- 353 Okunma
- 0 Yorum
- 0 Beğeni
-MODERN EDEBİYATIMIZI ETKİLEYEN KİMİ UNSURLAR-
“Düşünce, duygu ve hayallerin sözlü ya da yazılı olarak güzel ve tesirli biçimde anlatılması sanatı”
Edebiyatın genel geçer bir tanımı böyledir. Yani edebiyatın kapsamında, verilmek istenen mesajın kendisinden ziyade biçimsellik ögelerinin öne çıktığı söylenebilir. Anlatmak istediklerimizi nasıl ifade ettiğimiz belirginleşir. Öyle ise estetik değerler üzerinde durmak gerekecektir.
Bu doğrultuda edebiyat değerleri ve bunları besleyen unsurlardan söz edebiliriz. Tam da bu noktada dilin zenginliği ve ifade olanaklarını başta gelen bir etken olarak görürüm.
Bu hususla ilişkili olarak Türkçemizin tarihsel düzlemde bir zenginliğe sahip olduğundan söz edebiliriz. Bunu besleyen unsurlar arasında Türk tarihinin binlerce yıl öncesine uzanması kadar, Karamanoğlu Mehmet Beyin Türkçeyi resmi dil olarak kabul etmesinin ve Ali Şir Nevai’nin Türkçeyi Farsça’ya karşı müdafaa eden tutumu ve bu amaçla "Muhakemetü’l Lugateyn" adlı eserini kaleme almasının yeri önemlidir.
Geçtiğimiz yıllarda Fatih Üniversitesi tarafından düzenlenen ve Ali Şir Nevai’nin çalışmalarını konu alan Sempozyumda, dönemin Özbekistan İstanbul Başkonsolosu Abror Gulyamov tarafından belirtilen bir hususta ayrıca ilgi çekici olmalıdır. Ünlü Rus şairi Puskin’in eserlerinde tekrarlanmayan kelime sayısı 21000, İngiliz oyun yazarı Shakespeare’nin eserlerinde 20000, Cervantes’in eserlerinde 18000 olmakla beraber, Ali Şir Nevai’nin eserlerinde ise 26000 dolayında belirlenmektedir. Bunda Ali Şir Nevai’nin Arapça, Farsça ve Urduca gibi dillerden de yararlanmasının önemine işaret edilmektedir.
Bu bağlamda düşündüğümde Osmanlıca’yı da Türkçemizin tarihi birikiminde ehemmiyetli bir unsur olarak dillendirmek mübalağa olmayacaktır. Osmanlıca kimi zaman sanıldığının aksine İmparatorluk Türkçesi bağlamında ele alınabilir. Türkçe, Arapça ve Farsçanın sentezidir. Bu açıdan Osmanlı Türkçesi olarak da anılır. Bu noktada ulusalcı ya da milliyetçi bağlamda kimi itirazlar bizleri karşılayabilir kuşkusuz. Ancak o çağların özgün şartları dairesinde de düşünmek gerekir. Açıkçası, yeryüzünün diğer köşelerinde de; millet, milliyet ve ulusal kültür evresine henüz geçilmediğini hesaba katmakta fayda bulurum.
Ne var ki, Osmanlının son dönemlerinde Abdülhak Hamid ve Edebiyat-ı Cedide etkisiyle ağdalı bir Osmanlıcanın geliştiği bir süreçten de söz edebiliriz. Milli Edebiyat bünyesinde Genç Kalemler ve Beş Hececiler akımlarının dilde Türkçülük mücadeleleri etki-tepki bazında ele alınabilir. Dolayısıyla Atatürk’ün öncülüğünde yürütülen dilimizi yabancı dillerin boyunduruğundan kurtarmak politikası haklılığı ölçüsünde yeni olmayıp 1910’ların devamı olarak anlaşılmalıdır. Ancak Atatürk’ün sözünde dilimizde hiç yabancı kelime olmayacak anlamı arayan ve bulanlar yanılgı içerisindedir. Atatürk’ün kastı dili yabancı dillerin hegemonyasından kurtarmaktır. Takdir edersiniz ki, hegemonya hâkimiyet ifade eder; yoksa dilde hiç yabancı kökenli kelime olmaması anlamına gelmeyecektir. Demem odur ki, Türkçenin tarihin çeşitli devirlerinde yerleşmiş ve kökleşmiş kelimelerini dilin doğal ayıklanma süreçlerini göz ardı ederek atmak anlamına gelmeyecektir. Atatürk’ün, yöresel ağızların derlenmesi amacıyla sözlükler hazırlanması talimatı vermesi de bu anlama gelmiyor mu? Ömer Asım Aksoy’un öncülüğünde hazırlanan "Gaziantep Ağızları Sözlüğü" örneğinde olduğu gibi.
Fakat Atatürk’ün ölümünden sonra gelişen özleşmeci yaklaşımlara mesafeli baktığımı söylemeliyim. Bu noktada bazı edebiyatçılarımızın kullandığı uydurmaca deyişini hiçte yabana atmamak gerektiğini düşünürüm. Açıkçası, dilimizin tüm zenginliğini terk edip Türkçeyi adeta kuşdiline çeviren Atatürk sonrası gelişmeleri tasvip ettiğimi söyleyemem. Bu şekilde davrandığımızda edebiyatımızın dünya üzerinde seçkin bir hüviyet kazanmasını beklemek de gerçekçi olmayacaktır. İstisnai adlar varsa onlarda dilimizin klasik dönemlerden gelen zenginliğinden yararlanan isimlerdir diye düşünmekteyim.
Ancak bir hususu da unutmamak gerekir. Bir durumu eleştirirken sebepler üzerinde de durmalıyız değil mi? Bunun gibi özleşmecilik üzerinde dururken tarihsel zemin bazında bazı değerlendirmelerde yapabilmeliyiz. Hani nereden o noktaya gelindi sorusunun yanıtı da önem arz eder. Bu konuda Tanzimat ve Meşrutiyet dönemi ile beraber Cumhuriyet dönemimize de sarkan bir yaşam öyküsüne sahip edebiyat adamımız Abdülhak Hamid Tarhan’ın başlıbaşına ele alınacak bir isim olduğunu düşünürüm. Kuşkusuz, musikimizin değerli eserlerinden "Makber’in" şairi olması yanında doğu ve batı dünyasının farklı ülkelerinde elçilik görevlerinde bulunmuş ve görev aldığı ülkelerin özelliklerinden yararlanarak eserler vermiş olması bağlamında değil.
Bu hususların da ötesinde; Abdülhak Hamid’in bazı özellikleriyle Meşrutiyet ve hatta Cumhuriyet dönemi edebiyatımızı etkilediğini söyleyebiliriz. Hepimiz biliriz ki, Halk ve Divan edebiyatı geleneğimiz şiirde ölçüyü, düzeni ve ahengi önemser. Hece ve aruz geleneği şiir tarihimizde önemli bir motiftir. Hamid, işte tam da bu noktada etkisini gösterecektir. Şiirinde biçimselliğe önem vermez. Daha doğrusu klasik biçim kalıplarını kabul etmez. Şiirde önemli olanın ne anlatıldığı yani içerik olduğunu kabul eder. Dolayısıyla vezin, kafiye, ölçü gibi kavramları reddeder. Bu tavrıyla kendisinden sonra gelen Servet-i Fünun akımını derinden etkiler. Bu özellik Cumhuriyet dönemi edebiyatımızda da serbest nazım başlığı altında kendini gösterecektir. Açıkçası Nazım Hikmet ya da Orhan Veli gibi şairlerimizin harcında tarz bağlamında Abdülhak Hamid’in de bulunabileceği pekte akla gelmez değil mi? Hatta ilk bakışta garip bile gelebilir.
Dil alanında da Hamid, ağdalı bir dil kullanarak Serveti Fünuncular üzerinde etkisini gösterir. Hatta bu hususla ilişkili dil devrimi arefesinde geçen bir diyalog da hayli ilgi çekici olmalıdır. Ferid isimli bir dostunun isminin Ferit olacağından yakınmasına Hamid; o da bir şey mi benim ki hem ham hem de it olacak demektedir.
Ancak dil konusunda Hamid’in farklı bir etkileşime kaynaklık ettiği söylenebilir. Etki-tepki mekanizmasının işlemesi ile beraber ağdalı Osmanlıcaya karşı tepki olarak Milli edebiyat akımı bünyesinde Türkçecilik ve sade dil anlayışı gelişir. Bir bakıma dil özellikleri itibariyle; hiç şüphesiz spekülatif bir yaklaşımda bulunmak pahasına, Hamid’in Cumhuriyet dönemi edebiyatımıza etkisinin tam ters istikameti tayin ederek gerçekleştiğini düşünüyorum. Ağdalı Osmanlıca anlayışının tam tersi, Cumhuriyet döneminin ilerleyen bölümünde etkisini gösteren özleşmeci dil anlayışıdır derim. Anlıyacağınız bir olumsuzluk diğer bir olumsuzluğu tetikler. Burada da etki-tepki ya da geleneksel deyişle ifrat-tefrit mekanizmasının işlediğini düşünürüm.
Bu açıdan baktığımda Abdülhak Hamid’in 19’uncu yüzyılda yetişmiş edebiyat adamlarımız arasında edebiyatımızın seyrini değiştirici yönde önemli bir etkisi olduğundan söz etmek isterim. Şüphesiz bir konunun farklı etkenler dairesinde ele alınıp çözümlenmesi bizi daha sağlıklı ve serinkanlı değerlendirmelere götürecektir.
L.T.
YORUMLAR
Henüz yorum yapılmamış.