalesef. İki küçük çocuğum var , oğlan sekiz, kız altı yaşında. Biz Selanik göçmeniyiz. On sekiz yaşındayken eşimi severek evlendim. Önceleri , mutlu olduğumuz günler de oldu. Ne var ki, birkaç arkadaşı ile önce içmeye, sonra kumara ve sonunda da uyuşturucuya başladı. Asıl mesleği su tesisatçısıydı. Ama uyanamaz, işe gidemez, hatta onu arayan müşterileri de tersler olmuştu. Bahçeli bir evde oturuyorduk. İzmit’in Adapazarı yolu önümüzden geçerdi. Çok korkardık çocuklarla yağmur yağdığı günler. Sel basmasın diye kapı altlarına havlular sıkıştırırdık. Yağmurlu, uykusuz geçen bir gecenin ardından , koyun melemeleriyle ve bahçeye giren on kadar koyunu çıkartmak için koşmuştuk. Telaşımız ve çocukların sevinç çığlıklar kocamı uyandırmıştı. Onlar bizim kimseye belli etmeyin, akşam gidecekler diyordu. Yatağın kenarına bıraktığı pantalonu ve gömleği pislik içindeydi. Ben şaşkın bakışlarla cevap beklerken, o sırtını dönüp uyumaya başlamıştı. Kalk cevap ver, dediğimde; anlasana lan salak karı, bu evde nasıl yiyip içiyoruz? Arakladık işte. Koyunlar gider gitmez, hemen bahçeyi bir güzel süpüreceksin gübreleri çiçeklerin dibine at. En besili olan koçu seç de, kavurma kuralım kendimize. Şu piçleri de sustur uyuyayım biraz. Gece gündüz çalışıyorum sizin için, be nankörler.
Akşama doğru çocuklar et yiyecekleri için sevinerek babalarının yolunu beklerken bir polis arabası durmuştu kapıda. Meğerse bunlar üç kafadar altmış kadar koyunu çobanı dövüp ,köpeğini öldürerek çalmışlar ve tam satış sırasında polis ortaya çıkarak onları yakalamış . Şimdi de, evde sakladıkları var mı diye gelmişler. Polislerin arasında üstü başı yırtılmış, suratı kan içinde dik dik bana bakarak, beni sen gammazladın yanına komam dediğinde ,yeminler ederek ben yapmadım diye ağlayıp, kendimi yerlere attığımı unutamam.
Dört ay sonra , iki arkadaşı ile çıkıp geldi eve. Ellerinde torbalar dolusu yiyecek ve içki vardı. Güya hapisten çıkışlarını kutlayacaklarmış. Mangalı bahçede yakıp etleri ve üzerine rakıyı yuvarlarlarken, çocukları az ilerde oturan ablama bırakmıştım. Bana gel otur masaya dediklerinde, kocamın boğazından bensiz geçmiyor etler diye düşünüyordum safça. İçirdikleri iki duble rakı benim başımı döndürmeye yetmişti. Fısıltılı konuşmalarını, sinsi gülüşlerini, hatta ihtiras dolu bakışlarını kötüye yormuyordum. Önüme konmuş olan pirzolaların kemiğini sıyırırken, onun iğrenç konuşmaları ile donup kalmıştım. Hani içerdeyken bizi ispiyonlayan kim olursa olsun , onu yaşatmayacağız diye yemin etmiştik ya, işte bizi polise gammazlayan karaktersiz orospu karşınızda oturuyor. Onu gebertmeden biraz eğlenmek ister misiniz? Zaten hayatta daha önceleri de aç gözlerle bakan iki serseri kollarımdan tuttukları gibi yatağımıza yani çocuklarıma hamile kaldığım, başucunda kuran-ı kerim asılı yatağa beni uzatıp elbiselerimi çıkartmalarımı söylediğinde, tamam çıkaracağım ama lütfen tuvaletimi yapayım, çok sıkıştım diyerek kendimi banyoya attım. Sonra, banyo penceresinden kayarak önce yan komşunun kapısına, sonra da İstanbul’a gelebildim benim öyküm bu işte.
Cihangir Bey, üzülerek dinlemişti bu acı kaderi. Ne mikrop , ne şerefsiz adamlar var, nasıl bakacaksın çocuklarının yüzüne utanmaz herif, diyordu. Saat gece yarısını geçmiş Cihangir Bey de kendisini, karısını, kızlarını anlatmıştı. Garip bir rahatlık duymaktaydı Yıldız Hanımın evine misafir olup ,banyosunu kullanmasına. Ona çift kişilik kendi yatağını vermişti. Bir kadın kokusu sarmıştı , yılların kuruttuğu kadınsız bekâr evini? Yoksa her evin bütünlüğü, hem kadın, hem de erkekten mi geçiyordu? Kolları uzun bornoz , ellerini gizliyor, ayak bileklerine kadar örtüyordu Yıldız Hanımı. Yüzünde hiç makyaj yokken bile çok güzeldi.
Hayaller içinde uykusuz ve yorgundu. Sabah’a karşı bir parça dalmıştı ki , mis gibi bir kızarmış ekmek kokusuyla uyandı. Kanepede pek rahat edememişti. Keşke kızlar için yaptığı ama hiç yatmadıkları odalardan birinde uyusaydım diye iç geçirirken , masanın kurulup, çayların bardaklara döküldüğünü gördü. Günaydın derken, inci gibi dişleri gülüyordu bir sıra, öpülesi dudaklar arasından. Aynı elbiseyi giymişti üzerine. Hemen bir şeyler almalıyız, diye düşündü.
Galeride ki, lüks araçların özelliklerini sabahlara kadar ezberliyor eski elemanlardan çok daha güzel servis veriyordu. Akşamları genellikle dışarda yemek yiyorlar , bazen de Yıldız Hanım aşçılıkta ki ustalığını sergiliyordu. Çok mutlu oldukları, iki güzel ayın sonunda Cihangir Bey ona sırılsıklam âşık olduğunu biliyor ve bunu açıklamak için fırsat kolluyordu. Bu gün sizi izledim çalışırken. Biraz hüzünlü gördüm üstelik. Bir sıkıntınız mı var Yıldız Hanım? Ah Cihangir Bey, nasıl sıkıntı olmasın ki, çocuklarım burnumda tütüyor. Onlar ne yapar, ne yer, ne içer, okula nasıl giderler, kızımın saçlarını kim tarar? Hayır, ağlamamalıyım. Cihangir bey, bir ara kendi çocuklarını geçirmişti aklından. Kadını anlıyordu. Anne işte , evlat hasreti çekerken nasıl mutlu olsun, nasıl beni de mutlu edebilsin? Biliyorsunuz yıldız hanım sizi çok beğeniyor ve sizin için ter temiz hisler besliyorum. Sizin mutluluğunuz benim de mutluluğumdur. En kısa zamanda sizi çocuklarınıza kavuşturmaya söz veriyorum. Yıldız Hanım gözyaşlarıyla Cihangir beyin boynuna sarılarak, size minnettar kalırım, kulunuz olurum, bu iyiliğinizi hiç unutmam, sizden başka kimsem yok.
Hava yine buz gibi soğuk ve yağışlıydı. Erken kararmıştı, kara bulutlara meftun gece. Ya ay nerelere saklanmış ,neden görünmez olmuştu? Kurt dumanlı havayı sever, haydi Cihangir, göster kendini diye iç çekti. Yıldız Hanım’a, atlayın bakalım arabaya, nereye gideceğimizi eminim çok merak ediyorsunuzdur. Çocukları alacağız. Akşamları kocanızın kumara takıldığını söylemiştiniz. Bir telefon etsek de çocuklar hazır olsalar.
İzmit in , Ankara çıkışında yoldan aşağıda kalan bir düzlük de yaklaşık otuz kadar, bahçe içinde gece kondu vardı. Yıldız hanımın dediği gibi her yağmur burada sel olabilirdi. Mercedes in altını , çukur dolu stabilize yolda vura vura girdiler sokağa. Yaklaştıkların da telefonla uyardıkları çocukları onları pencerede beklerken bulmuşlardı. Evin kapısı kilitliydi ama pencerenin demirleri olmadığı için camdan almışlardı çocukları. Tam hareket edeceklerdi ki, bunlara mani olmak isteyen bir komşunun attığı taş ile kırılan arka cam arabadakileri oldukça korkutmuş, çocukların çığlıkları ayyuka çıkmıştı. Cihangir bey arabanın o bozuk yolda altını vurmasına aldırmayarak gaza basıyordu.
Gece yarısından çok daha sonra gelmişlerdi Bağdat caddesinin deniz tarafındaki evlerine. Uyuklayan çocukları ve onların birkaç eşyasını kucaklarında taşıyarak çıktılar dairelerine. Cihangir Bey’in kızları için hazırladığı odalara çocukları yatırıp , salona geçmişlerdi. İki aydır yattığı televizyonun karşısındaki kanepeye çarşaflarını seren Cihangir Beyin yanına oturup, ellerini tutan Yıldız Hanım , çok mutlu ettiniz beni Cihangir Bey. Siz burada yatarken kendi yatağınızın bana vererek onurlandırdınız. Yaptığınız hiçbir şeyi ve bu geceyi asla unutmayacağım. Ayrıca çok cesurmuşsunuz. Tamam Yıldız Hanım, çocukları aldık işte, lütfen silin gözyaşlarınızı. Mahkemede de çocukları bırakmayacağız, o iğrenç adama. Ellerini öpen genç kadının çenesini tutarak kaldırıp, dudağına mahcup bir öpücük kondurmuştu. Benden oldukça gençsiniz, sizi sevmeye hakkım var mı bilemiyorum Yıldız? Bende sizi seviyorum. Siz mert ve şefkat dolu bir insansınız. Bana hiçbir erkeğin davranamayacağı kadar dürüst ve saygılı oldunuz. O gece Cihangir Beyin omuzuna başını dayayan Yıldız Hanım, uyuya kalmıştı. Sabah, çocukların sesleriyle uyandıklarında birbirine bakarak gülüşmeye başlamışlardı. Cihangir Bey daha önce almış olduğu oyuncak bebeği çiğdeme, uzaktan kumandalı arabayı Yılmaz’a vermişti. Haydi, bakalım alışverişe, kim ne istiyorsa hiç çekinmeden söyleyecek. Tamam, mı çocuklar. Oysa onlar o kadar küçücüklerdi ki onlar için anneleri seçecekti.
Duruşma günü İzmit’e, Yıldız hanımı ve çocukları kendi arabasıyla göndermiş, şoförünü ve korumasını da onların emrine vermişti. Cihangir Abi, bu herif yanımıza geldi. Konuşmak istermiş. Emrin nedir abi? Konuşsun bakalım tüm bük, Yıldız hanımın ve çocukların yanından hiç ayrılmayacaksın, mahkeme öncesi vukuat olmasın, dikkatli ol Ökkeş. Cihangir bey onlarla gitmediğine çok pişman olmuştu. Ne isteyebilir ki bu hırsız ? Odanın içinde ileri gidip geliyor sürekli duvarda ki saate takılıyordu gözleri. Neredeyse yarım saat dolacaktı. Yıldız her şeye rağmen kocasına dönerse ne yapardı? Ya da onu hala seviyorsa? Severek evlendiğini söylemişti . Bu korkunç hayallerle donup kalmıştı. Çayına şeker atmadığını hatırladığında bardağın buz gibi olduğunu, çayı içmeyi bile unuttuğunu anladı ,acaba telefonla arasa mıydı? Aniden telefonunun çalmasıyla irkilerek, korku için de , evet tuşuna basabildi. Abi bu lavuk çocukları annesine bırakarak boşanırım ama Mercedes ile yüz bin dolarlık da senet isterim diyor. Senin arabayı isteme, bu âlemde ayıptır .Söylemesi karını istemesiyle aynıdır abi. Bırak şu herifi , dizden aşağı infaz edeyim. Âleme ibret olsun abi. Cihangir Bey’e, bir mutluluk ,bir rehavet çökmüştü. Beklediği olmuştu aslında. Biraz tuzluya mal olsa da, hayatının kadını için değerdi. Bana bak Ökkeş, mahkemeden sonra arabanın anahtarlarını hemen o herife ver. Benim vekâletimle bir muameleci bul ve satış için vekâlet çıkar. Bankanın önünde bekle senin hesabına yüz bin dolar havale ediyorum. Çocuklar şoförle bir yerde yemek yesinler. Heriften, mahkeme kararına itiraz ederse dört yüz bin dolar ödeyeceğine dair yazı al. Sonra bir taksi tutup dönün.
Akşam yemeği vaktinde dönmüşlerdi. Çok güzel bir restoran da yemeğe gittiler. Benim için yaptığın bu fedakârlığı hiç unutmayacağım Cihangir. Bundan sonra çok mutlu olacağız Yıldız’cığım. Bir sürprizim var sana. Cihangir Bey ceketinin cebinden çıkardığı küçük kutuyu aralayarak , tek taş bir yüzüğü Yıldız hanıma uzatıyordu. Çocuklar çok heyecanlanmışlardı. Benimle evlenir misin Yıldız? Önce iki küçük yavruya bakıp onların geleceğini hayal ediyor onlara böyle bir baba bulmanın imkânsızlığını düşünüyordu. Sonra büyük bir mutlulukla cevap verdi. Evet sevgilim, bin kere evet.
Neredeyse bahar, ardından yaz ayları gelmişti. Sonbaharda evlenme kararı almışlardı. Çocukları iyi okullara yazdırmışlardı. Evde karı kocaların beceremediği saygı ,sevgi ve mutlu bir hayatları vardı. Yıldız Hanım, aşçılıktaki hünerlerini sergiliyor, Cihangir Bey’in hasret kaldığı ev yemekleri ile dostlarını davet ediyorlar, mutluluklarına onları da ortak ediyorlardı. En yeni model Mercedes’i de, çekmişlerdi altlarına. Galeriye, bir hareket ve bereket getirmişti Yıldız Hanım. Yaz tatillerini, Cihangir Bey’in Marmaris İçmeler ’de ki, yazlık evinde geçirmişlerdi. Geniş bir bahçe, ortada yüzme havuzu, arka tarafta tavuklar ve galeride ki koruma köpeğinin, yeni doğmuş yavrusu. Çocuklar, ilk defa yaşadıkları bu ortamda çok mutlulardı. Çocuklara bisiklete binmeyi öğretmek görevi Cihangir Bey’indi. Düşmemesi için Çiğdem’i tutarken kendi kızları geliyordu aklına. Ah nankörler, ananız beni boynuzladı, onun için boşadım onu, peki size ne kötülüğüm oldu da beni aramaz, sormazsınız. Ben sizin için sadece bir para ağacı mıyım? Üstelik ne versem, ne yapsam yaranamam da. Nişanlanmışsın ilk göz ağrım , beni davet bile etmediniz, belki de annenin fikriydi.
Evdeki eski mobilyalar, yatak odası ve mutfak yenileniyor, Yıldız Hanım’ın hayallerine uygun olarak alınıyordu. Gardıroplar da yeni ve modayı yansıtan giysilerle doluydu. Bir de, Yıldız Hanım’ın evlenmek için şartmış gibi üzerine bir ev alınması dayatması olmasa. Bak hayatım artık evli olacağımıza göre , ne gerek var yeniden ev almaya. Bana bir şey olsa bile, bunların hepsi senin olmayacak mı? Hem evlenince çocukları da , nüfusuma geçirmeye sana söz verdim. Ben, kızlarınla, karınla uğraşamam Cihangir. Ama hayatım, bu yıl kazandığımdan fazla giderim oldu. Galerinin ana sermayesini azaltmaya başladık. Lütfen anlayışlı ol Yıldızcım. Söz veriyorum iki yıl içinde üzerine şahane bir daire alacağım, kimseyle de paylaşmayacaksın.
Bu soğuk rüzgârlar, evdeki havayı da etkilemişti. Yıldız Hanım ev ile yatıyor ev ile kalkıyordu, üstelik henüz evli de değillerdi. Bir sabah galeriye geldiklerin de, dönen platform üzerinde ki ,en flaş arabalarının, beş yüz S Mercedes’in önünde takım elbiseli dört kişinin ilgi ile bakındıklarını, bir elemanın kaputu açıp, onlara tanıtım yaptığını gördüler. En yeni model ve en pahalı olan bu arabayı galerinin içinde teşhir ediyorlar, içine oturmaya izin bile vermiyorlardı. Gelenler iki yaşındaki üç yüz SEL ile takas etmek istiyor, kaldırıma çektikleri arabalarını gösteriyorlardı. Arabayı baktırmaya , Yıldız Hanım ve Ökkeş de onlarla birlik de gideceklerdi. Patron şoförden anahtarı alıp direksiyona geçmi, üç adamını galeride bırakmıştı. Bu tuhaf bir durumdu . Cihangir Bey, içinden bu iş olursa iyi para kazanırım, Yıldıza ev almamam için bir sebep kalmaz, onu mutlu ederim , diye düşünüyordu. Böyle şahane bir kadın geleceğini, onun güzel düğün hediyesi ile garantiye almalıydı.
Gelenlerin küçük bir mafya grubu olduğunu , ancak çok büyük işe bulaştıklarını odasındaki adamların konuşmalarından anlamıştı. Bunlar uyuşturucu işinden iyi bir para kaldırmış olmalılardı. Eski arabalarının, narkotik takibinde olduğunu, yeni bir arabayla dolaşmaları gerektiğini, ağızlarından kaçırmışlardı. Yıldız Hanım bir türlü geriye dönmüyordu. Neyse ki, Ökkeş yanlarındaydı. Ökkeş’e bir telefon açarak nerede olduklarını neden bu kadar işin uzadığını sormuştu. Muayene İstasyonu yemek paydosuna girmiş şu anda, Yusuf abi bize kebap ısmarladı. Araba çok temiz abi. Cihangir Beyin içi burkulsa da sesini çıkaramamıştı. İki saat sonra geldiklerinde Yıldız ile Yusuf Bey’in samimiyetleri gözümden kaçmamıştı. Eski arabaları kontrolden geçmiş istenilen fiyat uygun bulunmuştu. İki gün sonra için randevulaşmışlar ve Yusuf Bey beş yüz S in özeliklerini, teknik donanımını düşüneceğini, zırh kaplanması için araştırma yapacağını söyleyerek gitmişti. Bu adam kırk yaşlarında olmalıydı. Doğulu olmakla övünüyor, lehçesini bile değiştirmek lüzumunu duymadan o aksanla konuşuyordu. Üç karısı ve dokuz çocuğu olduğundan üç katlı büyük bir evde oturduklarından, mafyanın popüler liderlerinin onu desteklediğinden bahsediyordu.
Akşam Yıldız Hanım’ı şoför ile eve yollayıp, herkes gittikten sonra odasına çekmişti Ökkeş’i. Yazıhanesinin arkasında iki büyük döşenmiş oda vardı. Bunlardan birini yatmak, dinlenmek için ,diğerini özel misafirlerini ağırlamak için kullanırdı. İçmek de olduğu içki de, bir duble de ona ikram etmişti. Belalardan kurtardığı hapisten baktığı bu güçlü adam , bir suç işlemişçesine tedirgindi. Bana doğru konuş Ökkeş, bilmediğim bir şeyler mi var. Bunlar uyuşturucu içindeler, onlara katılmaya mı meyil ettin yoksa? Eskiden zor dönmüştün o yollardan, unuttun mu? Ökkeş’in başı öne düşmüştü, utanç ve korkuyla. Abi çok iyiliğini gördüm, çok ekmeğini yedim. Babamın yapmadığını yaptın bana. Ama ben, bu işten sıkıldım be abi. Açıkçası heyecan istiyorum, daha çok para kazanmak istiyorum. Sana yalan söyleyemem, Yusuf Bey’in bir teklifi oldu. Senin gibi adam arıyorum yanıma dedi. Müsaaden olursa… Belindeki silahı masaya bırak ve defol git buradan. Köpek herif, eşini ve çocuklarını ortada bırakacaksın. Bu yolun çıkmaz sokak olduğunu bilmiyor musun? Ne çabuk unuttun seni zor kurtardığımı bu beladan. Ökkeş hiç cevap vermeden belindeki silahı ve iki yedek şarjörünü masaya bırakarak yürüyüp gitmişti. En güvendiği adam, ilk defa gördüğü bu mafya bozuntusunun tuzağına düşmüştü bile. Bardağı ağzına kadar doldurup birkaç yudumda bitiriverdi. Ciğerleri yanmıştı sanki. Sallanarak ayağa kalkıp arabasına doğru yürüdü. Ayakları bu sefer eve, sevdiği kadına, çocuklara gitmiyordu. Acaba Yusuf Bey, Ökkeş’le konuşurken, o ne demişti. Müdahale etmiş olabilir miydi?
Masada yemek falan yoktu. Yıldız erkenden yatmıştı ve çocuklar gürültü ile oynamaktaydılar. İlk olarak yatak odasına gitti. Bitkin görünüyordu Yıldız Hanım. Neyin var sevgilim? Hasta mısın yoksa? Allah’ın cezası, evdeki bütün eşyayı satıp, anasının yanına geçmiş. Ah, bir mafya sevgilimin olmasını ne çok isterdim. Onun bacaklarını kırdırıp, hayâlarını fincanda yutturacak, benim intikamımı alacak bir sevgilim olmasını. Cihangir Bey donup kalmıştı. Hayatım, burada ne eksiğimiz var ki, bu kadar üzülüyorsun? Kocanla anlaştık, her şey yolunda giderken nereden çıktı bu mafya işi? Cihangir, sen korkak bir adamsın. Hem beni sevdiğini söylüyorsun, hem de bütün eşyalarımı satan, dağıtan adama hiç bir şey yapamıyorsun. Sen yardım etmezsen, ben yapabilecek birini bulacağım tamam mı?
Birkaç gün sonra yine Yusuf Bey ve adamları dolmuştu galeriye. Yıldız Hanım çok şıktı o gün. Telefonuna gelen ve hemen sildiği mesajların kimden geldiği anlaşılıyordu Kapıda, en kancık gülüşleriyle karşılamıştı adamı. Fısır fısır konuşuyorlar, etrafındakiler pis sırıtışlarla onları izliyor, masasında donmuş balıklar gibi hareketsiz kalmış olan Cihangir Bey şaşkın ruhuna, geçmişin bütün pisliklerini karıştırarak hareketsiz, bahtına kırgın ve feleğe söverek onları izliyordu. Yıldız Hanım, kahveyi kendi eliyle yapmış, servisini de sekretere bırakmamıştı. Bembeyaz bacaklarını mini eteğini fütursuzca açarak sergiliyor, kahveyi ikram ederken gömleğinin en üstünden bir düğmeyi daha çözüp, dolgun göğüslerinden arzular fışkırtıyordu. Yusuf Bey’in bu güzellikten etkilendiği, ses tonundan lütufkâr iltifatlarına, bakışlarından adamlarına otoritesini hatırlatmak için sert emirler vermesine kadar, her halinden belliydi. Sonra birden ciddileşen yüzünde Yıldız Hanım’a acıyan bir hüzün belirmişti. Bir zaman konuşmadan durdular. Yıldız Hanım’ın masasından kalkan Yusuf Bey, sinirle camlı oda kapısına kadar gelip, Cihangir Bey, Yıldız Hanımın eski kocasıyla bir derdi var. Onunla bir yerde konuşmam lazım. Müsaaden olur mu? Deyiverdi. Cihangir Bey neredeyse bayılacaktı. O karar verdiyse, konuşabilirsiniz diyerek cevap vermişti. Yıldız Hanım, Cihangir Bey’e hiç bakmadan, nişanlısı gelmiş taze kızlar gibi heyecanla çantasını toplayıp, dışarı çıkmıştı bile. Arabanın kapısını ona ceketinin önünü saygıyla ilikleyen Ökkeş açıyordu.
Rüya mıydı, yoksa kâbus mu, neler oluyordu, bu dönen fırıldak insanlık mıydı? O gece geç saatte biraz alkollü olarak gelmişti eve. Çocuklar uyumuşlardı. Kızın üstünü örttü. Oğlan bir bardak su istiyordu, gidip getirdi. Yıldız, henüz eve gelmemişti. Salondaki büyük yemek masasına oturup , onu beklemeye başladı. Tam biraz dalar gibi olmuştu ki, anahtarın kilidi çevirme sesiyle irkildi. Kapı önündeki fısıldaşmayı da duyuyordu. Yusuf Bey, Yıldız Hanım’ı eve kadar getirmişti. Oldukça alkol aldığı belli oluyordu. Gözleri giderken eteğinin içinde olan bluzuna takılmıştı ,geldiğinde eteğinin dışındaydı. Nereye gittin Yıldız, telefonunu da kapatmışsın, meraktan öldüm. Yıldız Hanım, o vahşi dişi kurt havasına bürünmüş, acımasız nazarlarla Cihangir Beyi şöyle bir süzerek, Yusuf’un villasına gittik. Yusuf’un sana iletmemi istediği bir teklifi var. İki yüz elli bin Dolar alacaksın ve beni azat edeceksin. Biz evleneceğiz, bu fırsatı kaçıramam, beni anlıyorsun değil mi? Adam aklının alamayacağı kadar zengin. Sen neler saçmalıyorsun Yıldız? O herif zaten evli. İmam nikâhlı iki karısı daha var üstelik. Ben sana gece yarılarına kadar mı izin verdim. Biz evlenme planları yaparken , sen neler saçmalıyorsun? Çocuklar onu kabul eder mi zannediyorsun? Yapma Yıldız, mutluluğumuzu lütfen bozma. Ne mutluluğu be. Üzerime bir ev yap dedim, yapmadın. Elin oğlu gittiğimiz villayı benim üzerime yapacak kadar hovarda. Mesele çıkartma, gerçi çıkartsan ne yazar. Sen bu güne kadar ne yaptın ki?
Cihangir Bey , o gece sabaha kadar oturduğu yerden kalkamadı. Yemek masasına başını dayayarak uyumuştu , sabaha karşı. Uyandığında Yıldız Hanımın gitmiş olduğunu görmüştü. Çocukların odalarına koştu, yoklardı. Bir kere daha terk edilmişti. Kusur ondaydı belki de. Galeriye geldiğinde yanına yaklaşan sekreter, ona bir zarf uzatmıştı. İçinden çıkacak olanı tahmin ediyordu. İki yüz elli bin Dolar karşılığı bir çek ti bu. Sekreteri, Yıldız Hanımın telefon ederek masasındaki eşyalarını boşaltıp bir kutuya koymasını istediğini, kendisinin yarım saate kadar geleceğini söylemesi, onu metin olmaya itmişti. Adamın yedi ayda kurduğu hayaller, yedi günde yıkılmıştı ya, işte bunu kabul edemiyordu.
Gerçekten yanında bir koruma ile galeriye girmiş, eşyalarını yanındaki ile arabaya yolladıktan sonra, onu boş gözlerle seyreden Cihangir Bey’e , büyük balık , küçük balığı yutar Cihangir. Üstelik sen de, karlı çıktın bu işten, demişti. Cihangir Bey, içinde dört parçaya bölünmüş çek olan zarfı , hiç konuşmadan geri uzatmıştı. Ne hissettiği bilinmez ama yıldız Hanım, zarfın içine baktığında yırtılmış olan çeki görüp, sen salaksın, hem de çok salak. Ha biliyor musun? Polise kocamı ben ihbar etmiştim. Topuklu ayakkabılarını mermer döşemenin üzerinde karda kızakların yağız atlarının çıngırakları gibi şakırdatarak onunla hiç konuşmayan Cihangir Bey’in yanından yürüyüp gitmişti.
Cihangir Bey, sekreterine galeriyi kapatıp çıkmasını söylemiş, arka odada gözlerini tavanda bir noktaya dikerek donup kalmıştı. Çocukluğu geçiyordu önünden. Annesinin yaptığı rengârenk fırıldakları sattığı günler, Benhur filminin biletlerini karaborsada satarak para kazandığı günler, ilk kız arkadaşı, ilk öpüşmesi, ilk genel eve gittiği gün, ilk evliliği… Bu beden, bu beyin, bu kalp hala benim mi? Nasıl dayandın dostum, kalleş rüzgârlarına ağaçsız ovaların. Fotitalar hiç mi kaçmadı burun deliklerine. Şu taş gibi milyonluk arabaların, çelik kaportalarını çürüten zaman, neler almaz ki senden. Bir gülüş sarmıştı dudaklarını, yaşlı adamın fıkrası gelmişti aklına. Yalancı Arşimet, sahtekâr Arşimet; hani suyun kaldırma kuvveti vardı? Nataşa’yı küvete soktum suyun kaldırma gücü nerede, yalancı?
O odadan yedi gün hiç çıkmadı. Sadece su içiyor, sekreterinin getirdiği tostları zoraki yiyordu. Sakalları uzamış, çok kilo vermiş ve bitkin bir haldeydi. Sekreteri elinde koca bir duvar aynasıyla gelip banyodaki aynanın yansımasında onun bembeyaz olan kafasının arkasındaki saçlarını gösteriyordu. Doktor güler yüzü ile gelmiş onu bu yedi günlük hücreden çıkartabilmek için dil döküyordu. Siz şeker komasına girmek üzeresiniz. Ölçme cihazına bakın. Beş yüz sekseni gösteriyor.
Yanılıyorsunuz doktor. Belki yedi gündür komadaydım ama artık değilim. Bence bu hastalıktan bir aşı daha olarak kurtuldum. Artık hiçbir kadın beni hasta edemez, hiçbir kadın.
O gün akşama doğru berbere gidip güzel bir tıraş oldu. Çok halsizdi, yine de kendisini toparlayarak sekreteri ile birlikte Bağdat Caddesinin en güzel mağazasına gittiler. İkisi de en iyi elbiseleri giyerek birbirlerine çok yakıştı falan gibi iltifatlar ediyorlardı. Telefona sarılmış galerideki adamıyla konuşuyordu. Wakko’nun önündeyim. Beş yüz S ‘i getir oğlum. Ama abi plakası bile yok, tamam Cihangir abi , emredersin abi.
Sekreterine aldığı minicik elbiseden taşan bacaklarına bir göz attı. Vay be, ben bu güzelliği neden fark etmedim? Üstelik aşılısın be aslanım. Kız da, yakıştı Mercedes’e hani.
Yaşamak hoştur, gerisi boştur.
E.Yaşar Ovalı 19. 08. 2016
YORUMLAR
Sevgili Abim.
Son zamanlarda iyice karabatak oldun adeta. Bir dalıyorsun bir daha ne zaman çıkacağın belli olmuyor. İnşallah önemli bir sıkıntı yoktur.
Ha sıkıntı memleketin ahvali diyecek olursan o sıkıntı hepimizde var. Ama yine de buralardayız ve bir şeyler karalamaya çalışıyoruz. O bakımdan seni de aramızda daha sık görmek isteriz.
Gelelim yazıya:
Beni ve yaşadıklarımı az çok biliyorsun. O bakımdan ben bu yazıya roman bile yazarım yorum olarak ama kısaca '' Çok haklısın abi. Kadın insanı hasta eder'' Diye yorum yazacağım.
Selam ve sevgilerimle.
kukurikuu
Çok haklısın artık eskisi kadar kendimi veremiyorum. Yazılarımı defterime yazıyorum ama bilgi sayara nakil etmek çok zor geliyor. Bir de Tarabya'da bir satış bürosunda sorumluıluk aldığım için zamanım çok kısıtlı.
Kadın gerçekten hasta ediyor Dostum. Hatta öldürür anasını satayım.
Gözlerinden öperim kardeşim.
Sevgili komutanım, hoş geldin. Sağlığının iyi olduğuna sevindim. Öykü tam ibretlikti. Galericilik yapan Cihangir gibi karekterler biraz uyanık olmalı ama bu biraz fazla iyiniyetli. Gerçi göçmen hatun fotoğraftaki kadar varsa, bu yaştan sonra ben de ehli namus kalabilir miyim, bilemiyorum. :) Şaka tabii... Erkeklerin en salak olduğu anlar güzel bir kadınla karşılaşma anlarıdır. Akıllı bir erkek ise kadınlardan uzak durmayı becerebilen erkektir. Ne dersiniz? Sekreterle de bir macera yaşamasa bari..: Selamlar, saygılar
kukurikuu
Uzun süredir yazmakla ilgilene miyorum. Nasılsın dostum? Sıhhatin nasıl?
Erkek olmak işte böyle bir zayıflık ne yazık ki.
Bu ehli namus kalmanın yaşı başı olmaz da,
ya birşey yapamazsam korkusu ola bilir. Adam
Arşimet'e boşuna küfürü basmamış olsa gerek.
Sevgi ve saygılarımla.