6
Yorum
0
Beğeni
0,0
Puan
1121
Okunma
Lukaku topu ceza sahasına ortalıyor. Savunmadaki Besler topu uzaklaştıramayınca yuvarlak meşin De Bruyne’ün önüne düşüyor. O da bekletmeden yerden bir şut çıkarıyor. Gooool! Gol anasını satayım. Budur! Böyle filelere takılır. Ayaktayım, içim içime sığmıyor. Belçika ne kadar da güzel çaktı ama!
İster istemez sessizlik dikkatimi çekiyor. Koca İrlanda barında bir tek ben tezahürat yapıyorum. Bakışlar ekranlardan bana çevriliyor. Tek bir gülümseyen yüz göremiyorum. Belçika İrlanda’yla ikinci tur maçı oynamıyor ki; bu gerginlik neden? Golü yiyen Amerika. O zaman... Belki de İrlanda barının Amerika’nın göbeğinin ortasında, barda da benden başka herkesin Amerikalı olmasının bu sessizlikte etkisi vardır. Yanımda oturan Gordon “Otur istersen; öyle daha rahat seyredersin” diye fısıldıyor. Çaresiz oturuyorum.
On iki dakika sonra Belçika bir gol daha atıyor. Bu sefer ses çıkarmıyorum. Hatta heyecanımı bastırsın diye önümdeki çerezlerden ağzıma bir halepeno biberi atıyorum. Acı! Acı anasını satayım. Yine ayağa fırlıyorum. Bu sefer kollarımı havaya kaldırmadan ama acele ile tuvaletin yolunu tutuyorum. Tüm ağzımı yıkama çabam sonuç vermiyor; tuvalet çıkışında biber gözlerimden yaş getirmeye devam ediyor. Ben tuvaletteyken Amerika bir şeref golü atmış ama umurumda değil. Ağzım yanıyor Belçika’nın galibiyeti yüzünden. Biz bardan çıkarken Amerika da Dünya Kupasına veda ediyor.
...
Brüksel’deki ev sahibimiz Vincent ve eşi Veronique yerlerine oturma fırsatı bulamadan sürekli servis yapıyorlar. Bir yandan acelelerini hak veriyorum: Yemek faslını final maçından önce tamamlamaya çalışıyorlar. Yedi sekiz kişilik bir grubuz. Yerken sohbet ediyoruz, klasik sorular soruluyor: Final maçında kimi tutuyorsun? diye. Maç Fransa ile Portekiz arasında. Ben Fransa diyorum. Zaten üzerimde mavi, beyaz, kırmızı renkler var. Benim dışımda bir tek Geraldine adında bir kadın giydiği renklere dikkat etmiş.
Yemeğin bitimi maçın başlamasıyla kesişiyor. Salonda, duvara yansıtılan dev ekranda maç başlıyor. Tek başıma bir koltuğa ilişiyorum. Yanımdaki kanepede Geraldine var ama ben önümde oturan Jean-François ile sohbet ediyorum. Civardakiler Jean-François ile dalga geçiyorlar, Portekiz’i tuttuğu için.
“Portekizli kız arkadaşın mı var?” diye soruyorum.
“Yok, sırf millete zıtlık olsun diye”.
Geraldine ilginç bir kadın: Maça herkesten çok yoğunlaşıyor. Şarabını bir kenara bırakıyor, oyunculara saydırıyor. Fransız oyunların ne fahişeliği kalıyor, ne de eşcinselliği. Rakip takıma ya da hakeme ilişmiyor. Derdi kendi takımıyla.
Maçı seyrettikçe gönlüm Portekiz’e doğru kaymaya başlıyor. İkinci yarı başladığında artık tamamen Portekiz’i tutuyorum. Ataklarında heyecanlanıp yerimden kalkıyor, şut kaçırdıklarında “Hay seni...” diyorum.
Maç uzuyor, golsüzlük sürüyor, çimler büyüyor. Neden sonra Eder pası alıyor ve yirmi üç metreden topu filelere yolluyor: Gol! Gol anasını satayım. Budur! Böyle filelere takılır. Ayaktayım, içim içime sığmıyor. Portekiz ne kadar da güzel çaktı ama!
Salonda çıt çıkmıyor. İnsanlar golün tekrarını seyretmek yerine bana bakıyorlar. Ne oldu ki? Hepiniz Belçikalı değil misiniz? Gözüm Geraldine’in mavi, beyaz ve kırmızı kıyafetine kayıyor.
“Geraldine Fransız mıydı?” diye fısıldıyorum Jean- François’ya.
“Anlamamış mıydın aksanından?”
“Yoo. Peki başka Fransız var mı salonda?”
Jean-François ev sahibimizi işaret ediyor. Sonra ismini hatırlamadığım bir kadını. En sonunda da kendini gösteriyor. Bu kadar Fransızın Belçika’da işi ne diyeceğim ama susuyorum.
Şampiyon Portekiz oluyor. Kimseyle göz göze gelmemeye çalışıyorum.
...
Geraldine ilginç bir kadın: Herkesin bira içtiği bu yaz sıcağında o şarabında ısrar ediyor. Sohbet ediyoruz. Ona önümüzdeki ay Amerikan vatandaşı olacağımı anlatıyorum. Vatandaş olunca adımı değiştireceğimden bahsediyorum.
“Adın ne olacak?”
“Gaston... Gaston Laporte!”
“Niye bir Fransız ismi seçtin ki kendine?”
“İsmim kendi kulağıma yabancı geldikten sonra Amerikalı ya da Fransız olması farketmiyor. Ben de ilginçlik olsun diye Fransız’da karar kıldım.”
Düşünceli bir şekilde şarabından yudum alıyor.
“Sende alışkanlık olmuş sanırım: Düzenli olarak yanlış yerde yanlış ata oynuyorsun.”
...
Gecenin devamında Jean-François’yla uzun uzun sohbet ediyorum. Eğer dediğini doğru anladıysam Fransızca’da Gaston bizdeki Şaban’ın karşılığına denk geliyor. Taşlar yerine oturuyor.